Hemen hemen çoğumuzun ortak olarak ihmal ettiği bir faktör dış dinamiktir. ABD’nin Tayyip’e karşı siyasal tavrıyla ilgili olarak pek aceleci olmamak gerekiyor. Anlaşılıyor ki, ABD’de Suriye ve Orta Doğu konusunda görüş farklılıkları, yaklaşım farklılıkları var. ABD yönetimi ve yönetim üzerinde etkili uluslararası sermaye güçleri arasında ABD’nin Suriye’de, Cenevre’ye razı olmak yerine, daha aktif bir rol üstlenmesini isteyenler var. Bu güçlerin varlığı zaten herkesin malumuydu. Ancak ABD yönetimi pek o tarafa meyilli değilmiş gibi hareket ediyordu. Bu bakımdan, ABD yönetimin Suriye meselesindeki açık tavrının ne yönde olacağı çok önemlidir. Çin ve Rusya ile kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu bilmiyoruz.
Türkiye’deki halk ayaklanması, en az Tayyip kadar, ABD’yi de ürkütmüştür. Bu ayaklanmanın sonunda direnen sokakların iradesi Türk siyasetini belirleyecektir. Buna kuşku yok. ABD için sorun da burada. Böyle bir sonuçla Türkiye’nin bütün Orta Doğu’da, bu kez halkların arkasında durduğu, bir model ülke haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bahar manipülasyonları heba olacaktır. Demokratik hareketler bütün bölgeyi kat edecek, emperyalist çıkarlar ve siyaset büyük bir tehditle karşı karşıya kalacaktır. Biliyoruz, emperyalistler için çıkarlarını kimin savunduğu, koruduğu önemlidir. Onun siyasal kimliği değil.
Bu bakımdan ABD’nin şu sıralarda Tayyip’in arkasından çekilmesini beklemek, gerçekçi bir beklenti olmaz. Ancak direnen sokaklar karşısında da Tayyip’i ayakta tutmanın zor olacağını görüyor. Dahası, sonrasını kontrol etmenin daha da zor olacağını kestiriyor. Şu anda Tayyip giderse, BOP ağır bir darbe alır. Suriye meselesinde ABD’nin eli zayıflar. Öyleyse, Tayyip’i ayakta tutmak için çaba sarf edecektir. Tayyip’in bu son yoğun “müzakere” trafiği, sadece içerdeki sermaye gruplarının değil, “dış dinamik”in telkininden de kaynaklanıyor olmalıdır. Gaye, direniş hareketini mümkün olduğu kadar bölmek ve sonra saldırı için alanı “meşru” hale getirmektir.
Dikkat edilirse, sürekli olarak hareket içindeki görece liberal, uzlaşmacı arkadaşlara hitap edilmek isteniyor. Onlara hitap eden figürlerle görüşmeler yapılıyor. Yani zayıf halka olarak tespit ettikleri yer burasıdır. Hedef kitleleri bellidir. Bu da beklenen bir şeydi elbette. Bunun kısa vadede AKP rejimi adına getirileri de olabilir. Ancak direniş sürdükçe, yoksul mahalleler, daha alt sınıflar, iş yerleri ses vereceklerdir. Hareket, talepleri ve mücadele biçimleri itibarıyla daha da radikalleşecektir.
Artık bu direnişin önüne geçmek mümkün değildir. Belki netice almak uzun sürecektir. Molalar olacaktır. Ama mutlaka direnler lehine bir netice çıkacaktır. Bütün iç ve dış güçler, en bilinçsiz halk kesimleri dahi bunun artık bir “park meselesi” olmadığını görüyorlar. Tayyip’in geri adım atamaması da bundandır. Yoksa, “alın parkınız sizin olsun” deyip, bu işten sıyrılabilirdi. Gezi Parkı rejimin ve emperyalist güçlerin “sarı öküzü”dür. Bunu bilelim.
