Haziran günlerinden birinde, Şişli Cevahir’in önündeki otobüs durağının oturma yerlerinde, etraftaki banklarda yorgun halde uyurken, sabah 04:00 sularında bir jandarma tomasının püskürttüğü boyalı suyla sırılsıklam uyanıyoruz. Toma, iki yüz metrelik bir mesafe içinde ileri geri giderek uyuyanların, uykudan uyananların, kaçışanların üzerine su püskürtmeyi sürdürüyor. Araçtakilerin yüzünü göremiyoruz. Ancak bu işi oyun haline getirmiş olduklarını, yaptıkları işi bir eğlence gibi gördüklerini tahmin edebiliyoruz. Zaten Mecidiyeköy’de, yani bir kaç yüz metre ilerimizde jandarmanın yığınak yapmış olduğunu biliyoruz. Yakınlarında bulunan eylemcilere küfrediyorlar, saldırıyorlar. Tomayı kovaladıktan sonra bir çoğu birbirlerini tanımayan eylemciler olarak söyleşiyoruz.
Konu, eğer başarısız olursak neler olabileceğiyle ilgili tahminler, öngörüler. Söyleşenlerden birisi, “onu bunu bilmem, kaybedersek daha büyük bir gericilik gelecek, dost bildiklerimizin bir çoğu da toparlanan gerici güçlere katılacak, daha büyük baskılara maruz kalacağız” mealinde bir şey söylemişti. Hemen hemen hepimiz bu öngörüyü desteklemiştik.
Haziran ayaklanması yenilince bütün düzen güçleri hiç olmadığı kadar kenetlendiler. Ayaklanma onların arasındaki çelişkileri, çıkar çatışmalarını derinleştirmiş, dar politik gerilimleri arttırmış olsa da, düzene yönelik tehlike karşısında, beklendiği gibi, bir araya geldiler. CHP,MHP,HDP, Vatan Partisi, Cemaat, TSK, Yargı, Medya ve tabii bu sermaye düzeninin dış bağlamları.
Rejimin elde ettiği Pirus zaferi, bütün bileşenleriyle daha da gericileşerek toparlanmasını sağladı. Sermayenin iktidar partisi muhalefeti kolonileştirdi, aynı dili kullanır oldular. Siyaset anlamında, daha önce olmadığı kadar, aynı hizaya geldiler. Gericilikte yarışa girdiler. Bugün Baykal’ın konuşmasını okurken bunları düşündüm.
Aslında Baykal bu konuşmasında siyasal kariyeri boyunca savunuculuğunu yaptığı “laik” TC devleti, kemalizm siyasetinin gen şifrelerini bizim için deşifre etti. Dün CHP’de oy almak adına Alevi yurttaşları sıkıntıya sokacak kadar sıkı Alevicilik yaparken, bugün “sünni Halep”in Alevi Esad’dan kurtarılması adına çağrı yapıyor. Bu refleksle Atatürk cumhuriyetçiliğinin bütün o “laik cumhuriyetçi”, “anti-emperyalist” demagojisini bir kez daha açık ediyor.
Sermaye düzeninin rejimi olarak “Atatürk cumhuriyeti” laiktir, ama bu, paradoksal olarak, “sünni egemenliğini” esas alan bir laikliktir. Etnik yapıları Cumhuriyet çatısı altında lafzen eşitler, ama bunu yine paradoksal olarak “Türk ırkı” nın eşitler arasında en eşit olacağı şekilde yapar.
Bugün Baykal, emperyalizmin saldırısı altında parçalanmak istenen “laik Suriye Cumhuriyeti” ne saldıran Türk ordusunun hem Kürtlere, hem Alevilere karşı “sünni Halep”i zaten en başından beri desteklediği, eğittiği, himaye ettiği cihatçı haydutlarla birlikte savunması gerektiğini söylüyor. Üyesi olduğu partinin başında Zaza ve Alevi olduğu iddia edilen bir figür var. O da TSK’nin Suriye’deki faaliyetlerini destekliyor. Zaten tezkere talepleri karşısındaki tavrı da biliniyor.
Öyleyse mesele, Alevicilik, Sünnicilik, Kürtçülük, Türkçülük çerçevesinde konulduğunda, AKP rejimine muhalif de olunsa, aslında ona hizmet edilmekte olduğunun görülmemesidir. Şimdi buna Kürt ulusalcılığı, Alevi mezhepçiliği çerçevesinde karşı çıktığınızda, karşınızda Türk ulusalcılığını, Sünni mezhepçiliğinin mevzilendiğini göreceksiniz. Birde bunu sol siyaset adına yaptığınızı iddia ettiğinizde, bu kez karşınızdakilerin reaksiyonunun solu da kat ettiğini göreceksiniz. Düzenin efendileri daha ne ister?
