Seçimler ve Komünistler

Önümüzdeki seçimler bu şiddet, devlet terörü, anti-demokratik baskı koşullarında, bu kan gölü içinde  nasıl yapılacak? Bir oldu-bitti seçimi tezgahlanıyor. Bu kabul edilemez. Komünistlerin bu koşullarda seçimlerin yapılamayacağını görüp, seçimleri protesto etmeleri beklenir. AKP’nin “milli irade” yalanı üzerine kurduğu oyuna alet olmamak,onu yalnızlaştırmak lazım. Böyle bir tavır, komünistlerin seçimlerde elde etmesi muhtemel 10-15 bin oydan çok daha anlamlıdır. Bu şartlarda parlamentarist beklentiler içinde olmak doğru değildir.

Halkı seçimle hiç bir şeyin çözülemeyeceğine ikna etmek lazım. Her seçim öncekinden daha kanlı bir ortamın yaratılmasına yol açacak. Çözümü  halk sokakta üretir. Seçimlerden CHP ya da başka bir düzen partisi zaferle çıksa ne değişecek? Emekçi halkın hangi sorunu çözülecek?

Öte yandan, asker darbe yaparsa, bunu AKP rejimini sürdürmek ve Tayyip’i kurtarmak için yapacaktır. TSK dün olduğu gibi bugün de emperyalist NATO’nun, işbirlikçi Türkiye burjuvazisinin, onun devletinin ordusudur. Halk sınıflarının, bölgemizdeki bütün ezilen halkların  düşmanıdır.

Solculuk adına, 19yy’daki Tanzimat aydınlarının yaptığı gibi, “iyi paşa hazretleri”, “kötü paşa hazretleri” muhabbeti yapan kerameti kendinden menkul “orducu sosyalist” lere itibar etmemek lazım. 7 Haziran seçim sonuçları sonrasında “3.Meşrutiyet”i ilan eden “Yalçın hoca ekolü” Tanzimat devrinde kalmıştır (Hatırlanacağı gibi, daha önce de Genelkurmayın en mahrem odalarının ve tabii Ergenekon tezgahının önünü açan bir “paşa hazretleri” nin masum bir Tayyip ziyaretini “Babıali baskını” olarak ilan etmişti. Tayyip bu iddiayı ciddiye almış olsa gerekir ki, zavallı paşa hazretleri ziyaretten bir süre sonra kodesi boylamıştı) . Onun komünizmle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Anlaşılmayan, hâlâ bu tipin “makalelerin sadece yazarını bağladığı” komünist portallar tarafından parlatılıyor olmasıdır.

Türkiye’de komünist partilerin sayısının artacağı anlaşılmaktır. Parti sayıları, tabelaları artıyor. Ancak mevcut partilerin süreklilik gösteren, komünist camiada ağırlığı olan  bir tane dahi yayını yok. Hatta yayın yok. Zaman zaman olduğu vakit de, sadece parti bürolarından ya da Kadıköy iskele meydanındaki bir kaç bayiden temin edilebilen yayınlardan söz edilebiliyor.

Ülkemizde bir komünist parti ve sürelilik arz eden etkili  komünist yayınların olmaması biz bütün komünistlerin ayıbıdır. Bunu şartlarla ya da başka mazeretlerle izah etmek sorumluluğumuzu inkar etmek anlamına gelir. İllegalite şartlarında dahi komünistler daha etkiliydi. Kimseyi suçlamıyorum. Hepimiz sorumluyuz.

Bir kere bu portallarla bu işler olmaz. Mevcut partilerin internet sayfaları muhtemelen bu portallara verilen ağırlık yüzünden ihmal edilmiştir. Yabancı ülkelerdeki komünist parti siteleriyle kıyaslarsanız, durum açıkça görülür. Bu portalların hepsi aşağı yukarı aynı haber içerik ve vurgularına sahip. Sadece köşe yazıları farklı. Onların önemli bir kısmının da komünist kalemlerden çıkmamış olduğu izlenimi ediniliyor. Tabii bir de, “portallardaki makaleler yazarı bağlar” kaydı var. Bu sayede ideolojik sınırlar gevşetilebiliyor. Kafalar daha da karıştırılıyor.

