Rusya’nın Erdoğan ve ailesi hakkındaki son ifşaatları bilinen şeylerin kanıtlarıyla bir kez daha dillendirilmesi anlamı taşıyor. Bu tür ifşaatların, Rusya ve Suriye devletinin ülkedeki kontrolünün artmasına koşut olarak devam edeceği de tahmin edilmelidir.
Bu işleri elbette Erdoğan tek başına planlayıp yapmadı. Özellikle IŞİD’e karşı kurulduğu iddia edilen “koalisyon güçleri” nin aslında işgal ettiği alanlarda IŞİD’in daha iyi, daha rahat çalışması için faaliyet göstermiş olduğu biliniyor. Bu koalisyonun başında ABD ve onun neo-con generali John Allen vardı.
Söz konusu koalisyonun ilk hedefi IŞİD’in işgal ettiği alanlarda bir devlet kurması, bu devletin sürdürülebilirliği açısından gerekli ekonomik gelire sahip olmasıydı. Rusya, IŞİD’in sadece çaldığı ham petrolden günlük kazancının 3 milyon dolar civarında olduğunu açıkladı. Varili 20 dolar veya altında satılan petrole talep sürekli artıyordu (Bugün özellikle Türkiye’nin güney ve güneydoğusundaki kentlerde bu petrolün piyasada arz edilen edilen ürünün çok büyük bir kısmını kapsamakta olduğu medya organlarında yer alıyor). Bu meblağ küçük bir devletin kendi kendisini çevirebilmesini sağlayabilir. Bu ekonomik koşullar ABD’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin bölgede aktif hale gelmesiyle yaratılmıştır. Bu ekonomi o zaman organize edilmiştir. Erdoğan ailesi bu “iş fırsatı” nı iyi değerlendirmiştir. Ailenin ekonomik yatırımları için artık enerji sektörüne daha fazla ağırlık vereceği damadın Enerji Bakanı yapılmasından da anlaşılmaktadır.
Tabii sadece ham petrol kaçırılmıyor. İşin IŞİD’e verilen tıbbi hizmetler kısmı var. Sonra, tarihi eser kaçakçılığı da Türkiye üzerinden yapılıyor. O ticaretin de ABD’nin ve hükümetin bilgisi dahilinde yapılmakta olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. Daha önemlisi, Afganistan’dan çıkartılan uyuşturucunun Avrupa pazarına yine Türkiye üzerinden taşınmakta olmasıdır. Bugün Avrupa’da tüketilen uyuşturucunun en az yüzde 80’i Afgan menşelidir. Afganistan, Taliban ve ABD’nin birlikte kontrol ettikleri bir ülke. Taliban’ın en önemli gelir kaynağının uyuşturucu olduğu biliniyor. Öyle anlaşılıyor ki, ABD de belli bölgesel operasyonlarını bu uyuşturucu geliriyle finanse ediyor.
Kısacası, emperyalistler ve vasalları pislik içinde debeleniyorlar. Saddam’ın nükleer silaha sahip olduğu, Esad’ın kimyasal silah kullandığı yalanları dünyanın her yerinde emperyalist medyanın çabalarıyla alıcı bulurken, Rusya’nın son kanıtlı açıklamaları emperyalist medyada yankı bulmuyor. Üstelik Rusya’nın bu açıklamalarını ne kadar ciddi, organize bir şekilde yaptığını da izledik. Bu ciddiyet bize Rusya’nın enformatik mücadelenin önemini kavramış olduğunu gösteriyor. ABD ve müttefiklerinin de bundan böyle iddialarını benzer şekilde kanıtlamaları gerekecek. Öyle, “ben diyorsam, doğrudur” yaklaşımı artık inandırıcı olmayacaktır.
Rusya biraz daha deşse, ABD ve diğer müttefiklerin bölgede yaptıkları bütün pislikleri açığa çıkartabilir. Ancak şu sıralarda bunu yapmak istemediği anlaşılıyor. Aksi halde, aradaki köprüler zamansız atılmış olacak. Bu sadece dar anlamda askeri, politik bir oyun değil, ekonomi-politik bir oyun. Böyle görmek lazım. Rusya’nın şu sıralarda yapacağı daha kapsamlı ifşaatlar, onun göğüslenmesi zor saldırılara maruz kalmasına neden olabilir.
Rusya sahadaki en kararlı rakip, en fazla ayak altında dolaşan ülke olarak Türkiye’nin aynı zamanda en kırılgan ülke olduğunu da görüyor. Şimdilik ona yükleniyor. Daha da yüklenecektir. Ta ki Türkiye kendisini pek fazla rahatsız etmeyecek, büyük yangın riskini körüklemeyecek bir anlayışa sahip olana kadar. Peki Türkiye bunu başarabilir mi? Hayli zor.
