“Sizin bombacılar”, “bizim bombacılar” olmaz.Kabul edilemez.

AKP hükümeti 7 Haziran seçimlerinden yenilgiyle çıkınca, beslediği, işbirliği yaptığı IŞİD’i de kullanarak ülkede büyük ve kanlı bir terör havası yaratıp, “istikrar” elden gidiyor yaygarası kopartmıştı. Ardından  vakit kaybetmeden, kendi çıkarları adına uysallaştırmış olduğu düzen muhalefetinin de gayretiyle bir seçime gitmişti. Böylece düşüşünü biraz daha ötelemiş oldu.

Tekrar hükümeti kurar kurmaz,  tahminlere göre 7 binden fazla insanın hayatına mal olan, kanlı, kuralsız  bir “Kürt savaşı” başlatmıştı. AKP, dışarıda, içeride sıkıştıkça şiddete, teröre başvuruyordu.

15 Temmuz darbe girişimi bu koşullarda ortaya çıktı. Ülkedeki kanlı terör ortamı bu kez bizatihi devleti içinden vurdu. Devletin içinde ilan edilmemiş halde sürmekte olan örtülü savaş açık bir kanlı savaşa dönüştü. Artık her bir tarafımızda şiddet, terör, kan var. Terörü önleme iddiasındaki güçler bizatihi ve en spektaküler biçimde terörün kaynağı haline dönüştüler.

Devletin kurumları, organları, özneleri arasında had safhaya ulaşan bir güvensizlik hali derinleşerek yayılıyor.  Devlet ve hükümet kıyasıya birbiriyle savaşıyorlar.

Ancak şu da bir gerçek, bugün bu AKP düzeni şiddet olmadan, terör olmadan sürdürülemez. Paradoksal olarak, aynı nedenle de ayakta kalamaz. Yani terör,  bu rejimin sürdürülmesi için gereklidir; ama öte taraftan da,  onun kendisini sürdürme olanaklarını tüketmektedir. AKP’nin terörü, başka terörleri doğurmaktadır.

Emperyalist vesayet altında, içeride, dışarıda,  hep şiddet ekmiş olduğu için şimdi hasadını yapması kaçınılmaz oluyor. Özcesi,  AKP rejimi bu kısır döngüye mahkum durumdadır.

Bu koşullarda, giderek daha çok, “bomba yüklü araçlar”, “canlı bomba” haberlerini duyacağımız kesindir. Bu gidişatın, kitleleri de giderek “sizin bombacılar”, “bizim bombacılar” şeklinde ayrıştırma tehlikesi var. “PKK’nın bomba yüklü araçları”, “IŞİD’in canlı bombaları” na karşı!

Türkiye solunun kalabalık denebilecek kesimini temsil eden kimi gruplar, birinci seçeneği (derin bir sessizlik, sükut olduğuna göre) herhalde sahipleniyorlar. Bazısı, “fakat” lı kayıtlarla eleştiriyor. Gerek duyduklarında, “Deniz’ler, Mahir’ler, Sinan’lar” edebiyatına başvuruyorlar. Siyasal yöntemleri yanlış olsa da, dürüstlükleri, kahramanlıkları tartışılmayacak olan bu devrimcilere haksızlık ediliyor. Böylece devrimci sol siyasetin meşruiyetini yok etmek isteyenlerin değirmenine su taşınıyor.

Kürt siyaseti, PKK’nin şahsında, Çekiç Güç’ün Irak’ın kuzeyine yerleşmesinden sonra bir kez daha, en eski siyasal-tarihsel referanslarına  geri dönmüştür. Yani emperyalizmin bastonuyla yürümeye çalışmaktadır. Kürt ulusal siyaseti, anti-emperyalist damarı, Kürdistan’ın kararlı feodal sosyal-ekonomik yapısı nedeniyle  çok zayıf olduğu için sürekli patinaj yaptı. Bugün de söz konusu siyasal kültürü aşamıyor.

