Burjuva TC devleti mevcut veya olası herhangi bir form altında Erdoğan yönetiminde sürdürülemez. Yani artık Erdoğan’la gitmeyeceği görülmektedir. Elbette Erdoğan gücünü tahkim etmek, iktidarını en anti-demokratik yöntem ve araçlarla pekiştirmek adına hamleler yapacaktır. Bunda belli bir süre başarılı da olabilir, ancak sürdüremez.
Erdoğan, bundan sonra da, hem içerideki hem dışarıdaki olası dayanakları bakımından tahmin edilebilir, güvenilir bir siyasal figür değildir.
FETÖ denilen örgütün bir CIA karargahı ya da o karargaha bağlı bir örgüt olduğu tahmin ediliyordu. Merkezinin Pensilvanya’da değil, Ankara’da olduğu da ortaya çıkmıştır. Bu örgütü sadece dinsel referanslarla tanımlamaya çalışmak ahmaklık olur. Dinsel görünümlü, uluslararası siyasal ve parasal bağlantıları olan bir “kontra” örgüttür. Derin bir NATO örgütüdür.
Son darbe girişimi hakkında bilgilerimiz henüz yetersizdir. Ancak bunun NATO, CIA gibi örgütlerin bilgisi dışında gerçekleştirilmiş olması mümkün değildir. Ne kadar işin içindeler bilemeyiz. Öte yandan, bu yapıların bizatihi yekpare olmadığını da kabul etmek gerekir. Bunların kendi içlerinde, farklı siyasal öncelikleri olan oligarşik klikler olduğunu daha önceki yazılarda bir kaç kez belirtmiştim. Hatta bundan üç beş yıl önce eski CIA başkanı general Petraeus’un evlilik dışı bir gönül ilişkisi gerekçesiyle Obama tarafından görevden alınmış olmasını, onun liderliğinde Obama’ya karşı yürütülen bir saray darbesiyle bağlantılandıran iddiaları aktarmıştım.
Burjuva devletini yekpare bir bütün olarak görmek doğru değil. Gelişmiş burjuva devlet yapıları içinde bir çok görünümüyle oligarşik gruplaşmalara referans veren ulus-ötesi veya uluslararası burjuva sınıf fraksiyonlarının mücadelesi üzerine daha fazla odaklanmak gerekir. Özellikle gelişmiş burjuva devlet yapıları içinde farklı sınıflar arasındaki mücadeleden çok burjuvazinin söz konusu ulus-ötesi fraksiyonel görünümleri arasındaki mücadeleye odaklanmak bu devletin kavranabilmesi bakımından daha doğru olacaktır. Bu özellikle de bugünkü neo-liberal koşullarda bir gereklilik olarak görünüyor.
ABD’de bir seçim olacak. Uluslararası finans sermayesinin ağırlıklı bir kesiminin bu seçimi H.Clinton’ın kazanmasını istediği anlaşılıyor. Trump’ın arkasında duran sermaye gruplarının nispeten ulusal ve geleneksel izolasyonist çevreler olduğu izlenimi ediniliyor. ABD medyasından izlenebildiği kadarıyla, Cumhuriyetçi Parti’nin liberal ve liberten kanadı da önümüzdeki seçimlerde Clinton’ı destekleyecektir. Buna mukabil, genellikle Demokrat Parti’yi destekleyen iç bölgelerdeki çoğu emekçi kent küçük-burjuvazisinin Trump’ı destekleyebileceği tahmin edilmektedir. Son zamanlarda Afrika kökenli Amerikalılara karşı artan devlet terörünü de bu mücadele ekseninde değerlendirmek meşrudur. Bu arada, Trump’ın olası bir seçim zaferi, Avrupa’daki, Le Pen, Grillo gibi, sağ popülist politik figürlerin iktidar yolunda önlerini açabilir.
Bir başka durum ABD ve diğer emperyalist ülkeler, özellikle kıta Avrupa’sındaki emperyalist ülkeler arasındaki çekişmedir. Bilindiği gibi, Brexit sonrası kağıtların yeniden karılması söz konusudur. Ancak buradan bu emperyalist güçlerin hemen birbirlerine düşecekleri sonucunu çıkarmamak gerekir. ABD, bir emperyalist proje olarak yaratılmasında baş rolü oynadığı, AB’yi kendisine daha bağımlı hale getirmek istiyor. Bu malum. Bunun için sadece siyasal değil, finansal araçları da kullanıyor. Mesela, Yunan krizinin böyle bir boyutunun olduğunu ihmal etmemek gerekir. ABD, doların itibarını korumak için avroyu itibarsızlaştırma ihtiyacı duyuyordu. Her ihtimale karşın ABD, Doğu Avrupa’daki varlığını ve ağırlığını NATO üzerinden arttırıyor, tahkim ediyor. Brexit’e ABD’nin ilk tepkisi, Avrupa’nın doğusundaki gücünü takviye etmek olacaktır.