Bu gidiş devam ederse, Erdoğan’ın emperyalistler tarafından gözden çıkarılması da gündeme gelebilir. En azından pasifize edilebilir. Hatta Ankara’da bazı çevrelerde şimdiden olası bir Saray darbesinin planları hazırlanmış dahi olabilir. Mesela, diyelim ki, mevcut Savunma Bakanı’nın başbakan olarak atanması senaryoları yapılıyor olabilir. Ancak bunun için Rusya ve ABD’nin Suriye’nin geleceği konusunda belli bir uzlaşma noktasına yakınlaşmalarına ihtiyaç duyulabilir. Bilemiyoruz tabii. Ancak bütün bu senaryoların, girişimlerin Türkiye’nin emperyalistlere daha iyi hizmet etmesi adına yapılmakta olduğu açıktır.
Tayyip’in böyle bir saray darbesiyle gitmiş olması, ülkedeki ve ülkenin etrafındaki gerilimi azaltabilir, ancak devrimci solun meşruiyet alanını daraltmak gibi bir sonucu da olabilir. Tayyip’in gidişi elbette manipüle edilecektir. Demokratik illüzyon yaratmak adına kullanılacaktır. Muhalif kitllelerin gazı alınmış olacaktır. Bunun için şimdiden devrimci solun, Tayyip’in gitmesiyle sorunun çözülmüş olmayacağına dair kitleleri uyanık tutmaya çalışması, uyarması zorunludur. Böyle bir uyarı, kitlenin içinde, onun bulunduğu yerlerde örgütlenmeden, mevzi kazanmadan etkili olarak yapılamaz. Öncü, kitlenin kendi kapısını çalmasını beklemez; o kitlenin kapısını çalar. O kadar ki, kapıdan kovulsa, bacadan girmeye çalışır.
Bu arada, Rusya’nın açıklamalarından sonra ABD’den ilk tepki sözde IŞİD karşıtı koalisyon çerçevesinde sahada görev almış John Allen emrindeki subaylardan geldi. Tabii ki reddedeceklerdi. Erdoğan ve IŞİD’e bu iş olanaklarını onlar yarattılar. Birlikte çalıştılar. Ancak bu tür tepkiler doğrudan ABD yönetiminin gerçek düşüncesini dile getirmiyor olabilir. Dahası, ABD yönetimi önümüzdeki günlerde Rusya’nın Türkiye üzerinden kendisini daha da zor durumda bırakabileceğini tahmin ediyordur.
Bir başka konu, son günlerde düşürülen Rusya uçağıyla ilgili olarak medya organlarında yer alan yeni iddialardır. Buna göre, Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin önceden planlanmış bir senaryoya göre gerçekleştirilmiş olduğu söyleniyor. Böyle bir senaryonun Türk genelkurmayının emir-komuta zinciri içinde bağlı olduğu NATO’nun bilgisi olmadan yapılamayacağı belirtiliyor. Bilindiği gibi, NATO hiyerarşisine tabi Türk hava kuvvetleri komutanlığı, İspanya’daki NATO Havva Kuvvetleri karargahına bağlıdır. Faaliyetleriyle ilgili olarak İspanya’daki komutanlığın bilgisi olması icap eder. Hatta Yunan uçaklarıyla sürekli yaşanan “it dalaşı” ndan, hava sahası ihlallerinden çatışma çıkmaması bu İspanya’daki komutanlığın devrede bulunmasıyla izah edilmektedir.
Bir de, bir CIA, MİT prodüksiyonu olduğu kolayca tahmin edilebilecek “Fuat Avni” kanalıyla bu olayın önceden haber verilmiş olduğu medyada yer almıştı. Eğer doğruysa, buradan “Fuat Avni” nin, sadece Tayyip’e sopa göstermekle kalmayıp, ABD’nin öteki dost ve düşmanlarına da “mesajlar” verdiği sonucu çıkartılabilir.
Başka bir iddia, uçağın vurulmasıyla ilgili olarak, Rus uçağının Türk hava sahasını 17 saniye kadar ihlal etmiş olmasının yanı sıra onu düşüren Türk F-16’larının da Suriye hava sahasını 42 saniye kadar ihlal etmiş olduğudur. Hatta Türk hükümetinin Rusya ve Suriye tarafından böyle bir iddianın karşısına konulması olasılığını hesap ederek, Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasından sonra “su” karşılığında, Hafız Esad yönetiminden Türkiye’nin Suriye içlerine 8 km kadar “sıcak takip” yapabileceğine dair alınan şifahi izni dayanak yapmayı düşündüğü dillendiriliyor.
Suriye ile yapılmış söz konusu şifahi antlaşma o zamana aitti. Bugün koşullar değişmiştir. İki ülke birbirleriyle resmen ilan edilmemiş bir savaş içindedirler. Bu şartlarda “sıcak takip” falan olmaz. Dolayısıyla Türk uçaklarının yaptıkları da ihlaldir.
Ankara’nın Suriye sorunu etrafında yapmış olduğu bütün senaryolar sahada çökmüştür. En son Suriye’nin kuzeyinde Suriye Kürtlerini kullanarak Türkiye’ye bağlı bir “Barzanistan” yaratma planları yapılmış, buna göre Kürt sorunun aşılması adına Türkiye’den milyonlarca Kürdün bu yeni kurulması tasarlanan ülkeye gönderilmesi düşünülmüştür. Hatta bazıları mülteci Arapların gönderilen Kürt nüfusun yerine yerleştirileceği iddiasını dahi seslendirebilmektedirler. Eğer doğruysa, gayet uçuk senaryolar bunlar. Böyle senaryoların peşinden koşmak için ahmak olmak lazım.
