15 Temmuz darbe girişimi ABD’deki iktidar bloğunun neo-con kanadının ve onlarla beraber hareket eden müttefiklerinin Suriye’de ayak bağı haline geldiğini düşündükleri Erdoğan’ı gözden çıkardıkları anlamına geliyordu.
Trump yönetimi Rusya konusunda henüz tam olarak ikna olamamış görünse de, neo-con siyasetle uzlaşmış görünüyor. Suriye’de artık cihatçılar marifetiyle iş görmenin zor olduğu, risklerinin fazla olduğu anlaşılmış olmalıdır. Buradan onlardan tamamen vazgeçileceği sonucu çıkartılmamalıdır. Emperyalizmin yeni stratejisinde bu lejyoner savaşçılar önemli bir yer tutuyor.
Bu araçlar başka ülkeler tarafından da kullanıyor. Mesela, Türkiye tarafından Suriye’de; S.Arabistan tarafından Yemen’de. Sanıyorum gelecekteki bölgesel savaşlarda bu savaşçı tipinin sıklıkla kullanılacağına tanık olacağız. Bunun anlaşılır ekonomik ve siyasal nedenleri var tabii.
ABD, artık işgal ve müdahalelerine gerekçe olarak sunduğu “özgürlük ve demokratik haklar” palavrasını daha inandırıcı kılacak oyunculara, savaşçılara ihtiyaç duyuyor. Kürtleri kullanıyor, daha fazla ve daha geniş bir coğrafyada kullanmak istediği de açıktır.
Dikkat ediniz, emperyalistler stratejilerini, onun aşamalarını kısa, orta ve uzun erimli olarak oluşturuyorlar. Tek bir planları yok. İşler her zaman yolunda gitmeyebiliyor. Strateji ve taktiklerde tadilatlar, bazen panik halinde hamleler, doğaçlamalar da olabiliyor. Ancak en başından genel olarak bir plan yapılıyor. Planın araçları, aksaklıklar halinde olası başka araçları tespit ediliyor. Nasıl tek bir plan yoksa, tek bir oyuncu, tek bir araç da öngörülmüyor.
Bu bağlamda, mesela, ABD’nin hegemonyasını sürdürdüğü her yerde solcu hareketleri, gerilla mücadelelerini tasfiye ederken, ilk Körfez Savaşı sırasında işgal ettiği bölgede, tasfiyesi hiç de zor olmamasına rağmen Kürt gerilla varlığına neden izin vermiş olduğu, yine aniden Öcalan’ın Suriye’den çıkartılıp, öldürülmeme şartıyla Türkiye’ye neden verilmiş olduğu da iyi anlaşılıyor.
Ancak, o zaman ve sonrasında da Türkiye’deki Kürt siyaseti bu durumu kavrayamamış, ya da aynı anlama gelmek üzere, kendi siyasal çıkarları doğrultusunda kullanabileceğini sanmıştı. Halen de sanmaktadır. Kendisini ABD’nin hoşuna gidecek şekilde siyasal olarak yenileme gayreti içinde olmuştur. ABD’nin bölge siyasetiyle aynı hizaya gelmeye çaba göstermiş, sonuç olarak, siyaseten sol devrimci kulvardan ayrılmıştır.
Özetle, emperyalistler kullanabileceklerini düşündükleri hiç bir aracı zamanı gelmeden feda etmiyorlar, deliğe süpürmüyorlar.
Şimdi, yukarıda değindiğim gibi, ABD artık Kürtleri kullanarak Suriye ve Irak’taki varlığını meşrulaştırmak, Kürtler üzerinden süreklileştirmek istiyor. Bunu da gayet açık bir şekilde yapıyor. Bu yeni yolda Türkiye’yi ayak bağı olabilecek bir ülke olarak görüyor. Açık bir şekilde, Türkiye’yi Suriye’den ve Irak’tan dışlamak istiyor. Onun sadık, uysal bir müttefik olarak geri hizmetleri yerine getirmesini bekliyor. Kürtleri kullanıyor, artık bölgesel hakimiyet hesaplarını Kürtler üzerinden yapıyor.Buna göre, Türklerin engel olacağını hesaplıyor.
Devam etmeden, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra düşünsel cevvaliyeti iyice artan, gayet yetkin Rus diplomatik hamlelerine ya da salvolarına tanık olduğumuzu vurgulamak isterim. Rus siyaseti bir yandan sahada askeri başarılar elde ederken, diğer yandan emperyalistler ve müttefikleri arasındaki sürtüşmeleri, kararsızlıkları zekice kendi lehine istismar eden bir rol oynamaktadır. İleride bugüne dönüp bakıldığında bölge halklarının emperyalist işgale kahramanca direnmeleriyle birlikte Rus diplomasisinin bu performansına ve kalitesine de dikkat çekileceğini düşünüyorum.
