Türk devletinin cihatçıların Rusya, İran ve Suriye hükümetinin talebi üzerine İdlib’e sürülmesinde önemli bir rol oynamış olmasının stratejik nedeni, ileriki bir zamanda, Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın batısında yer alan sınır bölgesini tamamen kontrolü altına almaktı. Suriye devletinin Fırat’ın batısından itibaren Hatay’a kadar olan alanda kontrol kurmalarına engel olmak, bu arada,oluşabilecek olası bir boşluğun askeri bir güç haline gelmeleri için çok katkı verdiği Kürtler tarafından doldurulmasına mani olarak sahadaki etkisini, emperyalizm için “önemli oyuncu” rolünü kaybetmemekti.
Bu kontrol alanına İdlib de dahildi. Türkiye, cihatçıların oraya sürülmesini, onlar üzerinden İdlib’in de kontrolü için kabul edilebilir buluyordu. Böylece işbirliği içinde olduğu cihatçılar sayesinde, bir yandan, Fırat’ın batısında yer alan ve Kürtlerin hakim olmaya çalıştığı alanın bir bütün olarak kontrolü daha da kolaylaşacak; diğer yandan da, Suriye devletinin komşu Halep kentindeki hakimiyetini tehdit altında tutabilecekti.
Türk devleti açısından evdeki hesap bu şekildeydi.
Bu stratejinin uygulamaya konulmasına, Fırat Kalkanı operasyonuyla başlayan Türkiye, El Bab’a yerleşti. Böylece en batıda, Hatay’la da sınırı olan ve Kürt nüfusu ve nüfuzu sürekli artan Afrin ve Fırat nehrinin hemen batısında bulunan, ABD destekli Kürt güçlerinin kontrolleri altına almak istedikleri Menbiç arasındaki bağlantıyı kesmeyi düşündü.
Bundan sonra diplomasinin devreye gireceği günlere yakın, Suriye devletinin İdlib’te; ABD’nin Fırat’ın doğusundaki havzada gerçekleştirmek istedikleri hamlelere yanıt olarak El-Bab’ın hemen batısındaki, İdlib’in güneyindeki Afrin’e Zeytin Dalı adı verilen operasyonla müdahale etti. Kenti işgal etmek için muhtemelen Rus ve Suriye yönetimlerinin koydukları kayıtlar ve sınırlamalarla operasyon başlattı.
Soçi’deki gelişmelere göre, muhtemelen Türk devleti bu kez El-Bab’ın doğusunda, Fırat nehri sınırındaki Menbiç’e de girmek isteyecektir. Böylece planlandığı gibi, Fırat nehrinin batısından Hatay’a kadar olan kuzey Suriye sınır bölgesi kontrol altına alınacaktır. Menbiç olmadan Türkiye’nin hesapları tutmayacaktır. Bu yüzden bir sonraki hedefin Menbiç olacağı açıktır.
Tabii bunu gerçekleştirmesi, öncelikle Afrin’deki performansına bağlıdır. Sonrasında da, Rusya ve Suriye devletine ve tabii ABD’ye de bir takım tavizler vermesiyle mümkün olabilir. Rusya ve Suriye devletine verilecek en önemli tavizin İdlib konusunda olacağını düşünüyorum. Ancak bu tavizin Türkiye açısından çok önemli, bir o kadar zor sonuçları olabilecektir. Halen İdlib’te en az 40 bin cihatçı bulunduğu belirtilmektedir. Kesin rakamı bilemiyoruz, ancak orada birden fazla cihatçı hükümetlerinin var olduğunu medyadan öğreniyoruz. Onlarla beraber çalışan en az iki yüz kişilik bir Türk devlet görevlisinin de orada bulunduğunu okuyoruz.
Sorun, İdlib’in Suriye devleti tarafından kurtarıldığı durumda bu cihatçılardan canını kurtaranların ne olacağıdır. Nereye gidecekleridir. İdlib’in altında Türkiye’nin vilayeti Hatay ve Türk ordusunun ÖSO ile birlikte girdiği Afrin var. Doğusundaki Halep, güneyindeki Hama ve batısındaki Lazkiye Suriye devletinin denetimindedir.
