Halen bazı “uzman” kimseler tarafından halk ayaklanmasının “orta sınıf karakteri”nden söz ediliyor, başlıca saik olarak “yaşam tarzlarına müdahale” ye işaret ediliyor. Bunlar olayları katılmadan, üstelik de, ta baştan klişe bir sosyolojizmle yönlendirilmiş gözleriyle izlemekte olan zevattır. Her derde deva “bilimsel” reçeteler yazmakta mahir, “TV uzmanları” dır.
Bu ayaklanma bir halk ayaklanmasıdır. Yani çeşitli halk sınıflarını içermektedir. İçlerindeki en ağırlıklı kesim ücretliler ve çoğu o ücretlilerin çocukları olan öğrenci ve işsiz gençlerdir. Bunun aksini iddia edenlerin, halen “beyazlar” edebiyatı yapanların zevzeklik ve gevezelikleriyle uğraşmaya değmez. Bu tipler aslında iktidara çalışan, onun kitle tabanına, bu tabanı tahkim etme adına çağrı yapan ideologlardır.
Tarihsel olarak hiç bir büyük kitlesel ayaklanma, toplumsal bakımdan pür veya homojen öznelere referans vermemiştir. Mesela, Rusya’da 1905 Devrimi’ni önceleyen kitle grevlerinin çoğunluğu işçi hakları, çalışma koşulları adına tertip edilmişti. Ancak toplumsal patlamalara dönüşen kitle gösterilerine sadece işçiler değil, kentli küçük burjuvalar, öğrenciler, köylüler, askerler hatta lumpen proletarya dahil olmuştu. Yani bir anda bir çok farklı toplumsal kesimin farklı sorunlarıyla, rahatsızlıklarıyla bağdaştırdıkları rejim aleyhinde, düzen karşıtı taleplere referans veren ayaklanmalar haline dönüşmüştü. O zamana kadar genel olarak ekonomik bir içeriğe sahip olan gösteriler, tabir yerindeyse, bir anda politik bir içerik kazanmıştı. Devrimlerde de görünüm genel olarak bu şekildedir.
Sonra, yaşam tarzı, iyi yaşama, kendini, sözcüğün en genel anlamında, güvende hissetme, gelecekten umutlu olma,baskısız, sömürüsüz bir dünya arzusundan, adil bir toplumsal düzen özleminden ayrı olarak tasavvur edilemez.
Bütün bu özlem ve taleplerin içinde yaşanılan toplumsal-ekonomik sistemle doğrudan bağlantısı vardır. Bu ayaklanmayı, dünyanın bir çok farklı ülkesinde, özellikle son 5-6 yıldan beri cereyan eden toplumsal protesto ve ayaklanmaları, 30 küsur yıldır global ölçekte uygulanan emek düşmanı neo-liberal politikalardan ve bu politikaların çöktüğünün göstergesi olan son dünya ekonomik bunalımından soyutlayarak analiz etmek doğru değildir. Gerek bizim ayaklanmamız ve gerekse dünyanın bir çok yerinde tanık olunan halk protesto ve kalkışmaları doğrudan doğruya anti-kapitalist bir öze sahiptir. Ayaklanmaların çok çeşitlilik arz eden sosyal, siyasal ve kültürel bileşenleri arasındaki ortak bağlantı noktası, özsel olarak, anti-kapitalist talep ve özlemlerdir. Kapitalizm sadece maddi üretim ilişkilerinden ibaret değildir. Bu ilişkilere referans veren siyasal, toplumsal, kültürel boyutları da var. Bir çok vak’ada kapitalizme karşı mücadeleyi bu boyutlara tekabül eden görünümler içinde saptıyoruz.
“Hükümet istifa” talebiyle, en vahşi kapitalist politikaları, baskı ve şiddet araçlarını da kullanarak, uygulamakta olan bir siyasal yönetimin istifası kast ediliyor. Uygulanmakta olan ekonomik politikalar kapitalizm adınadır ve yukarıda belirttiğim, iyi yaşama, geleceğe güven duyma, eşitsizliğe, baskılara maruz kalmama, adil bir düzende yaşama özlem ve taleplerinin önündeki engel olarak algılanıyor. Bunun lamı cimi yoktur.
Öyleyse, bütün bu kalkışmalar arasında,hem ilk hem de son çözümlemede, kapitalist dünya sistemini hedeflemeleri, sorgulamaları bakımından bir korelasyon vardır. Bugün Türkiye’yi kat eden kapitalist çelişkiler, dünyanın her yanında kapitalizmi kat eden çelişkilerdir. Türkiye’deki isyan, kapitalist dünya bağlamından kopartılarak analiz edilemez. Türkiye, dünyadan yalıtık, kendi halinde bir ülke değil, emperyalist-kapitalist sisteme entegre bir ülkedir. O sistemi kat eden çelişkiler, sorunlar değişen derecelerde, bazısı farklı görünümler altında, ülkemizi de kat etmektedir. Lenin’in “zincirin zayıf halkası” tespiti tam da bu gerçekliğe işaret etmektedir. Emperyalist zincir içinde izole, nevi şahsına münhasır ülke yoktur. Sonra, zincirin bütünü en zayıf halkasından ya da zayıf halkalarından daha sağlam değildir. Bunu da unutmayalım.
Halklar nezdinde neden olduğu uluslararası infial ve yükselen enternasyonalist dayanışma ruhu da bunun göstergesidir. Yeni teknolojik olanaklar bu enternasyonalist dayanışmanın yaratıcı şekillerde gelişmesini teşvik ediyor. Sadece ulusal değil, uluslararası çapta harekete geçme, örgütlenme, mücadele etme olanaklarını temin ediyor.Kapitalizmin bütün dünyaya hükmederek sınırsız karlar elde etmek gayesiyle teşvik ettiği buluşlar, onun için, ona direnenlerin elinde bir bumerang işlevi görüyor.
En son Brezilya’daki halk protestolarını izliyoruz (bu arada, ironiye bakınız, bizimkini es geçen, geçmekte olan NTV kanalının, Brezilya’ya kayıtsız kalmadığı belirtiliyor). Halk, izlenen kapitalist politikalardan şikayetçi olduğunu, toplu taşıma fiyatlarına yapılan zam vesilesiyle spektaküler bir şekilde dile getiriyor.
Kapitalizm koşullarında küçücük bir toplumsal meselenin, küçük toplumsal bir talebin büyük yangınların habercisi, kıvılcımı olabileceğini görmemiz gerekiyor. Sermaye toplumun derinlerinde fay hatları, fay kırıkları oluşturarak birikiyor. Sermaye birikirken, bu hatlar üzerindeki basınç da birikiyor. Kapitalist toplum, bireyler bakımından risklidir. Ama kapitalistler ve kapitalist sistem bakımından da aynısını söylemek gerekir.
Gezi’nin ortaya çıkardığı, öğrettiği bir gerçek de budur. Özellikle “devrimci durum” bekleyen devrimciler bakımından üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçektir. Devrimci durum, muktedirlerin tek yanlı siyasal tasarruflarından değil, aynı zamanda, üzerlerinde iktidarlarını egzersiz ettikleri kitlelerin ve onların örgütlerinin direnişlerinden çıkar. Bu iki güç arasındaki mücadeleden çıkar. Çıkartılır.