ABD yönetiminin, İdlip senaryosu, Suriye’deki meşru Esad yönetimine ve onun müttefiklerine, ölümü göstermek, sonra sıtmaya razı olmalarını beklemek gayesi taşıyor. Trump’ın neo-con akıl hocaları, daha önce aynı Irak’ın kuzeyinde yapıldığı gibi, Suriye’nin kuzeyinde de kendilerine tabi bir “Kürt bölgesi” kurarak bölgenin geleceğiyle ilgili planlarını uygulamakta avantajlı bir konuma gelmeyi arzu ediyorlar.
Zamanlanması bakımından Rusya’daki Petersburg saldırısı ve İdlip saldırısı arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Emperyalistler Rus kamuoyunu Rusya’nın Suriye’deki faaliyetleri aleyhine çevirmek istiyorlar. Bu amaçla, bir yandan Rusya’yı terörize edip; diğer yandan, meşru Esad yönetimini, ellerine kimyasal silah verdikleri cihatçı maşalarına işlettikleri cinayetlerin sorumlusu gibi göstererek, gayri-meşru ilan etmeye çalışıyorlar. Elbette bu yeni bir şey değil. ABD ve müttefikleri bunu ilk kez yapmıyorlar.
ABD ve müttefikleri, Halep’in kurtarılmasından, daha doğrusu, ellerinden gitmesinden sonra Suriye’nin doğusunda ve Irak’ta yoğunlaşmış IŞİD’le mücadele ediyormuş gibi davranırlarken, öbür yandan, cihatçı savaşçılarının özellikle İdlip’te toplanmasını teşvik eden bir planı uygulamaya koydular. Suriye de buna anlaşılır nedenlerle rıza gösterdi.
Suriye yönetiminin İdlip’i emperyalistlere terk etmeyeceği açıktır. Suriye ordusunun oraya operasyon hazırlığı içinde olduğu da biliniyor. Rusya da zaman zaman oradaki bazı stratejik noktaları havadan bombalamaktadır.
İdlip’in de düşmesi, ABD ve müttefiklerinin Suriye’nin kuzeyindeki hesaplarını riske sokacaktır. Akdeniz’e çıkış yolu kapanacaktır. Üstelik kentte konumlanmış, sayılarının 50 binden fazla olduğu söylenen cihatçılardan hayatta kalanları muhtemelen en yakın yer olan Hatay’a doğru kaçmaya çalışacaklardır.
İdlip’teki tezgah, daha önce Guta’da bir benzerini gördüğümüz, üstelik bu kez gayet beceriksizce sahnelenmiş olan tipik bir ABD prodüksiyonu ( saldırı sonrası ABD dış bakanı vakit kaybetmeden bu işi Şam’ın yapmış olduğundan kuşkuları olmadığını ilan ediyor). ABD, biraz daha önce de, hatırlanacağı gibi, bu tür prodüksiyonlarda kullanmış olduğu aktörlerine Oskar ödülü verdirmişti. ABD emperyalizmi ve onun işbirlikçileri bu kadar arsız ve fütursuzdur.
Esad direnerek Saddam veya Kaddafi olmadığını gösterdi. Yani buradan kimse elini kolunu sallayarak çıkamaz. ABD ve Avrupa’daki müttefikleri bunu göze alabilirler mi? ABD’nin ve müttefiklerinin saldırılarının sürmesi savaşın bütün bölgeye yayılmasına hizmet eder. Artık öyle uzaktan kumandayla işleri çevirmek de mümkün olamaz.
Bugün ne ABD ne de Avrupa ülkeleri bölgeye savaşması için asker sevk edebilirler. Orta Doğu’da bir kara savaşını göze alamazlar. Cihatçılara dayanmak zorundalar. Bir de Türk ordusu kullanılabilir tabii. Muhtemelen ABD yetkililerinin son temasları sırasında Türk genelkurmayı ve politikacılarıyla bu ihtimal de müzakere edilmiştir. AKP yönetiminin ABD’nin tam desteğiyle böyle bir savaşa girişmeyi çok istediği malumdur.