“Sömürgeci” denilince, Türkiye’yi görüyor, emperyalistleri, ABD’yi görmüyor. Dahası, onlarla bölge halkları aleyhine işbirliği olanaklarından istifade etmeye çalışıyor. Bu tavır, “askeri vesayet” lafazanlığı yaparak, onun “emperyalist vesayet” koşullarında mümkün olabildiğini gözden saklamak isteyenlerin tavrını andırıyor.

Kürt ulusal sorunun ilerici çözümü ancak emperyalizme tavır almakla olanaklıdır. Şu halde, anti-emperyalist gelenekleri güçlü olan Türkiye ve Arap solunun öne çıkmasına ihtiyaç vardır.

Kürt siyaseti, 19.yy’da İngilizci Osmanlı karşısında Rusya kartını kullanmıştı. İttihatçılık ve erken Kemalizm devrinde, bu kez İngiliz kartını kullandı. Artık aynı TC devleti gibi, aynı cihatçılar gibi  ABD’nin kucağındadır.

Hegemonik güç olmak, hegemonya da böyle bir şeydir zaten. Bir çok oyuncuyu, çıkarları çatışan bir çok gücü aynı zamanda kullanabilme, onları yönlendirme, eylemleri üzerinde eyleyebilme kapasitesi. Elbette bu yetenek pürüzsüz gerçekleşemiyor. Bu durumda, hegemonik güç adına, bir başka olmazsa olmaz kapasite, hizadan çıkanı tekrar hizaya sokma, olmuyorsa, hiçleme yeteneği devreye girecektir.

Marksist-Leninist siyaset, ittifaklara ihtiyaç duyuyor, duyacaktır. Ancak, bu şartlarda ittifaklara girerken en öncelikli ölçülerinden birisi, bu kör terörün tarafı olmamak, ona açık tavır almak olmalıdır. Bu terörle, sahadaki emperyalist siyaset ve onun vasal devletleri, örgütsel araçları arasındaki bağı iyi okumalıdır.

Bu arada, Kürt siyaseti ve Kürt ulusal sorununu birbirlerine eşitlemek, Kürt ulusal sorununu onun belli bir siyasetine, oportünist PKK siyasetine indirgeyerek tavır almak doğru değildir.

Devrimciler karınlarından konuşmazlar. Sanki zaten mevcut değilmiş gibi, yeni tabelalar altında, “günün anlam ve önemini belirten konuşmalar” mesabesinde tekrarlanan, etnik Kürt siyasetinin mevcut siyasal tımar sistemini ihya etmeye yönelik cepheleşmelerin, bloklaşmaların dışında kalmalıdır. Kendisine  yeni alanlar açmanın mücadelesi içinde olmalıdır. Bu arada, Kürt ulusal sorunu politikasını,  devrimci işçi sınıfı sosyalizminin siyasal çıkarlarına tabi kılmalıdır.

4 Eylül Mitingi öncesinde, kim tarafından yapılırsa yapılsın, her tür terörist saldırının, bombalamaların emperyalist siyasetin, bu arada AKP rejiminin,  bölge ve dünya politikalarına hizmet edeceğini, dönüp dolaşıp, devrimci sol siyasetin meşruiyet alanını ortadan kaldırmaya yöneleceğini açık bir şekilde ilan etmek yararlı olacaktır.

Son olarak, dün Gaziantep’te IŞİD tarafından gerçekleştirilen saldırı, cihatçılarla AKP arasındaki sıkı bağlantıyı bir kez daha açığa çıkarmıştır.  Bir çok kez ziyaret ettiğim, insanlarıyla konuştuğum  Antep’in,  ekonomik ve kültürel olarak halen onun tamamlayıcı bir parçası olan Kilis’in nicedir,  Rakka’dan sonra IŞİD’in kontrolündeki en önemli kentler olduğu gerçeğini görmek gerekiyor. Dahası, Antep ve Kilis, IŞİD Rakka’sının en hayati lojistik merkezleridir.  Türkiye’nin de “Peşaver” idir.

Bir cevap yazın