İlk sonuçlar üzerinden erken bir yazı

Daha önce, AKP 400 vekil çıkartsa bile hareket alanının kalmamış olduğunu,  ülkeyi yönetmesinin mümkün olamayacağını söylemiştim. Bugün de aynı yerdeyim. Seçmenlerin neden böyle davranmış oldukları üzerinde akıl yürütmenin artık bir manasının olmadığını düşünüyorum. Bu partilerle her seçimde oyların geçişli olacağı açıktır. HDP ve MHP’nin kayıpları AKP hanesine yazılmış, CHP ise olduğu yerde istikrarlı şekilde saymaya devam etmiştir.

Kimbilir, belki de bizim yapamadığımızı, muhalefetin yapamadığını  AKP’nin  meşhur “yüzde elli” si bu seçimlerdeki davranışıyla yapmıştır. AKP rejimini duvara doğru güçlü bir şekilde itmiştir. Göreceğiz.

Bir çok kez, bu “barış süreci” tuzağına düştükten sonra PKK’nin artık silahlı mücadele yürütemeyeceğini, aksi halde bunun Kürt halkının geniş bir kesimi tarafından  dahi meşru görülemeyeceğini belirtmiştim. Seçimler öncesinde, PKK, bir kez daha AKP’nin tuzağına düştü. Şiddetten sonuç alacağını sandı. HDP’yi geriletti. HDP’ye yakın görünmek isteyen CHP de beklediği bir kaç puanlık çıkışı dahi yapamadı.Kürt siyaseti ve onun paçalarına tutunmuş “iktidarsız” Türkiye solcusu bu sonuçlardaki sorumluluklarını görmek zorundadırlar.

Ülkedeki “milliyetçi iklim” den müşteki olanların,  “kör kör gözüm parmağına” anlayışıyla, üstelik kendisini dahi kontrol etmesinin olanaklı olmadığı bir “kurtlar coğrafyası” nda, sürdürdüğü silahlı mücadeleden gayri siyasal ufku olmayan PKK’nin konumunu sorgulamaları gerekmiyor mu? Daha PKK’yi ikna edemediğiniz barışa, şiddete bel bağlamış AKP’yi nasıl ikna edecektiniz? “Barış Yürüyüşü” kimi ikna etmek içindi? Bunları açıkça ve cesaretle tartışmamız lazım. Sorgusuz bir itaatle bir kaç on yıldan beri PKK’nin kanatları altında siyaset yapmak, Türkiye devrimci sosyalistlerine, ilericilerine siyaseten ne kazandırdı? Şimdi  veri almamız ama değiştirmemiz gerektiğini söylediğiniz “milliyetçi ve muhafazakar iklim” i nasıl değiştireceksiniz? Saidi Nursi muhabbeti yaparak mı?

Bu Kürt önderliği siyaseten kifayetsizdir. Bu kifayetsizliği sadece onun üzerinde yükseldiği toplumsal koşullarla izah etmek doğru olmaz. En önemli neden,  özel ulusal gündemini siyasallaştırma şeklidir. Bu gündemini liberal ideolojinin etkisi altında, etnik kimlik sorunu şekline sokmuş olmasıdır. Buradan bir Türkiye partisi, sosyalist siyaset çıkmaz. Sırtını Türkiye’ye dönmek çıkar. Bundizm çıkar. Bunu görmek lazım. Haziran’dan Kasım’a geçen zamanı dürüstçe analiz etmek lazım.

Kişisel tavrım bu seçimlerin de protesto edilmesi yönündeydi . AKP rejimine muhalif kitlenin parlamentodan bir beklenti içinde olmaması için çalışmak lazımdı. Daha büyük ve daha örgütlü bir Haziran için (BHH’yi kast etmiyorum) çalışmak lazımdı. AKP’nin “milli irade” oyuncağının peşinde koşmamak gerekirdi. “Milli irade” ve oluşturduğu parlamento bir kez daha ama bu kez çok daha ağır iç ve dış şartlarda ekonomik-politik istikrarsızlığı derinleştirmiştir. Amiyane tabirle, top artık -daha oluşmadan- parlamentonun ayağından çıkmış oluyor. Siyasal tarihte örnekleri vardır,  istikrar derdine düşerek oy verenler, daha derin ve süreğen bir istikrarsızlığa davetiye çıkartabiliyorlar.