ABD’nin müdahalesini sürdürmesi, Suriye’deki savaşın tüm bölgeye yayılmasına hizmet eder. Bunun kaybedeni de emperyalistler olur. Sonuç olarak, İslamcı terör Batı’da daha etkili olur. Avrupa ülkelerine doğru göç hızlanır. Emperyalistler arasındaki çatışmayı takviye eder. Başta Türkiye’de olmak üzere, Orta Doğu’da devrimci direnişler güç kazanır. Anti-emperyalist devrimci dönüşümler kaçınılmaz olur. ABD ve müttefikleri bu olası gelişmelerin önünü kesemezler.
ABD ve müttefiklerinin yalan imparatorluğunun bu şekilde devam etmesi mümkün değildir. İçeride, dışarıda, her yerde, her konuda yalan söylemek zorundalar. O kadar çaresizler yani. Yalan üzerine sağlam hiç bir şey inşa edilemez.
Öyle havadan bombalamakla savaş kazanılmıyor. Lejyonerlerle de olmuyor. Bizzat sahaya inmek lazım. ABD ve müttefikleri sahaya inebilirler mi? Esad’ın yaptığı gibi sahada dövüşebilirler mi?
Türkiye’yi sahaya sürmeleri, öncelikle ABD’nin sahadaki müttefikleriyle arasını açar, ittifakın sürdürülebilmesini olanaksızlaştırır. ABD kendisini yerli bölgesel güçlerden izole eder. Üstelik etkileri bütün bölgede duyulacak, Türkiye’deki sol bir devrimin önünü açar.
Yok, bence şimdilik ABD, aynı İsrail’in zaman zaman yaptığı gibi, sahada devamlı başarılar kazanan Suriye ordusunun önünü kesmek için bu tür hava saldırılarını bir süre daha yinelemekten öteye gidemez. Şurası açık, ABD veya NATO, Irak’ta, Afganistan’da yaptığını Suriye’de yapamaz.
Bu “İdlip kumpası” dolayısıyla bir kez daha ABD’nin saldırganlıktan vazgeçemeyeceği, onunla barış yapılamayacağı açık olarak ortaya çıkmıştır. ABD ancak güçten anlar. Onun karşısına Suriye’nin, geçmişte Vietnam’ın yaptığı gibi bir güç koymanız gerekir.
ABD’nin bu Humus saldırısı bundan böyle kartların açık oynanmasına hizmet edecektir. ABD, Suriye’ye kısmen de olsa yerleşmek istiyor. Çünkü Suriye’yi kontrol edemezse, İsrail’in, Arap petrol monarşilerinin güvenliğini temin edemeyeceğini, Rusya’nın bölgede ilerlemesini durduramayacağını, “İran belası”ndan kurtulamayacağını görüyor. Bölgede Almanya gibi bir emperyalist gücün ön almasına izin vermek istemiyor.
Suriye’de, aynı Irak’ta yaptığı gibi, kendi kontrolünde bir bölge oluşturmak istiyor. Bu bombalarla Suriye’yi buna ikna etmesi kabil değildir. K.Kore’yi, İran’ı korkutması da söz konusu değildir. Korkan geleceğini göremeyen ABD’nin kendisidir. Bu şekilde bir sonuç alması mümkün değildir. Bu müdahalelerin işleri kendisi için daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten öte bir sonucu olmaz. ABD bu saldırılarına devam ederse, kendisini kontrol edemeyeceği gelişmeler içinde bulacaktır.
Trump, hızlı bir başlangıç yaparak, düşman ilan ettiklerine gözdağı vermek istedi (Kabul edelim, ABD Humus saldırısına, İran ve K.Kore’ye karşı, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” işlevi de yüklemiştir) ancak arkasını nasıl getirecek, getirebilecek mi? Aynı Bush gibi o da, “ya bizden yanasınız ya da düşmandan” anlamına gelen bir açıklama yaptı. Daha önce de söylemiş olduğum gibi, siyasal olarak, Trump’la Bush arasında benzerlikler çok. Nasıl olmasın ki?
