Amerikan ayarı

“Başarısız” darbe girişimi sonrası yaşanan gelişmeler, bu girişimle ABD’nin Türkiye’ye bir ayar verme gayesi gütmüş olduğunu teyit ediyor. Özellikle TSK ve müttefik cihatçı güçlerin ABD şemsiyesi altında Cerablus’a yönelik operasyonu, Türkiye’nin tekrar ama bu kez harfiyen NATO emirlerine amade hale getirilmiş olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.

Muhtemelen Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretiyle birlikte Türkiye, bu ülkeyle yeni bir teslimiyet antlaşması  yapacaktır.  Bu kez AKP yönetimi, hiç kuşkusuz, kendisine dayatılan her talebi koşulsuz kabul edecek konumda olacaktır. En azından, bundan böyle kendisine verilecek her ödevi tereddüt etmeksizin yerine getireceğini taahhüt edecektir.

Böylece, ABD açısından darbeyle ulaşmak istediği amacın da hasıl olduğu görülmektedir. AKP hükümeti, Tayyip Erdoğan, ABD’ye yönelik kaprisler yaparak ayakta duramayacağını şimdilik anlamış görünüyor. Bu anlayışın nereye kadar sürdürebileceği kestirilemez elbette. Ancak AKP’nin şu an için aykırı bir uygulamaya başvurabileceği bir hareket alanı kalmamıştır. Öte yandan,  “milii mutabakat” oyununa zorlanmıştır. Yani ABD’nin yeni talimatlarını yerine getirmek konusunda öne sürebileceği iç siyasal mazeret de kalmamıştır. O kadar ki, AKP ve Tayyip Erdoğan, aksi davranışları halinde ipleri kolayca çekilebilecek bir konuma getirilmişlerdir.

Ne ABD, ne de TC devleti, Suriye’de Esad’ın başarısını kabul edebilecek durumdadır. Esad güçlerinin Suriye’de sürekli mevzi kazanması, Türkiye devletini ve ABD’yi ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Olası bir yeni Cenevre görüşmesi esnasında ABD masaya eli güçlü oturmayı arzulamaktadır. Bu gayenin hasıl olabilmesi için Esad’ın mümkün olduğu kadar zayıf düşürülmesi gerekiyor. Türkiye’nin ABD talebiyle Cerablus’da konumlandırılması, emperyalistlerin Esad karşıtı planları, hamleleri, olası hamleleri çerçevesinde değerlendirilmek gerekir.  Buna göre, muhtemelen TC devleti emperyalistler ihtiyaç duyduklarında, Cerablus’un ötesinde adımlar atacaktır.

Bütün bunları öncekinden farklı bir üslupla, şimdilik, Rusya ve meşru Suriye yönetimini doğrudan ve sert bir şekilde karşına almadan yapmaya çalışıyor. Yani Türkiye’den istenen, Rusya, İran ve Suriye konusunda ABD’nin adımlarına uygun adımlar atmasıdır. ABD gerçekçi davranma ihtiyacı duyuyor. Suriye topraklarında bölgesel mevziler kazanma gayesini, Suriye’nin müttefikleriyle, hatta Şam yönetimiyle işbirliği, diyalog havası yaratarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Şu sıralarda bir restleşmeyi arzu etmemektedir.

Direniş emperyalistler aleyhine kızışıp,  Suriye ve Irak’ın  toprak bütünlüğü, idari egemenliği ve birliği talebi güçlü bir şekilde vurgulanırsa, bu samimiyetsiz yumuşama, zaman kazanma politikası sürdürülemez. Yaratılmak istenen mutabakat, uzlaşma havası dağılır. Direnişin kararlılığı Türkiye’nin almaya çalıştığı bu yeni pozu da bozacaktır.

Bir süre sonra Türkiye’nin, kendisine verilen rol gereği uygulamaya çalıştığı bu “yeni” emperyalist politikanın da sahada işe yaramadığı görülecektir.  Üstüne üstlük, bu kez, gelişmelerin olumsuz sonuçlarının etkisine daha beter şekilde açık olacaktır. İstikrarsızlığı öncelenmemiş ölçüde derinleşip, süreğen hale gelecektir.

