Sadece fizik bilimi değil, tarihsel toplum bilimi de aynı nedenlerin, aynı sonuçları doğurabildiğini teyit ediyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, burjuva karaktere sahip 2.Meşrutiyet hareketi, savaş sonrasındaki, burjuva cumhuriyetçi hareketinin önünü açmıştı. 2.Meşrutiyet devrimi, Cumhuriyet devrimiyle tamamlanan iki aşamalı bir burjuva demokratik devrimin ilk etabı olarak görülmelidir. Bu bakımdan meşrutiyetin yarıda kalan hamlesini, kaçınılmaz olarak, daha radikal bir çerçevede, Cumhuriyet devrimi tamamlamıştı.
Cumhuriyet devriminin bu radikalleşmesi, onun uluslararası düzeyde, mevcut emperyalist; ve ulusal düzeyde, mevcut feodal-emperyal siyasal düzenin ideolojik etkilerini ve sınıfsal temsilcilerini anlamlı ölçüde sırtından atmış olmasının ya da temsilcisi olduğu burjuva önderliğine tabi kılmış olmasının payı büyüktür. Yani burjuva cumhuriyet hareketi, uluslararası bağlamıyla mevcut emperyal siyasal yapıyla köprüleri atmıştı.
Burjuva cumhuriyetçileri, uluslararası bağlam söz konusu olduğunda, Rus Devrimiyle somutlaşan anti-emperyalist, anti-kolonyalist yükselişi iyi okumuş, onunla bağlaşarak, Rus Devrimi’nin kırdığı emperyalist zincirin halkasına tutunmayı başarmışlardı. Elbette bütün bunları yapmalarında, burjuva Türk milliyetçiliğinin önder kadrolarının sosyolojik olarak şehirli ve hatta kısmen global bir karaktere sahip olmaları önemli bir etken olmuştu. Bu sosyolojik karakter sayesindedir ki, burjuva laik-milliyetçi siyasal ideolojiyle donanmaları nispeten güç olmamıştı.
Savaş sonrasında, feodal-emperyal Osmanlı devlet düzeninin çözülmesiyle birlikte bu yapıya entegre Kürdistan bölgesinin de siyasal dokusu sarsıldı. Başını Kürt feodal aşiret ve beylerinin çektikleri birbirlerinden kopuk yerel siyasal hareketler ortaya çıktı. Feodal bir Kürt milliyetçiliği siyasal talepleriyle sahne aldı. Bu feodal Kürt milliyetçiliğinin burjuva demokratik Türk milliyetçiliğiyle çatışmaya girmesi kaçınılmazdı.
Bu çatışmada, genel olarak birbirlerinden soyutlanmış, feodal koşullar dolayısıyla bölünmüş, siyasal bir birlik oluşturma kapasitesi bulunmayan ve esas olarak gerici toplumsal-siyasal taleplere sahip Kürt hareketinin, ilerici, demokratik talepler etrafında siyasal birliğini sağlamış, sivil ve askeri bürokrasisiyle paralel bir devlet oluşturmuş, uluslararası düzeyde, anti-emperyalist ve ilerici güçlerle dayanışma halinde olan laik Türk burjuva devrimci hareketi karşısında öncelikle emperyalist güçlerden destek almaya çalışmış, kendi çıkarlarıyla, söz konusu güçlerin çıkarları arasında ittifak girişimlerinde bulunmuştu.
Netice olarak, özü itibarıyla feodal Kürt “milli” siyasal hareketi, burjuva Türk milli siyasal hareketi karşısında gerilemek zorunda kalmıştı. Kürt ulusal hareketi, o zaman, dünya koşullarını iyi okuyamamıştı. Bu yetersizliğin en önemli nedeni, Kürtlerin maddi-toplumsal hayat şartlarının, Kürt önderliğinin ufkunu sınırlamış olmasıydı.
Gerici yapısı ve talepleriyle Kürt hareketi, her düzeyde gericiliği teşvik eden ve onu kendi sömürgeci çıkarları için besleyen emperyalizmle işbirliği yoluna gitmişti. Emperyalizm, devrimci Sovyetler proletarya hareketi, sömürge ve yarı-sömürgelerdeki bağımsızlıkçı devrimci demokratik direnişler karşısında gerileyince, Kürt hareketinin de gardı düşmüştü.