Bu arada, ABD’nin bu son saldırısı, bir kez daha onunla, siyonizm ve islamcılık, ve bu ikisinin arasındaki sıkı bağlantıyı, kader birliğini açığa çıkarmıştır. Bağlantı yalanlarla, demagojiyle saklanamayacak kadar açıktır. Kırılganlıklarının farkında olan Siyonist İsrail ve Türkiye de dahil İslamcı müttefikleri o kadar çok korkuyorlar ki, ABD’yi sürekli olarak saldırılara teşvik ediyorlar. Yarasalar nasıl ışıktan korkarlarsa, bunlar da barıştan korkarlar. Her zaman emperyalizm arabasına koşulu olarak hazır beklerler.
Türkiye beklendiği gibi, bu son saldırıyı büyük bir memnuniyetle karşılamıştır. Zaten kendisine verilecek görevlere açık olduğunu her zaman belirtmektedir. Muhtemelen Petersburg saldırısı ve İdlip’teki kimyasal silah işinde de, elbette ABD’nin bilgisi dahilinde, Türkiye bir rol üstlenmiştir.
Suriye’deki savaşın ilk etabı Gezi’yi yaratmıştı. Bu yeni etabı da devrimi getirecektir. Devrim bir fırsat işidir. Bütün mesele bu fırsatı iyi okuyup, değerlendirecek kapasiteye sahip olmaktır. Bu kapasite niceliğe indirgenemez. Aksine nitel bir çekirdek (Leninist öncü parti) büyük önem taşır.
Devrimci, iyi bir avcı gibi, avı karşısında sabırla, kararlılıkla davranır. Onun etrafında, gözünü, kulağını ondan ayırmadan, ona odaklanmış olduğu halde dolanır. Devamlı yol ve yöntemlerini, taktiklerini, araçlarını gözden geçirir. Avın hareketine göre kendi hareketini düzenler. Yani sabit, pasif bir gözlemci konumunu kabullenemez. Zihni bir fabrika gibi, benzer bir disiplin içinde sürekli avıyla meşgul olarak çalışır. Avın en zayıf anını kollar. Ve üzerine atılır. O fırsat kaçtı mı, avlanmak başka bir bahara…
Tarihte ilerici rol oynamış, bildiğimiz hemen hemen bütün modern devrimler savaşlardan çıkmıştır. Savaşlar avın en zayıf düştüğü koşulları yaratma kapasitesine sahip oluyorlar. İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi, Türk Devrimi, Çin Devrimi, Vietnam Devrimi. Hepsi savaşlardan çıktılar.
Zihnimizi sürekli olarak devrim sorunuyla, nitel çekirdeği oluşturup, takviye etmekle meşgul etmemiz gerekiyor. Kararlı ve sabırlı bir şekilde. Liberal, reformist kirliliğin bir ifadesi olan “devrimsiz devrim” yalanını bir yana bırakmak lazım.
Referanduma kafayı fazla takmayalım. Referandumdan çıkacak bir hayır, elbette devrimci güçlerin kazanımı olur. En azından moral açıdan bizi takviye eder. Düşmanı bozar. Ancak kendi başına referandumdan devrimci bir rol beklemek kolaycılara özgü bir ahmaklık olur. Yok, devrim kolay olmayacak, devrimcilik kolaycıların işi değil. Mesela bir bakarsınız, “hayır” sonucu devrimcinin işini daha da zorlaştırmış.
Haziran şanlı bir kalkışmaydı, yaklaşan sosyalist Türkiye devriminin ilk etabıydı. Kaybettik, ama çok değerli bir deneyim oldu. Öğrendik. O yenilginin bizi bu bugünlere getirmiş olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Yenilgimiz burjuvazinin, onun AKP rejiminin gerici azgınlığını takviye etmesiyle sonuçlandı. Elbette beklediğimiz bir durumdu. Kazanamazsanız, cezayı keserler.
Türkiye genelkurmayının Suriye’ye daha kapsamlı olası yeni bir saldırısı, devrimle sonuçlanabilecek ikinci etap fırsatını yaratacaktır. Hazırlanmak, hazır olmak lazım.