Tıpkı emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından içeride dayatılan “milli mutabakat” gibi, dışarıdaki mutabakat görüntüsü de samimi değildir. Sürdürülemeyeceği görülecektir.

Bu arada, Türkiye devleti, “Kürt koridoru” mitini de, özellikle ulusalcıların himmetiyle,  bu istikrarsızlığı derinleştirmek adına tepe tepe kullanmaktan kaçınmıyor.   Bakınız, Türkiye’nin “koridor” olacağı iddia edilen sınırı aşağı yukarı 1300 km’dir. Bu sınırın ABD destekli peşmerge ve YPG ile kontrol edilmesi mümkün değildir. Bunları geçelim. Bugünkü halleri ne olursa olsun, İran, Rusya, Suriye, Türkiye gibi köklü modern devletlerin bulunduğu bir coğrafyadan söz ediyoruz. Zaten ne zamandır  Türkiye devleti bile bu sınırı kontrol edememektir. Bu haliyle, uzunca bir süre daha kontrolü sağlaması olanaklı görülmemektedir. Bu uzun sınırlar çok önemli bir istikrarsızlık kaynağı olmayı sürdürecektir.

Bu noktada, yöntemsel bir uyarı yapmak isterim. Bir çoğumuz yapıyoruz, bugün yaşanan olaylara tarihsel paralellikler kurarak yaklaşıyoruz. Zihin açıcı uyarılar, fikir jimnastiği anlamında bu tür koşutluk kurmak yararlı olabilir. Günümüzde cereyan eden olaylarla geçmişte cereyan etmiş kimi olaylar arasındaki şekli benzerliklere dikkat çekmek anlaşılabilir. Ancak bunun ötesinde, koşutluktan özdeşlik üretmek her zaman yanlıştır. Her devrin kendi koşulları, dinamikleri, özgün gerçeklikleri vardır. Bunu akıldan çıkarmamak lazım.

Devam edelim.  Bugün ABD kimseye ulusal egemen devlet kurdurmaz. Tersine kurulu olanları da yıkmaya çalışır. ABD, en iyi halde, küçük küçük ama stratejik, bölgesel dayanak noktaları yaratmaya çalışıyor. Bunların territoryal olarak bütünsel, birleşik olmaları da gerekmiyor. Ancak emperyalist planlar hesabına tümleşik siyasetlerinin olması isteniyor. Hatta ABD’nin bu “bölgesel yönetimler” in sürdürülebilirliği bakımından varoluşsal anlamını desteklediği ölçüde, bu küçük vasallıkların  karşıt çıkarlarla bölünmüş olması istenilen bir durumdur.

Şu son Cerablus işgalinin dahi bölgesel Kürt siyasetini uyandırmamış olmasının izahı yoktur. Kürt siyasetinin  yapacağı en akıllı hamle, meşru Suriye yönetiminin yanında yer almak olmalıydı.  Böylece, Demokratik Kürt ulusal talepleri ve bu taleplerin meşruiyetini takviye eden ittifaklar oluşturmak bakımından kazançlı çıkacağı bir hamle yapmış olurdu.

Kürt siyasetinin kısa erimli, sürdürülmesi olanaklı olmayan kazanımlar, “vaat edilmiş topraklar”  adına ABD’nin kanatlarının altında siyaset yapmaya çalışmasının sonucu, bir kez daha  hüsran olacaktır. Hegemonik güç olarak  ABD’nin dünyada bir geleceği yoktur. Bu bölgede hiç yoktur.

Kürt ulusal siyaseti bu siyasal akılsızlıkta ısrar ederse, yani emperyal güçler tarafından mahkum edildiği depolitizasyondan kurtulamazsa, biraz ileride bölgenin bütün anti-emperyalist, ilerici, demokratik güçleri tarafından dışlanacak ve kaçınılmaz olarak düşmanlaştırılacaktır.

Bir cevap yazın