TC devletinin Suriye krizine dahil olmasıyla birlikte zaten yalama olmuş, gevşemiş vidaları, 15 Temmuz’da tamamen boşaltıldıktan, bütün vidalarından kurtulduktan sonra ordu ABD tarafından Suriye topraklarına salındı. ABD için asıl gerekçe, Türkiye sınırının Halep ve Rakka’nın kontrolleri bakımından önemli bir kısmını, önemli bir lojistik destek noktasını sağlama almaktı. Bundan sonra Türk ordusu ve cihatçı müttefikleri -ihtiyaca göre- Halep’e, Rakka’ya en yakın stratejik noktalara doğru sürülebilecektir. Özcesi, ABD, Suriye topraklarında, ihtiyaca göre yönlendirebileceği TSK gibi şimdilik kontrol edilebilir bir alete sahip olmuştur. TSK’nın bu hali 15 Temmuz’la olanaklı olmuştur (1)
TSK’nın ABD tarafından çerçevesi, sınırları belirlenmiş bu işgal operasyonuna girişebilmesi için öncelikle Rusya’nın ikna edilmesi gerekiyordu. Rusya, öteden beri Türkiye ve Suriye arasındaki sınırın söz konusu bölgesindeki denetimsizlikten şikayetçi idi. Rusya’nın şikayetçi olduğu kontrol edilemeyen alan, cihatçıların başlıca ikmal merkeziydi. Türkiye’nin önce yumuşama havası yaratıp, yani zemini hazırlayıp, sonra bir takım güvenceler vererek Suriye sınırının 10-20 km derinliğinde konumlanması Rusya açısından kabul edilebilir bulunmuş olmalıdır.
Türkiye açısındansa, bu operasyon Halep’e doğru ilerleyen “katil Esed” in durdurulması için bir fırsat olarak görülmüş, bu arada bölgede, Türkiye aleyhinde siyasal amaçları olan Kürt hareketinin etkisizleştirilmesi için de kullanılmak istenmiştir.
Bu olay vesilesiyle, ABD’nin hegemonik yöntemlerinin sahada nasıl işlediğini de görüyoruz. Önce kendi örtülü veya açık desteği altında IŞİD ve PYD’yi kullanarak Türkiye’yi ürkütüyor. Aynı zamanda onun adına, Suriye’yi işgalini meşrulaştırabileceği gerekçeler yaratıyor. Türk ordusu işgale başladıktan sonra ona küçük küçük “zafer”ler bahşediliyor. İşgalci ordunun şevkini arttırmak için zaman zaman PYD ya da IŞİD tarafından tahrik amaçlı nokta vuruşları yapılıyor. Yaptırılıyor da demek mümkün. Böylece daha fazla ABD’ye dayanmasının, aynı anlama gelmek üzere, daha fazla çamura batmasının koşulları da yaratılmış oluyor. Artık Türkiye’nin nerede duracağı belli değildir. ABD’nin bu işgalle başlayan gelişmeleri ve Türkiye de dahil sahada kullandığı oyuncuları daha ne kadar kontrol edebileceğini kestirmek güçtür.
Şimdi Türkiye dış bakanının, dün, “tarihin en büyük savaşına hazırlanıyoruz” şeklindeki demeciyle kast ettiği herhalde “Güneydoğu” yu, Suriye ve hatta Irak’ı da kapsayacak bir savaştır. AKP parmağını peynirde görünce kendisini (genellikle olduğu gibi) Mandıra’da sanmaktadır. Atıp tutmaktadır.
Rusya, işlerin anlaşmayla bağlandığı şekilde gitmediğini görünce Türkiye’ye karşı sesini yükseltmektedir. Biraz ileride, Rusya ve İran’la 15 Temmuz öncesinde duruma geri dönülürse şaşırmamak gerekir. Türkiye devleti zaten kısıtlı olan aklını tamamen yitirmiş haldedir. Sürüklenmeye devam ediyor. Sürüklendikçe, “amok koşucusu” psikolojiyle davranma eğilimleri güçleniyor.
NOTLAR:
1) Emekli CIA elemanı Graham Fuller, 15 Temmuz’un hemen sonrasında, yani sıcağı sıcağına, www.consortiumnews.com sitesinde konuyla ilgili 3 makale yazmıştı. Bu yazılardan Gülen Cemaati’nin doğrudan ABD tarafından yönlendirilmekte olduğu, darbenin ABD devleti içindeki bir takım güçler tarafından planlanmış olduğu, desteklendiği, ABD yönetiminin bu girişimden öncesinde haberdar olduğu anlaşılıyor (anlaşılıyor, çünkü söz konusu 3 yazıyı okuduktan sonra “öyle bir izlenim ediliyor” demek kifayetsiz bir ifade olurdu).