Darbe” derken liberal skolastiğin tuzağına düşmemek gerekir. Darbe, siyasal bir araçtır. Ne amaçla kullanıldığına bakmak lazım. Darbeler burjuva düzeninde, genel olarak, halkın ilerici, demokratik taleplerinin, ilerici hareketlerin önünü kesmek, bastırmak amacıyla yapılır.
Bu, mesela 12 Eylül’de, arzuladığı kapitalist-emperyalist politikaları uygulamak adına,emperyalist sistemle yeni bir entegrasyon formunu gerçekleştirmeye çalışan, halk sınıflarının direnişi dolayısıyla bunu gerçekleştirmekte zorlanan işbirlikçi burjuvazinin amacına ulaşmak için terörize ettiği halk katmanlarının artık istikrar istediği koşullarda yaptırdığı bir darbedir. Her istikrar talebi tanım itibarıyla gericiliğe çıkartılmış davetiyedir. Zaten yeni-liberal politikaların sürdürülebilirliği bakımından burjuvazinin kültürel hegemonyasını daha gerici bir içerikle yenilemesi zaruret olarak görülmekteydi.
Darbe, mesela, 27 Mayıs’ta olduğu gibi, ilerici demokratik taleplerle gerici bir yönetime karşı, mevcut düzene alternatif oluşturma potansiyeli taşıdığı halde ayaklanan halk sınıflarının iktidarını engellemek amacıyla da yapılabilir.
Birincisinde teslim alınmaya razı terörize edilmiş bir halk vardır. İstikrar adına, bütün demokratik hak ve kazanımların budanması, ortadan kaldırılmasına dahi razıdır. Bu şartlarda, burjuva düzeni, emperyalist entegrasyonun isterleri doğrultusunda adeta yeniden kurulmaktadır. Böyle bir faaliyet sınıfsal ilişkilerde değişiklik yaratılmadan gerçekleştirilemez. 12 Eylül halk sınıflarının, emeğin geriletilmiş olmasından çıkmıştır. Uzun ve derin radikal sonuçları olacak şekilde kurgulanması bu bakımdan zor olmamıştır.
Öyleyse 12 Eylül, başbakan, bakan asan 27 Mayıs darbesinden daha radikaldir. Darbelerin radikalliği, adam asıp kesmeleriyle ölçülemez. Darbenin uyguladığı şiddet her zaman onun radikalizminin göstergesi olmayabilir. Uygulanan siyasal, toplumsal, ideolojik programa bakmak lazım. 12 Eylül darbesinin çok daha derin, ve kalıcı toplumsal sonuçları olmuştur. Nispeten demokratik, aydınlanmacı karakterini kısmen koruyan, egemen sınıf ittifakı da dahil, eski burjuva düzenini hedef alan bir karşı-devrimdir. Karşı devrimlerin de devrimsel sonuçları olduğunu söylemeye gerek var mı?
İkincisinde, 27 Mayıs’ta, halk mevcut hükümetin uygulamalarına karşı, demokratik talepler öne sürerek ayaklanmıştır. Yani en dinamik sınıflarıyla ilerleyen bir halk vardır. Bu durumda, bu taleplerin önünü kesmek isteyen egemen sınıflar, sokağa çıkmış kitlelere bir takım tavizler vererek düzeni koruyup,kollama yoluna başvururlar. Yani düzeni koruma derdindeki egemen sınıf bloğu alttan alma, geri adım atma ihtiyacı duyar. Bu, sokakların sakinleştirilmesi için bir zorunluluk olarak görülür. Bu şartlarda, mevcut düzenin bir takım demokratik düzenlemelerle tadilatı söz konusudur.
Öyleyse, ikincisinin, düzeni koruyup, kollamak adına, en azından bir süreliğine (bir başka darbeyle kaşıkla verdiklerini kepçeyle geri alana kadar) ilerici bir işlev görmüş olduğunu tespit etmek gerekiyor. Darbe, düzeni koruma işlevini yerine getirirken, ilerlemekte olan söz konusu halk sınıflarının bir kısım demokratik taleplerini gerçekleştirme zorunluluğu duymaktadır.
