Daha önce 2007’de Cumhurbaşkanı olacak iken, Bayrak Mitingleri başlamış,Tayyip, korkarak geri adım atmıştı. Bu kez “padişah” olmak istiyor ve bir kez daha kitle hareketleri var. Şimdi Tayyip, devlet üzerindeki kontrolü itibarıyla, daha öz güvenli görünüyor. Güçlü olduğunu sanıyor. O zaman açık devrimci sol katılımın hemen hemen olmadığı Bayrak Mitingleri manipüle edilerek, Tayyip’i cumhurbaşkanı yapmama talebine eşitlenip, sonlandırılmış,Tayyip cumhurbaşkanı olamamış, ama umduğundan büyük işlere (!) imza atma olanağı bulmuştu. Yani o zaman cumhurbaşkanlığını kaybetme karşılığında, daha büyük şeyler elde etmişti. Daha ilerde yapmayı düşündüklerini, erkenden yapma olanağı bulmuştu.
Eğer bu halk kalkışması, “devrim mi, sosyal patlama mı”, içinde “orta sınıflar mı ağırlıklı yoksa işçi sınıfı mı” gibi meleklerin cinsiyeti hakkında yapılanları andıran tartışmalarla heba edilirse, kısa bir soğutma döneminden sonra daha kuvvetli bir karşı saldırının geleceği açıktır. Hareketin taşıyıcısı olan öznelerle ilgili sınıfsal değerlendirmeyi acele etmeden, hareketin geçtiği, geçmekte olduğu uğrakları ihmal etmeden, ülkenin yer aldığı uluslararası emperyalist bağlamı da dikkate alarak yapmak gerekir.
Bu arada, saf bir toplumsal devrim veya toplumsal hareket olamayacağını, toplum kavramının tek bir sınıfa indirgenemeyeceği gerçeğinden hareketle öngörelim. Her toplumsal hareket veya toplumsal devrim tanım itibarıyla, çeşitli taleplerle veya devrim talebiyle ortaya çıkan farklı sınıflara referans verir.
Bu halk hareketinin kendiliğindenliği, örgütsüzlüğümüzün had safhada olmasıyla doğrudan alakalıdır. Bununla beraber, birbirlerinden farklı akımların, farklı sınıf çıkarlarını temsil eden grupların, hatta çok farklı beklentilerin sözcüsü olan kalabalıkların bu kadar uyumlu ve kararlı bir şekilde ortak hareket etmesi, devrimci bir bunalıma gebe olduğumuzun işareti olarak görülmelidir. Devrimci bir ortam vardır. Bu ortamın nasıl evrileceğiyse, önderlik sorunudur. Bu ortamın yol açacağı depremlerle bir “devrimci durum” haline gelmesi mümkündür. Öncü veya öncüler olayları oraya doğru itmelidir.
Bir toplumsal olayın ama özellikle de halk hareketinin bir düzenin, yönetimin bütün zaaflarını gözler önüne serme yeteneğine sahip olabileceğini bilelim. Halk hareketini ileri itmekle bu zaafların düzen ve yönetenler katında yol açacağı gedikleri genişletme olanağı doğacaktır. Bakınız, daha ilk günlerden itibaren, balonlaşmış olduğu herkesin malumu olan ekonomi nasıl S.O.S verdi. Bu saatten sonra kaybedilecek olanı değil, kazanılacak olanları düşünmek lazım. Çünkü bu hareket devrimci taleplerin realizasyonuyla sonuçlanmazsa, Taksim’den sökülen ağaçların geri dikilmesiyle, İstiklal’den kalkan masaların yerlerine geri konulmasıyla sonuçlanırsa, vay halimize…
Elbette halk hareketi, devrimci mücadeleler boşa gitmez. Bir süreliğine durdurulabilseler dahi ilk fırsatta kaldıkları yerden daha güçlü şekilde devam ederler. Bu manada düzen içi güçler tarafından çabuk manipüle edilmiş Bayrak Mitingleri ve şu an ki halk hareketi arasında kitlesel kaygular ve özlemler bakımından bir süreklilik olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Aynı tespiti hareketin, koşulları farklı olsa da, uluslararası düzeydeki halk hareketleriyle bağıntısı itibarıyla da yapmamız gerekir.
Bir çok halk hareketinin, öncekinin yol açtığı fay kırıkları üzerinde, çoğu durumda, öncekinin kullandığı araçları, metotları daha da geliştirip, kullanarak ilerlediği görülür. Bu bakımdan sürmekte olan halk hareketinin tarz, metot ve araçlarını gelecek olana devredebileceğini öngörmek lazım. Bunun çok sayıda tarihsel örneği var. Mesela, 1905 Rus Devrimi sırasında halk sınıfları “sovyet” kurullarını yaratmıştı. 1917 Ekim Devrimi iktidarın bu kurullara geçmesiyle gerçekleşmişti.
Durdurulmamak adına, hareketin olanaklarını gerçekleştirerek yeni mevziler kazanmak için azami çaba ve fedakarlık gerekmektedir. Hareketi mümkün olduğu kadar ileri itmemiz gerekmektedir. Ne kadar ileri itebilirsek,bir daha ki sefere o kadar ileri bir noktadan devam etme olanağına kavuşuruz.Öncelikle hareketi bir siyasal iktidar hedefine kavuşturmak gerekir. Siyasal iktidar sorunu, düzen içi güçlerin demokrasicilik, “barış”, “milli merkez”cilik oyunlarına alet edilemez.
Burjuvazi ve AKP hükümeti şunu iyi bilmelidir, bu halk hareketi geri püskürtülse dahi, biraz ileride çok daha kalabalık ve çok daha radikal taleplerle, öncelenmemiş bir örgütlülük ve kararlıkla karşılarına çıkacaktır.
Son olarak, metropol İstanbul, ne 18.yy’ın Paris’i, ne 20 yy’ın St.Petersburg’udur. Kaldı ki, bütün modern devrimler kentlidir. Bir çok devrimde de, hatta iddiaları hilafına, hareket kentten kıra doğrudur. Kapitalizmin kentleri esas olarak orta ve alt sınıflar arasındaki sınırı belirlemenin hayli güç olduğu mekanlardır.
Zamanımızın metropollerinde, orta sınıflarla, alt sınıflar arasındaki geçişlilik, hareketlilik son derece dinamiktir. Söz konusu katmanlar arasındaki mesafe hemen hemen ortadan kalkmıştır. Kapitalist metropoller, özellikle de sistemin çeperlerinde, orta katman ve alt katman arasındaki sınırların son derecede muğlaklaştığı, kültürel olarak zengin bir heterojenlik arz eden mekanlara referans verirler. Neo-liberal vahşi kapitalizm şartlarında, sistemin merkezleri de dahil olmak üzere, bu mekanlarda yaygın ve genel bir proleterleşme, yoksunlaşma ve yoksullaşma, en azından yaygın bir sosyal güvensizlik ortamı vardır. Söz konusu katmanlarla, sermaye sınıfı arasındaki mesafe dramatik olarak açılmıştır. Her toplumsal patlamanın altında fokurdayan sınıfsal etkenler çıplak gözle dahi görülebilir haldedir. Yani hava bu mekanlarda kurşun gibi ağırdır. Öyleyse, devrim solunan havadadır.