Komünist eğitimin verileceği, komünist yaklaşımların ve tartışmaların yer aldığı, parti tavır ve politikalarının tespit edildiği parti siteleri komünist hareketin gelişmesi bakımından bu mevcut portallardan çok daha önemli bir işlev görecektir.  Şimdi örgütlenme çağrıları yapılıyor. Ancak bu çağrıların bir dil pelesengi olduğu açıktır. “Adet yerini bulsun” açıklamalarıdır. Mazeret üretme gayesi taşıdığı izlenimi veriyor. Örgütlenme ve eğitim arasında bir etkileşim vardır. Birbirlerini karşılıklı  olarak besleme eğilimi taşırlar (1)

Niceliğe kafayı fazla takmayalım. Bütün enerjimizi sarf ederek çelik bir komünist çekirdek yaratmamız  gerekir. Bu çekirdek yoksa milyonlara ulaşsanız dahi hedefiniz açısından bir faydası olmayacaktır. Tekrar pahasına, Bolşevikler devrim öncesi Rusya’sında nispeten en dar örgüte sahip siyasetti. Ancak en disiplinli, çelik çekirdeğe (ya da komünist siyasal akla) sahip örgüt oydu. Sırasıyla, SR’lar ve Menşevikler nicel olarak en geniş örgütlerdi. Ancak devrimi Bolşevikler yapabildiler (2)

Yine  70’li yıllarda Avrupa’da, mesela Fransa’da, İtalya’da, İspanya ve Yunanistan’da komünistlerin kitle içinde çok ciddi bir örgütlülüğü söz konusuydu. O da yetmedi cepheler oluşturdular veya oluşturmaya çalıştılar. . Sonra da hep birlikte revizyonist oldular. İktidarı almak gibi bir derdiniz olmazsa, parlamentarist gerekçelerin arkasına sığınırsanız( veyahut meşruiyeti burjuva sınırları içinde kavrarsanız), kısacası iktidardan kaçarsanız, kaçınılmaz olarak revizyonist oluyorsunuz. Dahası, reaksiyoner rejimlerin zuhur etmesine, veyahut burjuva demokratik yapıların gericileşmesine katkı yapıyorsunuz. SSCB’nin çöküşünü o taraftan da tartışmak lazım.

Bugün komünist siyasal aklın temsil edildiği, gelişmeleri global ölçekte öngören, doğru talepleri, doğru politikaları tespit etme yeteneğiyle donatılmış, çelik disipline sahip bir komünist partisine ihtiyacımız var. Yoksa 95 yıllık geleneği kimin temsil ettiğine dair idrar yarışının bir manası yok. Hiç bir manası yok. Zaten bu bir hukuk, teori konusu değil, pratik bir sorundur.

NOTLAR:

1) Örgütlenme, özellikle işçi sınıfı içinde örgütlenme kolay bir iş değildir. Ülkemizde de zorlukları var. Diyelim, ayda 1500  lira maaşlı bir iş bulabilmiş bir işçi kendisini asgari ücrete talim eden bir işçiye göre bir nevi “işçi aristokratı” olarak görebilir. Özellikle de Anadolu’da. Şimdi mesela, Bursa’da Renault da, Tofaş’ta çalışan işçilerin önemli bir kısmı “komünizm” lafını dahi duymak istemezler. Bir kısmı gericidir. Tamam. Ancak daha önemli bir kısmı orta sınıf ekonomik standartlarına sahip olduğu için böyledir. Mesela Renault’da, patron tarafından aylık olarak işçilere dağıtılan gayet kaliteli havlu, sabun vesair gereçleri temin etmek için başka bir yerde çalışan asgari ücretli bir işçinin maaşının neredeyse üçte birisini harcaması gerekir.

Fabrikaların sağladığı kolaylıklar sayesinde araba sahibi olan, onları yenisiyle sık denebilecek aralıklarla değiştirebilen işçiler var. Bir kaç yılda bir sahibi oldukları evlerinin mobilyasını değiştiren işçiler olduğunu en son o işçilere gıpta eden, kendileri daha düşük ücretli işlerde çalışan,  iki işçi yakınından dinledim.

