Emin Çölaşan’ın evetçilerin kazanmasıyla ilgili tespitleri isabetli değil. Bir kere, referandumun sonucu üzerinde “12 Eylül 1980” edebiyatının etkili olduğunu hiç sanmıyorum. Çünkü bu %58’in 12 Eylül 1980’le bir sorunu olmamıştır. Tersine, onu desteklemiş olan kitleler ağırlıklı olarak bu %58’in içindedir. Asıl %42’in içinde bulunanların büyük bir kısmı 12 Eylül 1980’den şikayetçi olanlardır. Sonra gerçekten darbe karşıtı olanlar, Erdoğan’ın “darbe karşıtığı”nın demagojik olduğunu fark edemeyecek kadar saf olamazlar.
Erdoğan’a, 2007’de Büyükanıt tarafından darbe teşebbüsünde bulunulmuş. Sen onun hiç lafını etme, üstüne üstlük darbeci generali de taltif et. Sonra da çık 30 yıl önceki darbenin hesabını sor! Son 35 yıllık seçim sonuçlarına bakarsanız, aslında seçmen davranışlarında çok anlamlı bir farklılık olmadığını görürsünüz.
Yalnız, kentleşmenin sol ve liberal seçmen sayısını arttırmış olduğunu, bunların da siyasal olarak daha kararlı davranışlar içinde olduklarını görürsünüz. Hem de karşı yönde işleyen ve on yıllardan beri her imkan seferber edilerek yürütülen büyük bir ideolojik kampanyaya rağmen.
Türkiye’nin sosyolojik manada gerçek şehirleri Batı’dadır. Bir kez daha tekrar etmek pahasına, evetçi seçmen Tayyipçi seçmendir. Yani, onlar bir parti, bir siyasal program için oy kullanmıyorlar. Tayyip onların kafalarında kurdukları araçsal bir imajdır. Onların çoğu zaman “egemenlerin devleti”yle de özdeşleştirdikleri hınçlarının, öfkelerinin, tepkilerinin taşıyıcısıdır (Esenler’den Bağdat Caddesine, Beyoğlu’na; Bağcılar’dan Ataköy’e, Yeşilyurt’a giden bir çocuğun psikolojisini, “isyan”ınını anlamak lazım. Bu isyanı ekonomiye indirgemek doğru olmaz. Bu genel olarak kültürel bir tepkidir. Aslında, bir tür itiraf edilemeyen, “sosyal kıskançlık”tır. Kıskançlığın gıptayla aynı şey olmadığını, birincisinin negatif, yok edici; ikincisinin, pozitif, yaratcı olduğunu hatırlatmak isterim). Hâlâ onu izlemekten haz duyuyorlar. Çünkü onların her biri kendisini gerçekleştirememiş bir Tayyip’tir. Tayyip burada bir arabesk “kralı” ya da bir popüler “star”dır. Tayyip’in iktidarı sürdükçe bunun bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacağına şüphe yoktur.
Burada mesele, “alternatif” olmadığını düşünen, nispeten daha sorgulayıcı, o kitle arasında nispeten daha kırılgan insanları kazanabilmek adına, karşı muhalif kefeyi yeniden düzenlemektir. Hantal, yabancılaştırıcı bir söylemden arındırmaktır. Neticede bu insanlar ekonomik beklentilerini, beklentileri olan hayat kalitesini çok uzun süre erteleyemezler. Hayalleri var. Bu hayallerin yıkılmasına hiç tahammül edemezler.
Öte yandan, Batı’ya doğru ivme kazanan göç ve kentlileşme, yine bu insanların küçük geleneksel dünyalarında gedikler açar. Onların modern hayata, dünyaya sadece ekonomik olarak değil, sosyal olarak da entegrasyonu sağlar. Örneğin, türbanı sayesinde sokağa çıkabilen bir kadın, kendisini aslında tabusal olan mekanlarda, ortamlarda ve ilişkiler içinde bulur. En azından, otobüste, tramvayda, ekeklerle bir arada, sırt sırta ya da daha başka pozisyonlar içinde seyahat eder. Yani, ona verilen geleneksel kültürün en önemli bileşeni olan cinsiyetin sosyal segregasyonu pratikte işlemez olur. Eh, her kadına bir cip tahsisi de mümkün değil…
Bu oylamayı da Tayyip kazanmıştır. Onu başından çekip alırsanız, ne cemaat ne AKP seçimlerde bir varlık gösteremez. Tayyip o kitlelerin nazarında “anti-siyaseti” temsil ediyor. Onu oylayanlar gerçekte apolitik insanlardır. Tayyip’ in kendsi de zaten klasik bir politikacı figürü değildir. Daha doğrusu, o da apolitik bir tiptir. Bu yüzden “devlet” kavramı, kurallar, yasalar, kurumlar ona manasız engeller olarak görünmektedir. Kitle desteği, sadece ondaki bu eğilimi güçlendirmekle kalmaz, egosunu da takviye eder. Onun kendisini bütün siyasal yapıların (ya da “engeller”in) üzerinde görmesine neden olur. Bir taraftan ta baştan gereksiz gördüğü kurumlarıyla birlikte “siyaset”; diğer taraftan arkasına aldığı “milli irade”. Bu ikisi bir arada Tayyip’in kendisini her kurum ve her egemen kliğin üzerinde görmesine yol açmaktadır. Onun sürekli artan yetki taleplerini böyle de okumak mümkün. Tayyip bu anayasal değişiklikleri tamamen kendisi için istemiştir. Bundan sonrakileri de yine kendisi için isteyecektir.
Emin Çölaşan’ın önümüzdeki yaz yapılacak genel seçimlerde Tayyip’in kaybedeceğini söylemesi isabetli bir tahmin olmayabilir. Kaybetmesi birçok faktöre bağlı. Ona içeride ve dışarıda siyaset diye bir olgunun inkarı mümkün olmayan bir gerçeklik olduğunu hissetirecek gelişmeler olmasına bağlı. Küresel güçlerin bir süredir askıya alınmış görüntüsü verdikleri emperyalist operasyonların kaldığı yerden devam etmesi, kapitalizmin krizi vb.
Tabii bu arada bir muhalif ağırlığın ya da alternafin oluşması da gerekiyor. Burada bütün mesele, CHP’nin sol kulvara yönelip yönelmeyeceğidir. CHP net değildir. Liderinin siyasal kişiliği oluşmamıştır. Yani siyaseten bir “karakter” haline gelememiştir. Zaman içinde gelebilir mi? Bilmiyorum. Ama işaretlerin umut verici olduğunu söylecek durumda da değilim. CHP’nin tarihi-sınıfsal arka planı da bu kuşkuma dayanak teşkil ediyor. CHP’nin acilen ve radikal olarak sola doğru bir imaj değişikliğine ihtiyaç var. Baykal partiyi “kulüp” haline getirmişti. Siyaset onun için bir tür hobiydi. Samimiyetsizdi. Hatta ikili oynuyordu. Kılıçdaroğlu için söylenecek şeyleri şimdilik erteliyorum. Sadece şu kadarını söyliyeyim: Eğer CHP ve lideri özü itibariyle amerikancı neo-liberal söylemden ve programdan kendisini kurtarıp, sol kadrolarla ve sol bir programla ortaya çıkamazsa, anti-emperyalist bir konum almazsa, CHP yine 20’lerden yukarı çıkamayacaktır. Kılıçdaroğlu’nun öncelikle CHP’yi 2.Cumhuriyet’in yedek partisi görüntüsünden kurtarması lazım.
Kamil Park
* Bu yazı 2009 Ekiminde ODATV’de makale olarak yayınlandı.