Bu arada, Britanya Krallığı’nın da Brexit sonrası ilk hamlesi Çin ile çok yönlü, çok kapsamlı tarihsel bir işbirliği antlaşması imzalamak olmuştur. Avrupa ve Avrasya jeo-politiği bakımından çok önemli etki ve sonuçları olacak bir antlaşmadır. Böyle bir antlaşmanın hazırlıkları Brexit’ten epey önce hazırlanmış olmalıdır. ABD, AB ve Britanya arasındaki jeo-ekonomi-politik bilek güreşi sürerken, İskoçya ve K.İrlanda gibi bileşenlerin ayrılığı muhtemelen tekrar gündeme gelecektir. Olası bir ayrışma halinde, bu ülkelerin İngiltere karşısında, AB dışında kalarak bağımsızlıklarını sürdürmeleri pek mümkün görünmemektedir.
Hatta biraz ileride, Rusya ile artacak gerilime koşut olarak AB içinde, özellikle Batı ve Doğu kanatları arasında, şimdikinden daha derin siyasal ayrışma veya saflaşmaların ortaya çıkabileceği öngörülebilir. Hatta bir önceki soğuk savaş esnasında görülenle kıyaslanabilir, Çin ve Rusya’yı düşmanlaştırma politikası bu kez İngiltere önderliğinde yürütülebilir. Tabii bütün bunları Rusya’ya karşı başlatılmış ve bir sıcak savaşa dönüşme potansiyeli önceki soğuk savaşlara nispetle daha yüksek görünen “yeni” soğuk-savaşı dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Bir de, bunun tamamlanmamış, dinamik bir süreç olduğunu unutmayalım.
Öte yandan, Orta Doğu’daki gelişmeler, Suriye’de, Irak’ta tamamen Türkiye’nin aleyhine dönmüştür. Türkiye’nin bu sorun başlıklarında gölge etmemesi arzulanmaktadır. Türkiye dışlanmıştır. Irak ve Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin güvenliği, TC devletinin bekası bakımdan büyük bir tehdit içermektedir.
Şimdi darbe girişimine geri dönersek, bu girişimin sadece TC devleti içindeki Erdoğan’dan yana güçler tarafından değil, Batılı müttefikler, İsrail, S.Arabistan, hatta Rusya tarafından da beklenmekte olduğu söylenebilir. Kim ne kadar dahil olmuştur bilemeyiz ama dış bağlantısı olmayan bir darbe girişimi olamaz. Hatta darbe şart değil, herhangi bir önemli siyasal hamle için de aynısını söylemek mümkündür.
Türkiye gibi çok önemli bir üye ülkedeki darbe esnasında, NATO kampındaki sessizlik, bekleyiş, sonrasında, pek kararlı olmadığı hissedilen protestolar, en son, Erdoğan’ın da darbecilerden farklı olmadığı, hatta onları teşvik etmiş olabileceğine dair açıklamalar, “hukuk devleti” uyarıları, Erdoğan’ı hedef alan örtülü şantaj ve tehditler, Erdoğan’ın işinin zor olacağının işaretleridir. İkili ilişkiler tarihinde ilk defa bir ABD dış bakanı, ya da bu kadar üst seviyede bir ABD’li devlet görevlisi de diyebiliriz, Türkiye’nin NATO’dan ayrılabileceğini söylemiştir. Bunu da, darbe girişiminin başarısızlığı anlaşıldıktan sonra telaffuz etmiştir.
Bunlar da yetmemiştir, Erdoğan’ı hedef alacağı açık olan Wikileaks belgeleriyle ilgili bir hamle yapılmıştır. Uluslararası finans kuruluşlarının da Erdoğan yönetimine karşı harekete geçebilecekleri ima edilmektedir. Yani Batı’da, Erdoğan figürüyle bu şartlarda devam etmeme iradesi ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın olası anti-demokratik hamleleri konusunda uyarılar duyulmaktadır. En azından, şimdilik onun darbe girişimi sonrasındaki eylem alanı daraltılmaya çalışılmaktadır.
Darbenin başarısızlık nedenlerini henüz bilemiyoruz. Ancak şurası da açıktır, bir takım iç ve dış güçler Erdoğan’ı ipten almışlardır. Bugün darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin izleyeceği yolun anlaşılabilmesi bakımından tartışılması gereken, bu girişimin arkasında hangi güçlerin olduğu değil, önlemesinde hangi güçlerin rol oynamış olduğudur.
