1-Haziran Ayaklanması ve Adalet Yürüyüşü arasında doğrudan bir süreklilik yoktur. Bu yürüyüş bir CHP organizasyonudur. Haziran, sadece AKP’yi değil, CHP de dahil, bütün siyasal düzen güçlerini hedef almış kendiliğinden bir kalkışmaydı. Bununla beraber Adalet Yürüyüşü’ne katılan veya destek veren kitleler arasında Haziran Ayaklanması’na katılmış veya destek vermiş olanların ağırlıklı bir yerinin olduğu açıktır. İki olayın yükselttiği talepler yer yer örtüşmektedir. Her iki olayda da iktidarı alma talebi yoktur. İkincisinde iktidar düşürme hedefi dahi yoktur. “Hükümet istifa” talebi CHP tarafından engellenmiş olmalıdır. Haziran’da da hem CHP hem de HDP bu talebin dile getirilmesini önlemişlerdi.
2- Haziran kalkışmasının yer yer de olsa düzen karşıtı taleplere referans vermediği iddiası doğru değildir. Özellikle sol devrimci güçlerin müdahalesi sonrasında düzen karşıtı, hatta sosyalizme referans veren talepler alanlarda meşruiyet bulmuştu. Modern zamanlarda bir halk ayaklanmasında, kitlesel devrimci kalkışmalarda katılımcılar “sosyalist devrim” ya da somut olarak şu ya da bu devrim talebiyle harekete geçmezler. Bu kalkışmalarda, devrimlerde ön alan siyasal güçler, dayandıkları sınıfın çıkarları doğrultusunda, devrimin niteliğini belirlerler. Buna göre, sosyalist devrimciler, sosyalist devrim siyasetiyle, oluşturulmasına katkı yaptıkları kitlelerin talepleri arasında bağ kurarak devrimi sosyalist bir içeriğe kavuşturabilirler. Kitle doğrudan “sosyalizm” talebiyle ayaklanmaz. Öncü taleplerinin ancak sosyalizmle elde edilebileceğine kitleyi ikna ederse sosyalist devrim başlar.
3- Bu bakımdan, her somut siyasal sorun ya da olay karşısında, sürekli ve otomatik olarak “çözüm sosyalist devrim” demenin çıkış arayan kitleler nazarında somut olarak bir anlamı olmayacaktır. Kitlelerin bu çağrıyı yaşamlarında somutlaştırmaları, ikna olmaları talepleriyle bağlantısını kurmalarıyla mümkün olabilir. Öncü bu taleplerin sosyalist devrim hedefiyle bağlantısının kurulmasını temin eder. Yani kitlenin taleplerini devrimci siyasetin diline tercüme eder. Bu çerçevede hemen her vesileyle kitlelerin karşısına geçip, ” Tayyip karşıtlığı ya da AKP karşıtılığıyla olmaz, düzeni hedeflemek lazım” demek stratejik olarak doğru olsa da, taktik olarak yanlıştır. Neticede, Tayyip ya da AKP gitmeden düzenin değişmesi kabil değildir. Bu ikisini adeta – ya o ya bu şeklinde- karşı karşıya koyan bir imadan kaçınmak gerekir. Sonra, bugün kitleler nazarında düzenin Tayyip figürüyle özdeşleşmiş olduğunu da dikkate almak gerekir. Böyle bir kollektif özdeşleştirmenin sosyalistler için kitleyle iletişim kurmak açısından avantajlarının olduğunu düşünüyorum.
4- Adalet Yürüyüşü’ne karşı çıkmak, karşı çıkanlar için ahmaklıktı. Elbette bu yürüyüş kararının sermaye sınıfının onayıyla, hatta belki de telkiniyle alınmış olabileceğini düşünmek meşrudur. Zaten sermaye sınıfından gelen işaretler de buna delalet ediyor. Yine CHP’nin AKP yönetimine son verilmesi, iktidarın alınması gibi bir hedefi de yoktur. Bu halde bile yürüyüş eylemine karşı çıkmak yanlıştı. En azından akıllıca değildi. Kitlelerin CHP’nin kimliğinden bağımsız olarak oluşmuş kollektif vicdanına saygısızlıktı. Buradaki doğru siyaset, bu eylemin CHP tarafından daraltılmış, siyaseten hadım edilmiş bağlamıyla kitlelerin çıkış beklentisine yanıt vermesinin mümkün olamayacağının vurgulanmasıydı. Bir çok sol grup bunu yaptı zaten. CHP’nin bir düzen partisi olarak emekçi kitlelerin çıkarları bakımından AKP’den özsel olarak farklı bir programının olmadığına, dolayısıyla samimiyetsizliğine dikkat çekilmeliydi. Böyle yapanlar da oldu. Şimdi, CHP’nin siyasal sınırları dolayısıyla kitlelerin demokratik taleplerinin arkasında duramayacağı, bu yürüyüşten sonra daha ileri, hatta tutarlı adımlar atamayacağı, mesela, 15 Temmuz’da bir kez daha “Yenikapı Hatırası” fotoğrafına dahil olacağı kitlelere söylenmelidir. Adalet talebi haklıdır, ama CHP’nin bunun arkasını getirmesi kabil değildir. Talep meşrudur. Ancak CHP’nin öncülüğünde yürüyüş ilerledikçe genişletilen çerçevesiyle gerçekleştirilmesinde partinin tereddütleri olacaktır.