Ha, bu arada aklıma gelmişken, bir şey daha söyleyeyim. Tayyip’in bu “MİT TIR’ları” meselesine bu kadar önem vermesi, aslında çok korktuğu içindir. Yeni bir “17 Aralık” operasyonuna olanak tanımak istemiyor. Tutuklanmak istemiyor. MİT tırlarına operasyon yapanların Cemaat’in savcı ve askerleri olduğu açıktır. Nitekim, tutuklanan generalin Cemaat’e yakınlığı medyada yer alıyor. Zaten böyle bir operasyonu yapabilecek bağımsız devlet güçleri de mevcut değildi. Bugün de yok. Tayyip’in bu kadar ısrarcı olması bu bakımdan anlaşılabiliyor. Cumhuriyet Gazetesi de, yeni koşulların “Taraf” ı gibi bir rol üstlendi. Onun vaktiyle oynadığına benzer bir rolü yerine getirebilmesi için yeniden dizayn edildi. Sadece yargısıyla, polisiyle, askeriyesiyle değil, medyasıyla da devlet bölünmüş durumda. Malum, bazısı Tayyipçi diğerleri Cemaatçi. Her ikisinin içinde sol ya da muhalif geçinen medya kuruluşları da var.
Bitirmeden önce, bakınız emperyalistler Rusya’ya Gürcistan’da bir hamle yaptılar, Gürcistan kaybetti. Rusya mevzi kazandı. Sonra emperyalistler Ukrayna’da başka bir hamle yaptılar, Kırım (“Karadeniz” olarak okumak gerekir) ve Doğu Ukrayna gitti. Rusya mevzi kazandı. Emperyalistler bu kez Suriye’ye çullandılar, sonuç olarak, Suriye’yi Rusya’ya bıraktılar. İsterseniz, Doğu Akdeniz’in Rus gölü olacağı şartları yarattılar. Şimdi NATO gemileri, NATO takviyesi göndermek ne işe yarayacak? Rusya’nın kendisine yeni olası alanlar açmasını önlemek istiyorlar. Bence atı alan Üsküdar’ı geçti.
Yukarıda Karadeniz, aşağıda Akdeniz’in doğusu, İran, Irak…Ve arada sıkışan Türkiye.Türkiye bu dar alanda manevra yapamaz. Bu koşullarda, emperyalistlerden daha fazla himaye isteyeceği, bunun karşılığında daha fazla ateşe itileceği, bu arada, içeride muhaliflere karşı daha da sertleşeceği tahmin edilebilir. Sürdürülmesi güç bir durum.
Şimdi, Suriye meselesi, daha önce de bir kaç kez belirtmiş olduğum gibi, bir dünya savaşı çıkartabilecek potansiyele sahip olsa da, halen sahadaki büyük oyuncular için ileri ve geri hareket etme, manevra yapabilme olanaklarını da sunuyor. Nitekim, son gelişmeler, İran ve Rusya ile antlaşmalar bunu gösteriyor. Burada NATO emperyalizmi adına bu esnekliğe zarar verebilecek en önemli müttefik ülke Türkiye. Buna daha ne kadar müsamaha gösterilir bilemeyiz. Ancak Menderes’e de bu yüzden müsamaha edememiş olduklarını tekrar hatırlatmakta fayda var.
Dünya savaşını reel olarak üretebilecek en kritik coğrafya Ukrayna coğrafyasıdır. Daha doğrusu, Ukrayna’nın doğusu Rusya’nın kırmızı çizgisidir. Rusya, NATO’nun burada konuşlanmasına izin veremez.
Bu noktada, Almanya’nın davranışı önem taşıyacaktır. Yani bir dünya savaşının olup olmayacağına, olduğu takdirde hangi saflaşmalar halinde cereyan edeceğini Almanya’nın kararı belirleyecektir. Bu bakımdan, diplomatik bağlamda, bir kez daha Almanya ve Rusya ilişkileri en kritik konu olarak görülmelidir. Rusya’nın Doğu Akdeniz’de mevzi kazanmış olması, böyle bir ilişki adına, Almanya’nın daha serbest hareket etmesini sağlayabilir mi, göreceğiz. Bugün Anglo-Amerikan emperyalizminin Rusya’dan daha fazla odaklanmış olduğu ülke (herhalde) Almanya’dır.
Alman sermaye sınıfı içinde, SSCB’nin çözülmesi sonrasında, “Almanya’nın birliği” konusuna daha ihtiyatlı ve mesafeli yaklaşan çevrelerin bu tavrı şimdi daha iyi anlaşılabiliyor. Daha önceki bazı yazılarımda bu konuya değinmiştim. İleride bu tartışmayı biraz daha geliştirmeyi umduğum bir yazı yazmayı planlıyorum.