Avrasya konusu

Avrasya, 20 yy’ın başında, devrin hegemonik gücü olan Britanya devleti tarafından  kendi emperyal stratejisi adına, esas politik eksen olarak kuramsallaştırıldıktan sonra salt coğrafi ve kültürel  bir alan olmanın ötesinde, politik  bir anlam kazanmıştır.

O zamana kadar Britanya devletinin jeo-stratejisi, imparatorluğun bir deniz gücü olmasından hareketle, devletin çıkarlarının ancak denizlerdeki hakimiyetle korunabileceği iddiasına dayanıyordu.

Gelgelelim,  esas olarak bir kara gücü olan Rusya’nın, kapitalizmin 1870’lerdeki ilk büyük bunalımıyla birlikte,  inişe geçmiş bir hegemonik güç olarak  Britanya emperyalizminin çıkarları önünde engel ve tehdit oluşturması, İngiliz jeo-stratejisinin gözden geçirilmesini gerektiriyordu. Yeni bir kurama ihtiyaç vardı. Emperyalist jeopolitik bilimi bu ihtiyaçtan doğdu.

Halford Mackinder, 20.yüzyılın başında, “Heartland Theory” çerçevesinde, Avrasya’nın Britanya devletinin çıkarları adına ölümüne önemli  bir coğrafi-politik eksen  olduğunu ilan etti. Britanya’nın esas olarak bir “iç-ülke” olan bu coğrafyayı sadece denizlerden kontrol edemeyeceğini, kendisini bir büyük “kara gücü” haline de getirmesi gerektiğini belirtti. Tabii bunu çıkarları doğrultusunda bölge ülkeleriyle vasallık ilişkileri, ittifaklar kurarak yapabilirdi (İngiltere ve ABD’nin geçmişte ve bugün, başta Çin olmak üzere,  Asya ülkeleriyle ilişkilerine bu açıdan bakmak lazım).

Avrasya’nın tarihi- siyasal-coğrafi eksen olarak sunulmasıyla asıl hedef elbette Rusya idi. Bu politika Rusya’nın düşmanlaştırılmasını, kuşatılarak izolasyonunu öngörüyordu. Esasen, 19 yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa’da ortaya çıkmış olan sıcak ve soğuk savaşlar, Rusya’nın düşmanlaştırılması teması etrafında tetiklenmiş, sürdürülmüştür. Onun “müttefik” yapıldığı koşullarda dahi yıkımı öngörülmüştü.

Bu yeni anlayış ilk kez Rus-Japon Savaşı (1905) ile test edildi. Sahada başarılı oldu. Bilindiği gibi Japonlara, Rusya’yı düşmanlaştırmaları için önce gaz verildi. Orduları Britanya tarafından donatıldı, desteklendi (Bir benzeri Kırım Savaşı sırasında Osmanlı için söz konusu olmuştu).

Kısacası,  Avrasya coğrafyasını politik olarak anlamlandıran, onu bu çerçevede bir eksen haline getiren,  Britanya emperyalizminin çıkarları ve talepleri olmuştur.

18.yüzyıldan itibaren Rus devletinin kaydettiği gelişmeler, tarihsel coğrafyasının bir çok stratejik noktada kesiştiği Osmanlı devletiyle, bir çok kez savaşlarla sonuçlanan,  gerilimli ilişkilere yol açtı. Osmanlı devleti, Rusya’ya karşı çok duyarlı hale geldi. Adeta sürekli bir teyakkuz hali oluşmuştu.

Rusya’nın gelişmesini, batılı modernleşmesiyle ( Rusya ilk batılılaşma deneyimini temsil eder. Onu Osmanlı devleti ve ondan bir 25-30 yıl sonra da Japonya izleyecektir)  izah eden Osmanlı elitleri Osmanlı devletinin de aynı yolu izlemesi gerektiğini telaffuz etmeye başlamışlardı. Daha sonra Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa sorununun ortaya çıkması, Osmanlı için yeni bir tehdit oluşturması, Tanzimat Programı’nın uygulamaya konulmasında itici güç oluşturdu.

Özetle, “Rusya sorunu” ve üzerine “Mısır sorunu” modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla zirvesine ulaşacak bir süreci tetiklemiş oldu.