Evet, ABD Türkiye’yi özellikle Suriye’de aktif bir rol oynarken görmek istemiyor. Sahadan çekilmesini talep ediyor. Ona vaktiyle verdiği fırsatı iyi değerlendirmediğini düşünüyor. Sadece sahada değil, Cenevre’de kurulacak ve Kürtlerin yer alacağı diplomasi masasında da Türkiye’nin yeri olmadığına inanıyor. Özcesi, Suriye sorununda Türkiye’nin kendisinin attığı bütün adımları kayıtsız koşulsuz onaylamasını istiyor.
Buna mukabil, Rusya Türkiye’nin baş müttefiki tarafından dışlanmış halini görüyor, sürekli olarak ona önem verdiğinin işareti olan siyasal davranışlarda bulunuyor. Bunu yaparken Türkiye devletinin yönetiminde bulunan mevcut heyete hiç güvenilemeyeceğini de iyi biliyor. Rusya, Suriye’de askeri uçağının düşürülmesinden ve büyükelçisinin suikaste uğramasından itibaren gayet soğukkanlı, Türkiye’ye ülkenin kaygularını iyi anladığı izlenimi veren ama kendi siyasal çıkarlarını, bölge politikasını da kabul ettiren bir ülke konumundadır. Türkiye’ye ABD’nin gideremediği kaygularını anlama eğiliminde olduğunu hissettiriyor. Dışlayıcı değil, kapsayıcı davranıyor.Tabii bunları bölgesel çıkarlarını gerçekleştirmek için yapıyor.
Mesela Suriye’de Türkiye’nin sahada kalmasını ama bunu Rusya, İran ve Suriye devletinin ortak siyasetleriyle mümkün olduğu kadar aynı çizgiye gelerek yapmasını talep ediyor. Onun askeri hareketlerini kontrol ediyor, olası askeri operasyonları için belli kayıtlar ve sınırlamalar dahilinde onay verebiliyor. Cenevre’den dışlanmış Türkiye’ye Soçi masasında yer açacağını vaat ediyor. Rusya’nın kafasında hep “kaz ve tavuk” hesabı olduğu açıktır.
Şimdi daha öncesine dönelim. Halep’in kurtarılması sırasında Türkiye’nin cihatçılar arasındaki etkisini bilen Rusya, ABD’nin hoşuna gitmemesine rağmen Halep ve havalisindeki cihatçıların İdlib’te toplanmasında Türk devletinin aktif desteğini görmüştü. Elbette cihatçıları İdlib’e toplama Suriye ve Rusya için geçici bir önlemdi. Zamanı gelince Halep ve Akdenize çıkış bakımından önemli bir coğrafi konumda bulunan ve Türkiye’ye mesafesi bir buçuk saat kadar olan bu kent cihatçıların elinden alınacaktı. Kent cihatçılardan temizlenecekti.
Soçi ve Cenevre öncesi, benzerini daha önceki diplomatik görüşmeler arefesinde de gördüğümüz gibi, masaya eli kuvvetli oturmak adına sahada mevzi kazanma gayretleri arttı. Suriye birlikleri İdlib’e müdahale ettiler. Halen stratejik noktalara doğru ilerlemektedir. Rusya da bilindiği gibi havadan destek veriyor. ABD de boş durmuyor. Kontrolü altındaki bölgede otuz bin kişilik bir Kürt ordusu kuracağını açıklıyor.
Sahadan dışlandığını gören Türkiye, tam bu sırada Rusya’nın kontrol alanında bulunan Afrin konusunu gündeme getiriyor. Bilindiği gibi, Rusya da Kürt kartını kaybetmek istemiyor. Hatta Soçi’ de onların da bulunması gerektiğini ifade ediyor. Böylece bir yandanTürkiye’nin kaygularına hak verdiği izlenimini yaratırken, diğer taraftan da, Kürtlere el uzatıyor. Türk devleti, İdlib’e yönelik Rus-Suriye operasyonu karşısında mızmızlanıyor, bu sayede Afrin ödününü koparacağını hesaplıyor. Kendisi için asıl büyük sorun olması muhtemel İdlib konusunda diretmesinin yankı yapmayacağını görüyor.
Afrin’e müdahale için Rusya’nın izni gerekiyordu. Bu izin çıktı. Pekiy Rusya bu izni neden verdi?
Bu soruya yanıt vermeden önce Türkiye’nin ektiklerini biçmekte olduğunu belirtelim. Biçmeye de devam edecektir. Bir çıkmazda debelenip duruyor. Yarasa misali kendisini çevreleyen,örülmesine katkı yaptığı duvarlara çarpıp çarpıp düşüyor. Bu Suriye meselesi ta başından Türkiye’nin bir iç sorunu olmuştur. Türkiye bu yönetimden, bu emperyalist burjuva siyasetinden kurtulmadan bu çıkmazdan kurtulamaz. Bu gerçeği kabul edelim.
Rusya, Kürtlerin hamisi rolüne soyunmuş ABD’nin kendisinden beklenen bu işlevi yerine getiremeyeceğini Kürtlere göstermek istiyor. Rusya ve Esad gerçeğini kabul etmelerinin gerekli olduğunu anlatmak istiyor. Kürtlerin ABD çıkarlarının aracı haline gelmesini kabul etmeyeceğinin altını çiziyor.