Kılıçdaroğlu dedim, Zaza ve Alevi deniliyor, ancak hem içeride Kürtlere, Zazalara, Alevilere yapılan baskıları, uygulanan şiddeti onaylıyor, hem de emperyalizmin işgalini, TC devletinin Suriye’yi işgal hesaplarını, TSK’nın bu çerçevede Suriye’deki direnişçi güçlere saldırmasını savunuyor. Yani selefi cihatçıların Alevi ve Kürt katliamlarını olumluyor. Neden? Nedeni gayet anlaşılır, Kılıçdaroğlu bulunduğu makamın kendisine sınıf siyasetini, işbirlikçi sermaye sınıfının çıkarlarını izlemesi ve kollaması için verilmiş olduğunu biliyor. Orada kalabilmesi için bu görevi şaşmadan yerine getirmesi gerektiğinin bilincindedir. Aynı Baykal ve ötekiler gibi.
Peki Kürtler, Aleviler ulusal demokratik taleplerinde haklı değiller mi? Elbette haklılar, ancak mesele sadece haklı olmak değil, bu haklılık tek başına siyaseten bir şey ifade etmez. Siyaset araçlarla yapılır. İdeoloji, program, dil, ifade tarzı, taktikler, ittifaklar hep araçlardır. Mesele bunların doğru seçilmesinde ve doğru uygulanmasındadır. Siyasetin teoriden uygulama alanına taşınması ancak bu araçlarla olanaklı olabilir. Haklı bir talebinizin, taleplerinizin olması tek başına sizi meşrulaştırmak için yeterli olmayacaktır. Seçtiğiniz, kullandığınız araçlar önemlidir.
Bugün gelinen noktada, ulusalcı, islamcı, liberal Kürt ve Türk siyasetlerinin (Bunların belli momentlerde ya da belli dönemlerde aralarında işbirliği olduğunu, ittifaklar oluşturduklarını biliyoruz) çökmüş oldukları açıktır. Yine bu noktada, Kürt ve Türk ulusal siyasetlerinin, onlara tutunan mezhepçi yaklaşımların dış güçlerin hamlelerine ya da bu güçlerden gelebilecek olası katkılarla ilgili beklentilere göre hareket etmeye başladıklarını görüyoruz.Politika oluşturma inisiyatifleri ellerinden alınmıştır. Depolitize edilmişlerdir. Dahası bu kapasitelerini de yitirmişlerdir.
Öte yandan, dün Kürdistan’daki TSK operasyonlarına “vatan savaşı” diyenler, şimdi bu operasyonların Suriye içlerinde sürdürülmesini, Kürt ve Alevi direnişçileri hedef almasını, malum kemalist “almazsan verirsin” yayılmacı zihniyetinin, Atatürk cumhuriyetinin kurucu siyasal genlerindeki “Türkçü, sünni İslamcı” karakterin somut bir tezahürü olarak alkışlıyorlar. Artık TC’nin “vatan savaşı” emperyalizme karşı siyasal kurtuluş mücadelesi veren laik Suriye Cumhuriyeti topraklarının içlerine doğru genişlemiştir. “Laik TC’nin teminatı TSK”, hilafetçi selefi cihatçılarla ittifak halinde meşru laik Suriye Cumhuriyeti’ni parçalamaya, işgal etmeye çalışmaktadır.
Doğarken laik Türkiye cumhuriyeti sancağı altında vaftiz edilmiş sermaye, göçerken Osmanlı hilafet sancağına sarılmaktadır. Sermaye sınıfı için Cumhuriyet, laiklik, demokrasi, özgürlükler onun çıkarlarından, ihtiyaçlarından doğmuştu. Yani onlar sermaye sınıfının alametifarikası değildir. Dün ihtiyacı vardı, kullandı. Bugün ihtiyacı yok. Bir kenara attı. Dün cumhuriyete ihtiyacı olduğunu ilan etmişti. Bugün otokrasi istiyor.
Şimdi yapılması gereken hiç tereddüt etmeden bütün bu ulusalcı, işbirlikçi yapıların dışında ve karşısında mevzilenmiş, devrimci sol siyaseti oluşturmaktır. Kurtuluşun başka yolu yoktur. Artık emperyalist sistem içinde, kapitalizm şartlarında ulusal egemenliği, laikliği, demokratik yapıları, tek kelimeyle, cumhuriyeti dahi savunmak, kurmak mümkün değildir. Bugün Baykal’ın konuşmasında bütün şifreleri açık edilen TC deneyimi bu gerçeğin anlaşılması bakımından, en azından, karine oluşturmaktır.