Şimdi iş artık sokakta çözülecek. AKP’nin dayandığı duvarın ötesinde sokaklar var. Bu yola daha önce başvurulabilirdi, ancak HDP, ona yüklenen “sol” anlam,  ve ona tutunanlar, 2013 Haziran’ının geriletilmesinde oynadıkları rolün bir devamı olarak görülebilecek rollere soyundukları için olmadı. “Bayrak Mitingleri” sırasında da, sonradan HDP’yi destekleyecek,  liberaller benzer bir işlev görmüşlerdi.

Kesinlikle moralsiz ve umutsuz değilim. Eğer 7 Haziran’daki gibi bir sonuç çıkmış olsaydı, moral olarak şimdi olduğumdan daha kötü hissederdim. Koalisyonlar bize zaman kaybettirirdi. Karışık, daha da karışmaya teşne kafaları daha fazla karıştırır. İlerici kitleler için sapla samanı ayırmak güçleşirdi. Şimdi işleri sıkı tutmak, netleşmek, ayrık otlarını ayıklamak, sıkı bir disipline girmek lazım. Hazır olmak lazım. Kolaycılıkla, masa başında, siyaset kulislerinde  iş olmuyor.

Şimdi olası bir hareketlenmeden “zinde kuvvetler” in kazançlı çıkmasına engel olmamız gerekiyor. En önemlisi bu. Devrimimizi kaptırmamamız lazım.

Amiyane bir deyim vardır, “papaz her zaman pilav yemez”. Ancak biz aynı nedenlerin aynı sonuçlara yol açtığını da biliyoruz. Daha önce bir çok kez değinmiştim. 1957 seçimlerinde DP yaklaşık yüzde 59 oy almış, tekrar iktidar olmuştu. Suriye krizi büyüyordu. 1958’de tarihimizin en büyük devalüasyon kararı (yüzde 330) alındı. Ekonomi tepetaklak oldu. Menderes’e savaş lazımdı. Suriye sınırına tümenler, zırhlı araçlar yığdı. SSCB’nin müdahalesi geldi. Türkiye’ye en üst kattan sert bir ültimatom verildi. Yani Suriye’yi savunmak için savaşa dahi girilebileceği ima ediliyordu. NATO, çok arzulu DP’nin ipini çekme ihtiyacı duydu. Hükümete bastırdı. Menderes geri çekildi. Ekonomideki bunalım derinleşti. Sokakların huzursuzluğu arttı. Hükümet hukuksuzluğu,  baskı ve terörü daha da arttırarak yanıt verdi. Menderes borçları katlamak pahasına ekonomik olarak irrasyonel yol, köprü, bulvar inşaatlarına girişti. Bu müsriflik karşısında “sıcak para” muslukları kapandı. Artık popülist politikaları finanse etme olanağı kalmamıştı. Menderes son bir çare olarak SSCB’nin kapısını çaldı. Para lazımdı. Siyasal kriz derinleşti.

Esasen DP’nin işi, 1957 seçimlerine girerken, yani yüzde 59’a yakın oy aldığı seçimlerin öncesinde  bitmişti. İç, özellikle dış bağlamı analiz edebilecek halde değildi. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da SSCB ile yakınlaşan ilerici rejimler yönetime gelmiş, İran’da ilerici yönetim bir CİA darbesiyle yıkılmış( Bu darbeden sonra Mossad, Şah yönetimi için  kısaca Savak denilen istihbarat örgütünü kurdu. 1958’de CIA gölgesinde, Mossad, Savak ve o zaman ki MİT bir araya gelerek Trident adı verilen hareket ve dolayısıyla müdahale kabiliyeti yüksek bir üst organizasyon oluşturdular. Bu organizasyon herhalde  Menderes hükümetinin düşürülmesinde gayet önemli bir rol oynamış olmalıdır) ama ülkedeki karmaşa sona ermemişti. Siyasal egemenliğin yitirilmiş olduğu şartlarda, duvara dayanmış DP’nin ihtiyacı olan manevra alanını yaratması olanaklı değildi. Sonrası malum.

Eğer papaz bir kez daha pilav yerse, kaybeden AKP rejimi, düzen değil, bir kez daha biz olacağız.

Bir cevap yazın