Yalnız şu noktaya dikkat çekmek isterim. Darbeler sadece ülkelerin iç durumlarından hareketle değil, ülkelerin içinde yer aldıkları uluslararası bağlam da dikkate alınarak analiz edilmelidir. Dikkat edilecek olursa, her iki darbe de, emperyalizmin yeni bir dünya düzeni kurmakta, veya yeni kurulmuş olanı oturtmakta olduğu uluslararası koşullarda cereyan etmiştir.
DP iktidarı, soğuk savaşa dayanan dünya düzeninin uygulamaya konduğu ve iki dünya sistemi arasında mevzi kazanma mücadelesinin, uluslararası sınıf mücadelesinin hayli keskinleştiği, özel olarak, bulunduğumuz bölgede atılacak yanlış bir adımın dramatik siyasal sonuçlar yaratabileceği koşullarda, amerikancı, işbirlikçi bir dikta rejimi kurmuştu. Sokakların bu diktaya karşı ayaklanması, emperyalist güçleri hayli tedirgin etmiştir. Yeni bir Mısır, yeni bir Suriye ihtimaline olanak vermemek gerekiyordu (İlginçtir bugün de Mısır ve Suriye’de sokaklarda en çok Baasçılık direniyor. )
12 Eylül’deki uluslararası durum bir çok bakımdan 27 Mayıs’taki duruma benzemektedir. Üstelik bu kez, emperyalist NATO bloğu içinde dahi Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir çatlak vardır. NATO’nun güney-doğu Avrupa kanadı işlemez haldedir. 73’de ivme kazanan ekonomik kriz, kapitalizm içinde parasalcı eğilimleri güçlendirmiş, kamucu, refahçı politikaların sürdürülmesini zorlaştırmıştır. Uluslararası düzlemde sınıf savaşı, iki rakip dünya sisteminin mevzi kazanma kavgası tekrar keskinleşmiştir. Thatcher’in 1990’lardaki bir TV mülakatında itiraf etmiş olduğu gibi, emperyalistleri asıl tedirgin eden Sovyet bloğunun askeri, nükleer gücü değil, kamusalcı ekonomik-toplumsal düzeniydi.
Özcesi, darbelerin hamlelerini, programlarını sınıf mücadelesine referans vererek anlamlandırabiliriz. Her darbe aynı zamanda sınıf mücadelesi alanında, kağıtların yeniden karılması gibi bir sonuç doğurur. Yani her sakallıya dede demek, her şeyden önce, metodolojik bir yanlıştır.
Mesela 27 Mayıs, elde olmayan nedenlerden, ilerici işçi hareketinin hareket alanını genişletmiştir. Ancak aynı zamanda da, onu boğacak koşulları yaratmaya çalışmıştır. Özellikle o zaman ki orduda henüz “emir komuta” zinciri” tesis edilmemiş olduğundan, sınıf mücadelesinin etkileri subaylar arasında da net olarak görülebilmektedir. Bir çok genç subay ve subay adayı öğrenci sokakla dayanışma içerisine girmiştir. Ordudaki en büyük tasfiyeler, düzeni yeniden oturturken, onun ordusunu da egemen sınıfların ve onların emperyal efendilerinin isterleri doğrultusunda dizayn etmek adına yapılmıştır. Burjuvazi bazen bükemediği bileği, kıracağı zaman gelinceye kadar öpebiliyor. Öyle değil mi?
Mısır’da olan, ” darbe mi, devrim mi” tartışması, metotsuz adamların didişmesidir. Muhtemel bir halk devrimini engellemek adına yapılmış bir darbedir. Mevcut kapitalist-emperyalist düzen adına çalışan emek ve demokrasi düşmanı gerici hükümeti – bir süreliğine bile olsa- gerilettiği için ilerici bir işlev görmüştür. Halk hareketinin öz güvenini takviye etmiştir.
Darbe, uluslararası bağlamıyla birlikte, düzeni koruma ve kollama mantığı itibarıyla ilerici değildir. Sadece, düzeni korumak adına, elde olmayan sebeplerden, yol açtığı en erken sonuç (gerici dinci diktanın alaşağı edilmesi) itibarıyla ilerici bir rol oynamıştır. Böylece ilerici halk için devrimci mücadele önündeki en gerici engellerden birisi şimdilik devre dışı kalmıştır.