Türkiye’nin ve bölgenin 31 Mayıs’ın öncesine dönmesi siyaseten olanaklı değildir. Hareket içinde elbette geri adım atılmasını arzu edenler vardır. Olacaktır. Ancak hareket onları aşıp geçecektir. Zaten toplumsal siyasal hareketlerin karakteri de budur.Her zaman kendisini sınırlarına kadar götürecek güçleri içerisinden çıkartır. Sınırı, hareketi sahiplenen, sahiplenecek sınıfın, sınıflar bloğunun çıkarları belirleyecektir.
Rejimin manevraları devam edecektir. En azından bir kaç gün daha Tayyip’in alttan alması beklenebilir. Hatta İstanbul mitinginin ertenemesi dahi söz konusu olabilir. Hukuk, yargı devreye sokulacaktır. Gaye, hareketi bölmek olacaktır. Belki CHP’den hareketi çözme amacına yönelik çağrılar yapılacaktır. BDP tabanından bazı kimseler alanda olsalar da, BDP alandan çekilmiştir zaten. Son saldırıda, CHP vekilleri bile sabaha karşı Park’a, en azından görüntü vermek adına, gelmişlerdi. Ancak BDP vekillerini göremedik. Ben görmedim, duymadım. Ancak orada flamalarının dalgalanmasının da uygun olacağını düşünüyorlar. Bu partilerin tavrı ne olursa olsun, tabanlarını teşkil eden öğelerin katılımının önüne geçemezler. Tabii BDP’nin tabanını kontrol etme kapasitesi, bütün özel gündemli kitlesel partiler için geçerli olduğu gibi, daha yüksek bir olasılıktır.
Buradan devrimci sol hareket için önemli bir ders çıkıyor. Emperyalizme, onunla işbirliği içindeki güçlere karşı mücadele ederken, müttefiklerinizin mutlaka anti-emperyalist olması ön koşul olmalıdır. Savundukları davanın haklılığı yetmez. savunma biçimi, yani politikası önemlidir. Bu politikanın yanlışlığı, dava ne kadar haklı olursa olsun, onu savunan partiyi kavga edenler nezdinde haksız duruma düşürür. Öyleyse bugün, siyasal bağlaşmanın temel ön koşulu antiemperyalist politik bir konuma sahip olmaktır. Şunu da unutmayalım,modern devrimci mücadeleler tarihinde, emperyalizmle işbirliği, her zaman sol, demokratik lakırdılar, demagojiler ambalajı içerisinde savunulmuştur.
Şu halde, ne BDP, ne PKK ne CHP anti-emperyalist bir konuma sahip değildir. Bunların içinde anti-emperyalist öğelerin bulunuyor olması bu gerçeği değiştirmez. Bununla beraber onların dile getirdikleri demokratik özlemleri sahiplenmiş kitleler, sokaklardaki demokratik mücadeleye kayıtsız kalmayacaklardır. Bu partiler hitap ettikleri kitlelerin gerisinde kalmakta olduklarını görünce saf değiştirme ihtiyacı duyacaklardır.
“İmralı” nın telkini beklendiği gibidir : “Aktif olarak katılmayın ama propaganda amaçları için orada varlığınızı da gösterin”. Tipik bir oportünist yaklaşım. Tabii dün Demirtaş’tan duyduğumuz gibi, duygusal, rövanşist gerekçeler de imal etmeye gayret edecekler. Devrimci sol hareket, Kürt kompleksinden kurtulmalı, Kürt hareketinin bundist, oportünist karakterini teşhir etmelidir. Kürt ulusal siyasetinin sosyalist sınıf siyasetine tabi olması gerektiğini vurgulamalıdır.
AKP ve emperyalist güçler, şiddete başvurmadan bu süreci akamete uğratamayacaklarını biliyorlar. Onlar şiddetsiz yapamazlar. Halk hareketini içeriden zayıflatıp saldırılarını arttırmayı planlamaktadırlar. Direniş hareketinin en kısa vadede yapması gereken, örgütlülük düzeyini arttırmaktır.