Tanzimat, esas olarak, Britanya devletinin jeo-politik çıkarlarına entegre olunduğu halde modernleşerek devletin bekasını temin etmek anlamına geliyordu. Tedricen işbirlikçi bir kapitalizm, işbirlikçi bir burjuva sınıfı yaratmak sonucunu doğurmuştur. Bu içeriğiyle, işbirlikçi defosuna, yöntemsel saplantılarına rağmen ilerici bir rol oynamıştır.

Osmanlı devletinin bekası  bu sayede olanaklı olabilmişti. Yani bugünkü Türk devletinin (çünkü Cumhuriyet Tanzimat programının zirvesidir) en ilksel, varoluşsal referansı bu dış bağlamıdır (“Dış bağlamı” olmayan bir devlet olmaz).  Buradan, “haydi bana eyvallah” diyerek çıkıp gidilemiyor. Çünkü bu bağlamın tarihsel olarak oluşmuş ekonomik temelleri, yapıları, sosyal ilişkileri, öznel taşıyıcıları var. Bu bağlamdan kalıcı olarak çıkabilmek için bütün temelleri yıkmanız, taşıyıcıları etkisizleştirmeniz gerekecektir. Böyle bir ön gereklilik var.

Türkiye’yi analiz ederken bu dış bağlamı ihmal etmememiz lazım. Türkiye’nin Osmanlı devrinde, sonrasında cumhuriyette de, Rusya kartını zaman zaman “kapris” yapmak adına kullanmasını ancak bu bağlamı dikkate aldığımızda kavrayabiliriz. Yine, mesela, önce Britanya’nın, sonra ABD’nin “yeşil kuşak” talebi çerçevesinde, hem 2.Abdülhamid devrinde hem  Cumhuriyet devrinde  teşvik edilen “İslamcılık siyaseti” ni de aynı bağlamdan hareketle anlamaya çalışmak lazım. Bu noktada geçerken, dışsal olanın zaman içinde bir içsel refleks haline dönüşebildiğini hatırlamak isterim.

Türk diplomasisinin yukarıda değindiğim nedenlerden dolayı üzerine oturtulmuş olduğu eksen, emperyalist batı çıkarları adına Rusya önünde “tampon” olmaktır. Bu ayrıcalığını yitirmemek TC devleti için son derece önemlidir.

Bugüne kadar usul, emperyalist taleplerin kontrollü şekilde, (Osmanlı devrinde) İslamcı olmayan siyasal kadrolar, Cumhuriyet devrinde de laik kadrolar tarafından uygulanmasıydı. Ancak 2.Savaş sonrası başlayan soğuk savaşın sona ermesi, emperyalizmin dünyaya hakimiyet stratejisini  hızla uygulamaya koyması, yani acele hareket etmesi, (hem bizim de yer aldığımız çevre ülkelerde, hem  merkez ülkelerde) vasat ya da vasat olarak dahi kabul edilemeyecek kadroların kullanılmasını gerektirdi. Türkiye’de de ciğer kediye teslim edildi. Bugün yaşadıklarımızı bu şekilde okumak da mümkün.

Uzatmayalım, emperyalistlerin şanzımanı Suriye’de  dağıtmaları,  kullandıkları İslamcı kadroların çapsızlıkları, Rusya’nın Doğu Akdeniz’e yerleşmesine yol açmış, böylece “tampon” siyaseti ayrıcalığının, ilk kez bu kadar derinden ve şiddetli,  sarsılması gibi bir sonuç doğurmuştur.

Bu koşullarda, beklendiği gibi Rusya “kaprisi” tekrar sahne almıştır. Buradan Türkiye’nin saf değiştireceği sonucunu çıkarmak saflıktır. Doğu Perinçek ve avenesinin  iddialarının siyaseten,  dünkü NATO’nun ve Amerikancı TC devletinin bekasını öngören “sosyal-emperyalizm” iddiası kadar cirmi vardır.  Rusya adına, karşılığı bir şekilde ödenmiş veya ödenecek,  “lobi faaliyeti” mesabesindedir.

Bir cevap yazın