Bununla beraber, düzenin halkın karşısına başka büyük engelleri vakit kaybetmeden dikeceğini söylemek de kehanet değildir. Mursi, emperyalistlerin onay verdiği bir programı uygulamaktaydı. Bunu unutmayalım. Emperyalistler bu programdan değil, uygulayıcısından vazgeçmişlerdir. Bir maşayı deliğe süpürmüşlerdir. Elbette yeni maşayla, kaldıkları yerden, devam etmek isteyeceklerdir.
Bundan sonra Mısır’daki durumun nasıl gelişeceğini göreceğiz. Ancak ayaklanmış halk, tatmin olmadan, özlemleri ve talepleri karşılanmadan evine dönmez. Mısır’da ve etrafındaki coğrafyada belki, ileri atılmalar, geri çekilmeler sonra tekrar atılımlar halinde yıllar alabilecek bir devrimci dönem başlamıştır. Darbe ilerleyen halkı şimdilik durdurmuş, düzenin hizmetine yine bir darbeyle koşulmuş işbirlikçi İslamcı yönetimi geri çekmiştir. İlerlemesi şimdilik durdurulmuş kitlelere hangi tavizlerin verileceğini göreceğiz.
Bir kısım ulusalcı zevatın, “Bu bir devrimdir, zaten ordusuz devrim olmaz. Devrimleri ancak ordu yapabilir” anlayışı, liberal mantığın tersinden yürütülmesi olarak görülmelidir. Aslında onlar da bu yaklaşımlarıyla “darbe” olgusuna skolastik, metafizik bir içerik kazandırmaktadırlar. Birinciler, devrimleri “darbe”leştirirlerken, ikinciler, darbeleri “devrim”leştirmektedirler. Liberal, genel olarak, devrimleri dahi olumsuz imalarıyla “darbe” olarak adlandırırken; ulusalcı, hükümet darbesini bile “devrim” olarak sunabilmektedir.
Devrimleri ordular yapmazlar. Elbette askerler devrimlere katılabilir. Liberallerin seveceği bir sözcüğü kullanacak olursak, bütün büyük devrimlere “siviller” önderlik etmişlerdir. Devrimci orduları da siviller yaratmıştır. Rus Devrimi’nde asker sovyetleri önemli bir rol oynamışlardır. Ancak bu rol “sivil” devrimci önderlik tarafından verilmiş ve yönlendirilmiştir.
Hazır Rus Devrimi’ne değinmişken, devrim bir süreçtir. Bu sürecin meşruiyeti emekçi kitlelerin artık yaşadıkları şartlarda yaşamaya devam etmemek olarak ifade edilebilecek iradesinden çıkar. Yoksa o sürecin etapları içinde darbeler, mesela hükümet darbesi, tespit etmek mümkündür. Darbe bir siyasal iktidar aracıdır, isterseniz, tekniğidir. Bu bakımdan bu aracın ya da tekniğin meşruiyetini bizatihi kendisinde değil, toplumsal-siyasal dayanaklarında aramak gerekir.
27 Mayıs’ta düzenin telaşla askeri bir darbe kararı almış olmasında, elbette, kentlerin sokaklarındaki üniversite ve halk hareketine, alt kademe subayların ve subay adaylarının destek vermiş olması önemli bir rol oynamıştır. Bu rol dolayısıyla “27 Mayıs askerlerin yaptıkları bir devrimdir” demek doğru olmaz. Kaldı ki 27 Mayıs bir sosyal devrim de değildir. Siyasal,toplumsal, hukuksal haklar alanını bir miktar genişletmek, burjuvazinin kültürel hegemonyasını tahkim etmek gibi sonuçları olmuş bir hükümet darbesidir.
Demek ki, sınıf mücadelelerini, iç ve dış bağlamı içinde analiz etmeden, “darbe” analizi yanlış olmaktadır. Askeri ve sivil darbeler, burjuva düzeninde, bir çok durumda, siyasal bir düğümlenmişlik haline son verecek bir araç gibi kullanılır. Bu vesileyle, darbelerin sadece askerler tarafından değil, “milli irade” ye dayanan sivil idareler tarafından da yapılabileceğini belirtmek isterim. AKP rejimi sivil bir darbeden çıkmıştır.