Afrin Rusya’nın kontrolünde olan bir yer ama nüfusun büyük bölümü Kürt, ve bunların çoğu ABD’nin hamiliğine inanıyor ya da inanmak istiyor. Yine de, çoğunluğun Suriye’den ayrılmak gibi bir gündemi yok. Rusya,Suriye ve İran Kürtlerin ABD şemsiyesi altında Suriye’nin kuzey doğusunda bir “Kuzey Irak” bölgesi yaratmasını kabullenmiyorlar. Hatırlanacağı gibi, vaktiyle Türkiye bizzat bu emperyalist emelin değirmenine “kardeş Müslim” le birlikte epeyce su taşımıştı.
Rusya, Türkiye’ye hassas olduğu Kürt sorununda ABD’ye güvenilemeyeceğini, kendisinin bu duyarlılığı anladığını göstermek istiyor. Suriye ile ilgili bütün kesimleri Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve Esad yönetiminin meşruiyetini tanımadan duyarlı oldukları konulara çözüm bulamayacaklarına ikna etmeye çalışıyor. Kürt sorunu üzerinden Türkiye’nin ABD ile arasını daha fazla bozmak, aralarındaki mesafeyi açmak istiyor.Böylece Türkiye’nin kendi etkisi altına daha fazla gireceğini umut ediyor.
Sivilleri hedef almadıkça ve doğuya Fırat havzasına doğru yönelmedikçe ABD’nin bu Afrin operasyonundan pek rahatsız olmayacağı açıktır. Görülen o ki, ABD Kürtlerden vazgeçmeye niyetli değildir. Suriye’de sahada tutunabileceği tek dal onlardır. Ancak, Afrin operasyonunun uzun sürmesi halinde kontrolden çıkma olasılığı da vardır. Bunu ne ABD ne de Rusya arzu eder. Türkiye’ye operasyon öncesi gereken uyarılar yapılmış olmalıdır.
Bu arada, demin İdlib demiştim. İdlib’teki gelişmeler, oradaki cihatçıların geleceği Türkiye’yi yakın bir gelecekte sıkıştıran en yakıcı konulardan biri olacaktır. Türk devleti orayı terk etmeleri istenecek cihatçıları Afrin’e ve civarındaki diğer yerleşim bölgelerine konuşlandırmak isteyebilir.
Gelgelelim, kuralları her zaman galipler koyarlar. Türkiye bu Suriye savaşının kaybeden tarafıdır. Şimdi zararlarını en aza indirmeye çalışıyor. Bu haliyle bunu başaramayacak. Bağımsız bir Kürt devletinin değil, ama ileride “Hatay sorunu”nun tekrar gündeme getirilmesi söz konusu olabilecektir. Bunu bir yere not edelim.
Türkiye dış siyaseti Afrin’den beklediği sonucu alamayacak. Tersine daha da dışlanacak. Suriye’de Esad’la, Rusya’yla, İran’la anlaşmayan (ABD dahil ) güçlerin kalıcı başarılar elde etmesi zordur. Suriye ile ilgili ilk yazılarımda bunu belirtmiştim. Şimdi tekrar ediyorum. Türkiye devleti Esad’ı kabullenmiyor. Esad’ın varlığı, Erdoğan’ın her baktığında yenilmiş adamı gördüğü bir ayna işlevi görmektedir. Bu şartlarda dışlanma kaçınılmazdır.
Türkiye Suriye’de en başında kaybetti. Şimdi Rusya nihai hesapları gereği, onun eline Afrin oyuncağını veriyor. Özellikle olağanüstü halin devamı için iç politikada kullanılacaktır. Sermayenin ve onun AKP’sinin (daha doğrusu bütün bir “düzen partisi”nin) savaş ve terör çığırtkanlığı yapmadan, bunu en ilkel dinci ve milliyetçi meşrulaştırma söylemleriyle desteklemeden olağanüstü hali sürdürmesi; olağanüstü hal olmadan da yönetmesi zor olur.
Türkiye’nin buradan somut, kalıcı bir sonuç alması kabil değildir. Yine Rusya kazançlı çıkacaktır. Türkiye’nin ABD’ye açıktan kafa tutması söz konusu olamayacağı için Rusya’ya ihtiyacı daha da artacak, bu sayede Rusya’nın Türkiye’yi Suriye meselesinde eğip bükmesi kolaylaşacaktır. Kürtlere de Rusya’nın etkisini zayıflatıp, ABD’nin etkisini arttıracak Suriye karşıtı bir siyasetle sonuç alamayacaklarının mesajı verilmiştir.
Son olarak, Orta Doğu’nun doğusu ABD’nin yaşam alanı değildir. Kaldı ki artık Rusya buraya iyice yerleşmiştir. İran’ın buradaki etkisi iyice artmıştır. ABD yaklaşan büyük savaşın habercisi olan ön cephelerden birinde kaybetmiştir. Ona tutunanlar bunun için bedel ödüyorlar. Ödemeye devam edecekler.