Darbenin başarısız olmasında 1.Ordu Komutanı’nın kilit bir rol oynamış olabileceğini düşünüyorum. Ancak onun bunu kendi başına yapmış olması mümkün değildir. 1.Ordu, son 40 küsur yıldan beri işbirlikçi büyük İstanbul sermayesiyle bağlantılıdır (Aydın Doğan medyasının darbe esnasında hükümetten yanan tavır alması tesadüf değil) . Sanıyorum, son anda bir burjuva devlet refleksi ya da aklı devreye girmiştir. Batı sermaye gruplarıyla bir görüş ayrılığı ne kadar söz konusudur, kestirmek şimdilik zor. Ancak Kürt sorunu, Suriye’deki gelişmeler, Rusya sorununda yaşanan ekonomik zararlar gibi başlıklar, öncelikler böyle bir refleks de etken olmuş olabilir.
Erdoğan’ın şu ya bu form altında iktidarını tahkim etmeye yönelik olası adımları, iyice daralmış hareket alanını genişletme gayreti Türkiye sermayesinin emperyalizme bağımlılık çerçevesi içinde ne kadar mümkün olabilir, ne kadar sürdürülebilir?
Bence bir “Avrasya” hamlesi bu koşullarda olanaklı değildir. Erdoğan’ın şantajı olmaktan öte bir anlamı yoktur. Bu uluslararası bağlamı içindeki mevcut burjuva devlet yapısı içinde pratik, yapılabilir de değildir. Erdoğan’ın olası Brumaire darbesi, ancak emperyalizmle onların ihtiyaçlarına göre yeni bir sözleşme şartlarında sürdürülebilirdir. Tabii Türkiye’deki muhalif halk kitlelerinin dinamizmini hiç bir şekilde ihmal etmiyorum.
Kısacası Erdoğan, Taksim’e kışla, cami teraneleriyle işleri çeviremez. Erdoğan’ın bütün örgütsüzlüğüne rağmen “Haziran halkı” gibi militan, devletle dahi onun içinden hiç destek görmeden savaşımı göze alabilecek bir kitlesi yoktur. “Hazır kıtaları” vardır. “Taşıma adamları”, yoklamayla meydanlara çağrılan memur kadroları, cihatçı lejyonerleri vardır. Bunların neden olabilecekleri şiddeti ihmal etmiyorum ama şiddet tek başına bir anlam ifade etmez. İstenen bir sonucu elde etmeye yetmez. Bu tespite en canlı destek, mesela, Kürdistan coğrafyasındaki mücadelede bulunabilir.
Erdoğan 14 yıldır iktidardadır, aşınmış bir figürüdür. Burjuvazi kural olarak yeni işlerini yeni figürlere, yeni kadrolara yaptırır. “Ergenekon bitti, demokrasi verelim” hamlesini, (geçmişte “Ergenekoncu” olarak itham etmiş olduğu çevrelere da dayanarak) “demokrasi bitti “milli irade” verelim” hamlesiyle ikame edip “yeni” yoluna devam etmesi çok zor görünüyor. Deneyecektir, ya da denemek isteyecektir elbette, ama iktidarı tutması ancak emperyalizme tam bir teslim antlaşmasıyla mümkün olabilecektir. Bunu söylerken, emperyalistler açısından, böyle bir antlaşmada Erdoğan’ın güven duyulabilecek bir taraf olmadığını da belirtmek gerekir.
Bu darbe girişimi sonrasında Erdoğan’ın hareket alanının reel olarak genişlemiş olduğu iddiasına katılmadığımı belirtmek isterim. Emperyalistlerin yatağına girildiğinde, kuralı hizmetkarlar değil, efendiler koyarlar. Onun arzu ve fantazilerine uygun hareket ettiğiniz ölçüde bu işlevinizi sürdürebilirsiniz. Bugün için Erdoğan geçen Cuma gününe göre daha kırılgandır.
Emperyalistlerin işgalci Suriye politikası iflas edinceye kadar, emperyalistlere gözü kara şekilde hizmet eden Erdoğan, bu sayede, İstanbul burjuvazisi karşısında göreli bir özerklik içinde hareket edebiliyordu. Bugün için bu olanağını reel olarak yitirmiştir. Tekrar kazanmak için oyunlar deneyecektir, ancak başarılı olma olasılığı zayıftır. Unutulmasın ki, Erdoğan himayesinde palazlanmış “AKP sermayesi” de kısmen işbirlikçi İstanbul büyük sermayesine entegre olmuştur.