İkinci haftasındaki halk direnişi, örgütlenme seviyesi henüz düşük de olsa, mevcut örgütsel yapıların da katkısıyla ama meydanlarda adeta görünmeyen bir ortak akıl tarafından, şu ana kadar, kendiliğinden bir hareket için ihmal edilmemesi gereken ölçüde başarıyla sürdürülmektedir. Katılım azalmamakta, aksine artmaktadır.
Dün İstanbul’da yüz binlerle gerçekleştirilen mitingde yaşanan bir takım tatsızlıklar, hareketin Kürt ve Türk ulusalcı bileşenlerine uyarılar yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bir kere Türk ulusalcıları, Kürt halkının haklı eşitlik talepleri tanınmadan demokratik bir hareket haline gelinemeyeceğini görmek zorundadırlar. Kürt ulusalcıları da, AKP hükümetinin emperyalist siyasetlerine alet oldukları takdirde Türkiye’nin bütün meydanlarından dışlanacaklarını görmelidirler. Türk halkına sırt çevirerek eşitlik taleplerini, sürdürülebilir şekilde, elde etmek mümkün değildir.
Kürt siyaseti, Türkiye devrimci solunu küçümseyen kibirli tavırlarından vazgeçmelidir. Bu halk hareketinin en çarpıcı sonuçlarından bir tanesi “marjinal”, “gayri meşru” olarak ilan edilen Türkiye devrimci sol hareketinin, meydanlarda, bizzat halk kitleleri arasında, en ön saflarda dövüşerek 30-40 yıldan beri sürdürülen kara propagandayı geçersiz kılmış olmasıdır.
Kürt önderliği, otuz küsur yıldan beri Kürdistan bölgesinde silahlı bir şekilde sürdürmekte olduğu mücadelede, on,on beş günlük Türkiye çapındaki halk hareketleri kadar etki yaratamamıştır. Diyarbakır’ın, Türkiye’yi sarsmak bakımından 30 küsur yıldan beri yapamadığını, İstanbul’un Taksim’i üç beş günde başarmıştır. Kürt hareketi lokal kalmıştır. Bu bakımdan, Öcalan’ın bu halk hareketlerinin Erdoğan için bir şans olduğunu söylemesi, olayı kavrayamadığının göstergesidir. Bu halk hareketi, Kürt siyasetinin lokal meşruiyetini, Türkiye çapında tescil ettirebilmesi bakımından, asıl Kürt hareketi için bir şanstır. Fırsattır. AKP ile işbirliği gericilikle işbirliği demektir. AKP’den barış beklemek aklımızla alay etmektir.
Erdoğan’ın son konuşmaları onun siyasal kültürü ve tarzıyla, geçmişteki “Maraş, Sivas, Çorum, Madımak ” katliamlarını doğuran siyasal kültür ve tarz arasında bir örtüşme ve süreklilik olduğunu net olarak ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen Kürt siyasetinin halen AKP ile kapalı kapılar ardında gerçekleştirmiş olduğu “barış süreci” aldatmacasına dört elle sarılmakta olması, kabul edilemez. Bu siyasette ısrar, halk hareketi içinde Kürt siyasetinin konumunu tartışmalı hale getirmektedir. Bundan başka, Kürt hareketi Öcalan’ın “esir” olduğunu söylemektedir. Peki, esirle barış antlaşması yapılabilir mi? Gerçek bir barış, ancak eşitler arasında yapılabilir.
Kürt siyaseti, meydanların sadece AKP iktidarını değil, emperyalist AKP politikalarını da geçersizleştirdiğini görmek zorundadır. Hem Türk ulusalcıları hem de Kürt ulusalcıları bir kez daha 20’lerin acılı deneyimlerine neden olmamak için doğru siyasetleri üretmekle yükümlüdürler. Burada Kürt siyasetin bir kez daha dinsel gericilik yanında saf tutmaması, ortak demokratik atılım bakımından, belirleyici olacaktır.