5-Devrimci sosyalistler CHP’nin başını çektiği bu yürüyüşe kurumsal kimlikleriyle katılmadan destek olmalıydılar. Bunu yapanlar doğru yaptılar (Bir de, devrimciler olarak elleriyle sağa sola “bozkurt” işareti veren bir liderin arkasından yürüdüğünüzü gözünüzde bir canlandırınız. Bunu yapan, siyasi hesapları için yarın pekala” rabia” işareti de yapabilir.). Bu yürüyüşün bence en olumlu tarafı, onun “adalet” için yapıldığının vurgulanması olmuştur. Uzun yıllardan beri Türkiye sağının mottosu haline getirilmiş, doğrudan vicdanlarda yankı bulan güçlü bir kavramla, sağın kendisini vurmak gayet isabetli olmuştur. CHP’nin bunu sözünü ettiğim bağlamda bilinçli olarak yapmış olabileceğine ihtimal vermediğimi de belirtmek isterim. “Adalet” talebiyle iktidar olanların adaletsizlikleri spektaküler olarak ifşa edilmiştir.
6- CHP’ye teorik olarak soldan karşı çıkmanın, eğer pratiği yoksa, siyaseten bir manası yoktur. Siz soldan inisiyatif alamıyorsanız, hamle yapamıyorsanız, meydan CHP’ye kalır. CHP’nin karşısına somut pratik bir programla, kitleleri hareketlendirecek doğru talep ve eylemlerle çıkmak gerekir. Zaten hayat her eyleminde CHP’nin iki yüzlülüğünü, emekçi düşmanlığını ifşa ediyor. Etmeye devam edecek. Bunu avantaja çevirecek politikalara, eylemlere ihtiyaç var.
7-Bakınız devrim olmuş ülkelerde, mesela Rusya’da, mesela Çin’de, etkili bir reformist hareket ya da reformist parti olmadığı için devrim talebi kitlesel meşruiyeti pek zorlanmadan elde etmişti. Rusya örneğinde, sadece Bolşevikler değil, Menşevikler, SR’lar ve başka küçük gruplar, farklı sınıfsal içerikle de olsa, devrim talebini yükseltmişlerdi. Oysa, mesela Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, güçlü, etkili reformist partiler ya da gruplar vardı. Buralardaki devrimci girişimlerin başarısız olmasında bu gerçeğin çok önemli bir payı oldu. Bugün bile sol belagatiyle Syriza’nın iktidar olması PASOK’un çöküşüyle mümkün olabilmiştir. Fransa’da son seçimlerde Mélenchon’un liderliğini yaptığı sol ittifakın başarısı, Sosyalist Parti’nin çöküşüyle mümkün olabilmiştir. Türkiye’de de, sosyalistler CHP’nin çöküşüyle siyasal bir güç haline gelebilirler. 70’lerde devrimin gerçekleşmemesinde CHP faktörünün ayrıcalıklı bir yeri vardı. Bu bakımdan CHP’ye hizmet eden politikalar (onun eylemlerini körü körüne destelemek kadar, onlara körü körüne karşı çıkmak da) sosyalistlerin kendilerini ayaklarından vurmaları anlamına gelir.
8- Devrimci sosyalistler olarak CHP bizim rakibimizdir. Onun kampımıza dahil olması mümkün değildir. Onun kulvarında yürümek sermaye düzeninin kampına dahil olmak demektir. Son olarak, bizim açımızdan CHP ve HDP, sınıf içerikleriyle aynı kampta yer alırlar. İkisi de emperyalizm icazetiyle hareket eden burjuva milliyetçisi partilerdir. Ancak ikincisinin sol timarlarıyla beraber sıkışmış olduğu dar, bölgesel etnikçi alanda devrimci sosyalist harekete, özellikle de uzun erimde, CHP kadar zarar vermeye gücü yetmez.