Menbiç konusunda da ABD ile önemli bir sorun çıkabileceğini sanmıyorum. Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki sınır bölgesinin ABD ve Türkiye arasında paylaşılmasını öngörmektedir. ABD, Fırat’ın doğusunu; Türkiye, batısını kontrol edecektir. ABD burada daha önce 30 bin kişilik bir Kürt ordusu kuracağını ( bu noktada, ABD hiç bir zaman tek kartla oyun açmaz. Cihatçıları sahada elinde tutmaktan tamamen vazgeçmeyeceğini ısrarla belirtmek isterim) açıklamıştı. Türkiye buna mukabil biraz homurdanmış, bunu Afrin’e müdahale gerekçesi olarak telaffuz etmiş, ama beklendiği gibi ABD’nin girişimine zımnen rıza göstermiştir.
Şunu açık olarak belirtmek lazım : Türkiye’nin, Suriye’de ABD ile uzlaşmaz bir çelişkisi yoktur. Bir takım pürüzler vardır tabii. Bunların da Afrin ve Menbiç operasyonlarıyla nispeten giderileceğini öngörmek gerekir. Türkiye’nin asıl stratejik sorunu, Suriye, İran ve Rusya iledir. Bunlarla uzlaşması zordur. Şimdiki hale bakıp aldanmamak gerekir. TC devleti bir NATO devletidir. Bunu her zaman dikkate almak gerekir. Türkiye sermaye sınıfı NATO şemsiyesi dışına çıkılmasına izin vermez. Türkiye’nin işgallerinin altta yatan gayesi, yeniden ABD’nin savaş bölgesindeki “baş müttefik” i muamelesi görmektir.
ABD açısından bu noktada Türkiye’den beklenen, Kürtlerin varlığının ve ABD stratejisi içindeki rollerinin sorun haline getirilmemesidir.
Özcesi Türkiye ve ABD, Suriye’nin en azından kuzeyinin iki kontrol bölgesi halinde Suriye’den -şimdilik fiilen- kopartılmasında hemfikirdirler. Her şeyin değişmeden, işgalin erken zamanlarında öngörüldüğü gibi sürdürülebilmesi için ABD ve Türkiye’nin işbirliği kaçınılmaz görünmektedir. ABD de elbette sadece Kürtlere dayanarak Suriye’deki konumunu sürdürmesinin zor olduğunun farkındadır.
Bazı ilericilerin, Türk ve Kürt ulusalcılarının anaforuna kapılıp, “Kürt koridoru” veya “bağımsız Kürdistan” palavlarına alet olmaması gerekir. Türkiye’nin bölgesinde siyasal olarak olduğu her yerde emperyalizm ve dolayısıyla ABD de vardır. Bunu unutmamak gerekir. İkincisi, ABD, tarihinde “devlet ve demokrasi” kurduran bir ülke hiç olmamış, bunun tam tersini yapmak, kurulu yapıları, demokratik oluşumları yıkmaksa, onun emperyalist çıkarları bakımından varoluşsal olmuştur. Bugün de durum farklı değildir.
“Kürt koridoru” hikayesi, aslında Suriye’nin fiilen bölünmesini haklı göstermeye yarayan bir yalandır. Tıpkı, ABD’nin “demokrasi, özgürlükler, insan hakları” gibi ideolojik palavralarıyla bölgede işgallere girişmiş olması gibi.
Eğer Türk devleti gerçekten Suriye’nin bölünmesini istemiyorsa, onun meşru yönetimiyle işbirliği yapar. Onun yanında yer alır. Durum bu kadar açıktır.
Eğer Afrin ve olası Menbiç operasyonları sorunsuz gerçekleşirse, yani Türk devletine tanınan çerçeve ihlal edilmezse (Menbiç’in nispeten daha fazla zorlukları var. ABD bölgesine sınır teşkil ediyor. Arada Fırat var. Kürtlerle çatışma riski daha çok), Türkiye ve ABD’nin yeniden birbirleriyle iman tazelemelerini beklemek gerekir.
Hiç şüphesiz, Suriye yönetimi İdlib’i kurtardıktan sonra artık dikkatini büyük ölçüde kuzeyine, iki kadim müttefik ABD ve Türkiye’nin işgali altındaki bölgeye çevirecektir. Çünkü bu işgallere son verilmeden Suriye üzerindeki tehdit sona ermeyecektir.
Bölgesel hesapları ve varoluşsal kayguları dolayısıyla ortak çıkaralara sahip Rusya ve İran da Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırma girişimlerinin belli bir noktadan sonra işe yaramayacağını öngörüyorlardır. Onlar da bu fiili işgale seyirci kalmak istemeyeceklerdir.
Kısacası, Suriye’de büyük final, savaştaki ülkenin kuzey cephesinde sahnelenecektir.