İçeride ve dışarıda Syriza tartışmaları sürüyor. Görebildiğim kadarıyla, Yunanistan dışında, özellikle ABD ve B.Avrupa’da bu tartışmayı yürüten solcuların önemli bir kısmı, gerçeklikten kopmuş durumdalar. Hatta bazısı halen Yunanistan’da Ekim Devrimi’yle kıyaslanabilir bir devrim olduğunu sanıyor.
Kimileri, Syriza’nın Troyka karşısındaki durumunu, Bolşevik hükümetin Brest-Litovsk(1) tartışması esnasındaki haline benzetiyorlar. Çipras’a “gerçekçi Lenin” rolünü verip, Varoufakis’i “Trotsky” ama özellikle de ” Radek ” gibi davranmakla suçluyorlar. Hatta birisi hız kesmeyip, Radek’in Brest-Litovsk esnasındaki konumunu, onun Rus gerçekliğine yabancı Alman okulundan bir devrimci olmasıyla açıklarken, Varoufakis’in de Yunan gerçekliğine yabancı Anglo-Sakson okulunun öğrencisi olduğunu söylüyor. Bu bakımdan ikisi arasında benzerlik olduğunu iddia ediyor. Varoufakis’i olumsuzlayıp, Çipras’ı doğru buluyor. Bunları söyleyenlerin büyük bir bölümünün dünün “reel sosyalizm” lerini “reellik” argümanı etrafında yerenler olması manidardır.
Halbuki Çipras’ı, Varoufakis’i ve diğerleriyle, sağı ve soluyla (bu sağ ve sol kanatların ayrı gibi görünen yolları, burjuva siyaseti adına aynı hizaya gelmeleri anlamında, belli bir momentte en sağda kesişir) Syriza’nın oportünizm siyasetini temsil ettiğini ta en başından gayet iyi biliyoruz. Dahası, Syriza’nın, en başından beri, hiç bir sol ekonomik-sosyal vizyonu, sol bir programı olmadığını, politika yapıcılığından feragat edip, politika yapma araçlarını Troyka’ya vererek, kendisine demagojik bir “anti” konumundan konuşmayı uygun görmüş olduğunu, bu anlamda, apolitik bir oluşum olduğunu söylüyoruz(2).
Syriza devrimci sol programı olan düzen karşıtı, sosyalist bir sol değil. Hiç bir zaman olmadı. Hiç bir zaman da olmayacak. Ancak solun büyük bir kısmını teşkil eden sağı ve soluyla oportünist müritler her zaman uçuracakları bir “Şeyh” in varlığına ihtiyaç duyarlar. Syriza’dan umut kesmeyecekler. Onun bundan sonraki her adımını “gerçekçi” sol gerekçelerle izah etmeye çalışacaklar. Bundan sonra da, Çipras’ları Lenin; Varoufakis’leri yerine göre, Trotsky, Radek veya Stalin ( ya da tersi) olarak sunmaya devam edecekler. Yok olmadı, başka Syriza’lar arayacaklar. Yaratacaklar.
Daha önceki bir yazıda, Batı Avrupa’da Syriza ve benzeri partilerin burjuva merkezin dışında, hem sol hem de sağ da ortaya çıkmış olduklarını, bunların program ve söylem olarak, örgütsel yapıları, metotları, lider tipleri itibarıyla birbirlerine çok benzediklerini söylemiştim. Bunların dayandıkları kitle tabanının da geçişken olduğunun altını çizmiştim.
Yalnız, o yazıda da söylemiş olduğum gibi, bu partilerin sağ görünümlü olanları daha gerçekçi, daha samimiler (Mesela, Fransa’daki Le Pen’ci partinin programını inceleyiniz. Hollande’ın Sosyalist Partisi’ne nazaran sosyal politikaları daha fazla telaffuz ediyor, açık anti-Amerikan vurguları var, Rusya’nın Avrupa’nın istikrarı için önemini vurgulayıp, ABD’nin Rusya ve Ukrayna politikasına karşı çıkıyor ) . Daha yavaş ama daha kararlı bir şekilde büyüyorlar. Syriza gibi sol görünümlü partilerin başarısızlığının onların önünü iyice açacağı öngörülebilir(3).
Nasıl bu tür parti veya siyasal oluşumların “sol” olanları sosyalist değilse, sağ olanları da, geleneksel anlamında, faşist değil. Bu yanlışa düşmemek gerekir. Yabancı düşmanlığı yapmaları, milliyetçilikleri faşistliğin göstergesi olmamalıdır. Avrupa’daki emekçi kitleler arasında yükselen yabancı düşmanlığı, kapitalistlerin “yedek işçi ordusu” oluşturma gayesinden ayrı düşünülmemelidir. Tabii bunun siyasal istismarcıları da hemen zuhur ediyor. Avrupa’daki bu şoven-sağcı partilerin tek istisnası, Yunanistan’daki Yeni Şafak. Bu parti geleneksel faşist tanımına uyuyor.
NOTLAR:
1) Brest-Litovsk, 1.D.Savaşı’nın sonuna doğru, Mart 1918’de, Belorusya’nın Brest kentinde, Sovyet Rusya devleti ve Merkez İttifak Ülkeleri (Almanya,Avusturya-Macaristan,Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan) arasında imzalanan barış antlaşması.
Antlaşma Sovyet Rusya için çok ağır şartları içeriyordu. Bu yüzden bolşevikler arasında sert tartışmalara, direnmelere neden olmuştu. Sonunda Lenin’in ağırlığını kararlı bir şekilde koymasıyla imzalanabildi. Eğer bu antlaşma imzalanmamış olsaydı, bolşeviklerin iktidarda tutunmaları çok zor olacaktı.
Antlaşma Üçlü İttifak’a mensup devletlerin Kasım 1918’de Almanya’yı kuşatmalarıyla hükümsüz kalacaktı.
Antlaşmayla, Rusya topraklarının yüzde 25’ini, nüfusunun yüzde 44’ünü (62 milyon kişi) kaybedecekti. Buna göre, tahıl ziraati yapılan topraklarının 1/4’ünden, sanayisinin hemen hemen yüzde 60’ından (sadece şeker fabrikalarının yüzde 80’inden), kömür madenlerinin yüzde 75’inden, demir madenlerinin yüzde 72’sinden, kamu gelirlerinin yüzde 24’ünden feragat edecekti.
Son bir not olarak, bu antlaşma Osmanlı devletinin toprak kazandığı (Kars, Batum, Ardahan) son antlaşmadır.
2) Solu apolitikleştirme oportünizmin temel işlevlerinden bir tanesi olarak görülmek gerekir.
3) Bu başarısızlığı dışarıda, Syriza’nın “Troyka karşısında maruz kaldığı baskılar” la; içeride, “muhalif güçlerin baskıları”, “koalisyon hükümetinin gerçekleri” ve “parti içi dengeler” le açıklamaya çalışmak doğru değil. Bu başarısızlık Syriza’nın oportünist siyasetinin karşılığı olarak görülmek gerekir. Gerçek kaynağı oportünist siyasettedir.