Bursa’da Türk Metal’e öfke tamamen ekonomik kaygulardan kaynaklanıyordu. İşçiler sahip oldukları ekonomik standartlardan taviz vermek istemiyorlardı. Özcesi, işçi sınıfı dediğimizde yekpare bir bütünü ifade etmediğimizi, edemeyeceğimizi bilelim. Onun için örgütlenme söz konusu olduğunda sınıfın en alt katmanlarına inmemiz gerekir. Önceliği ona vermek daha gerçekçi bir yaklaşım olur.

2) Şimdi Haziran 2013’te  önemli bir rol oynamış örgütlere o günlerde katılımın arttığını biliyoruz Yani öyle parti ilçe bürolarında kayıt için gelecek üyeler beklemek doğru değildir. Ortam devrimcileştikçe nicel olarak da güçlenirsiniz. Hareket her şey değildir ama bereket getirebilir. Önce örgütlülüğüm, üye sayım artsın sonra harekete geçerim anlayışı yanlıştır. Devrim talebi değil ama belli bir devrimci örgüt kolay kolay çok geniş kitlelere dayanamaz. Ya da bazı istisnai hallerde (daha çok nispeten küçük kırsal toplumlarda veya ulusal kurtuluş savaşı şartlarında ) böyle bir dayanak bulabilir. Asıl geniş kitle tabanı, büyük kitle desteği devrimden sonra iktidarın alındığı andan itibaren gereklidir. Yoksa iktidarı tutmanız güç olur.

Bir de, bazı arkadaşlar “bir daha Haziran olmasın, kendiliğinden hareketle iş olmuyor” mealinde laflar ediyorlar.Çok yanlış! Bütün devrimler kendiliğinden patlamalarla başlar. Ancak salt kendiliğinden hareketle de devrim olmaz. Bu farkı görmek lazım. Yok, Haziran’lar olsun, olmalıdır. Oradan devrim çıkarmak öncünün işidir. Hiç bir örgüt baştan sona bir devrimi planlayamaz. Kitleleri makine gibi devindiremez.  İktidarı almak bir moment sorunudur. Öncünün (“çelik çekirdek” in ) kabiliyeti bu bakımdan önemlidir.

Özcesi,kitleler kendi sorunlarını kendileri için en can yakıcı momentlerde ayaklanmalar halinde dışavurabilirler. Ancak devrim yapamazlar. Devrim için öncü bir organize aklın devreye girmesi gerekir. Devrim süreci  kitle ayaklanması (ayaklanmaları)  süreciyle tetiklenebilir. Ancak bu ikisi tek ve aynı şey değildir. Tekrar olsun, kitle ayaklanmaları sürecini devrim süreci haline getirmek öncünün kabiliyetine referans verir.

Tabii Haziran tipi kitlesel ayaklanmaları hakir gören bir anlayışla, “önce örgütlenme” diye tutturan zihniyet arasında bir tutarlılık olduğunu söylemeye bile gerek yok.

ÖNCEKİ YAZIM İÇİN NOT:

Bir önceki yazıda ABD ve İran arasında varılan antlaşmayla ilgili ABD Kongresi’nde yapılacak oylamanın (Yanılmıyorsam,  11 Eylül tertibinin yıldönümü olan yarın oylanacak. Tarihin tesadüf olmadığı açık) öneminden söz etmiştim. Antlaşmanın reddedilme olasılığı var tabii. Bu olasılık çok zayıf değil. Gerçi başkanın veto yetkisi var ama yine de sonucu şimdiden kestirmek mümkün değil. Bunu öngören Rusya’nın Suriye’ye yığınak yaptığı haberleri yayılıyor. Özellikle Lübnan menşeli haber kaynakları Rus gemilerinin Suriye’ye tank sevkiyatını tanıklara dayandırarak haber veriyorlar. Ne kadar doğrudur bilinmez. Tam bu sıralarda arka arkaya bir çok ülkenin Rusya’nın Suriye yönüne uçacak uçakları için hava sahalarını kapattıklarını duyuyoruz. Bu hafta başındaydı galiba, John Kerry, Lavrov’a, Rusya’nın Suriye sorununa doğrudan müdahil olmaya yönelik çabaları nedeniyle hükümetinin kaygularını iletiyordu. İran antlaşmasıyla ilgili karar ve Rusya’nın Suriye’de daha aktif bir rol üstlenmesi Türkiye’de şartların değişmesine neden olabilir.

Tweetle

Bir cevap yazın