“Tek” in çoğulluğu

İç ve dış sermaye güçleri için AKP-CHP koalisyonu öncelikli tercihtir demiştik. Tabii böyle bir koalisyon Kürt siyaseti tarafından da istenmektedir. MHP de en baştan “uzlaşmaz” ı oynayarak bu tercihin hayata geçirilebilmesi için zemini düzleme işlevini yerine getirmeye çalışmaktadır. Yani düzen siyaseti aynı hizadadır.

Bu tercih gerçekleşmezse, bu kez, AKP-HDP koalisyonu adına girişimler sahne alacaktır. Ancak emperyalistler ve onların içerideki bağlantılarının arzusu “büyük koalisyon” dur. Gerçekleşme olasılığı yüksek olan budur. Tayyip’in ta baştan işareti almış olduğu Baykal’la temasından anlaşılmaktadır. Eğer Baykal meclis başkanı olursa, seçim sonrası bu ikilinin buluşmasının yeni bir “Çengelköy buluşması” anlamı taşıdığı açığa çıkacaktır. Arkasından “büyük koalisyon” gelecektir (1)

Bugün AKP karşısındaki üç partinin anlaşarak kendi adayları arasından birisini başkan seçmeleri  şu an itibarıyla olanaklı  görünmemektedir. Öyleyse, bu şartlarda kimin başkan olacağına Tayyip karar verecektir. Daha önce engel olarak görülüp kızağa çekilen Baykal’ın seçim sonrasında aniden parlatılması boşuna olmasa gerektir. “Büyük koalisyon” un Baykal üzerinden tesis edilebileceği öngörülmektedir. Sermaye böyle istiyor. MÜSİAD ve TÜSİAD aynı hizadadır.

Burjuva demokrasisi, burjuva siyaseti böyle yürütülür. Oyunun büyük ve belirleyici kısmı sahne arkasında, kuliste hazırlanır. Seçimler tabloyu meydana getirmek için sermaye güçlerine, yine bu güçler tarafından belirlenmiş araçları sunar, ama tabloya son şeklini veremez.

Burjuva demokrasisi  her alanda “çoktan şeçmeli” bir yanılsama yaratır. Çoğulculuk dedikleri budur. Çok sayıda parti, çok sayıda medya organı… Hepsi aynı siyasal içeriğe, çerçeveye sahip partiler, başkan adayları, medya organları vb. Gerçek bir farklılığa referans vermeyen bir çoğulculuk. Burjuva demokratik düzeninin esas ideolojik başarısı bu tek olanı çoğul form içinde sunabiliyor olmasından kaynaklanıyor.Gelişmiş kapitalist merkezlerde, sanılanın aksine,  bu hal bize göre daha da iç karartıcıdır.

Bir de, aklıma gelmişken, geçenlerde internette Batı’da cari  “totalitaryanizm” kuramları arasında sörf yaparken bir şey tespit ettim,  hemen hemen hepsinde  ortak bir şekilde, totaliter düzenin altı çizilen temel göstergesi, “özel hayatın devlet tarafından gözetim altında tutulması, gözetlenmesi” dir.

Ben de zaten ne zamandır, başta ABD olmak üzere modern tarihinin en totaliter devletlerinin batılı kapitalist ülkeler olduklarını iddia edip dururum. Bizim fakirin,  SSCB’nin bu emperyalist ülkeler kadar totaliter kapasitesi, imkanları olabilseydi, zaten öyle kolay yıkılmazdı. Herhalde şu son Snowden vak’asının en büyük olumlu işlevi söz konusu kapitalist ülkelerin bu totaliter yapılarını gözler önüne sermek olmuştur.

Yoksa biz zaten mccartyciliğin oralarda her daim sürekli kendisini daha ince yöntemlerle geliştirerek yaydığını, o toplumların en küçük hücrelerine kadar sirayet ettiğini biliyorduk. Artık ABD’ye referans vermeden bir totalitaryanizm çalışması yapmak olanaklı değildir. En gelişmiş model odur.

Bu arada, Michel Foucault’un çok önem verdiğim bir tespiti, Batı’da, iktidar ve bilgi olarak egemenlik aygıtlarının, kapitalizmin ya da modern toplumun ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, kamusal ve özel alanlarda, yani toplumları, bireyleri “gözetim, gözetleme” işlevini kendilerinin sürdürebilirlikleri açısından vazgeçilmez görmüş olduklarıdır.

Foucault’nun, sınıfsal siyasal konumu itibarıyla, görmediği ya da görüp de vurgulamadığı, bu olgunun Batılıların tartıştıkları bağlamda, kendi dışlarında (mesela SSCB’de) aramaya çalıştıkları  bir vak’a olarak totalitaryanizmin çıkış noktasına tekabül ettiğidir. Totaliter kapsamıyla kapitalist toplumlara içkin olduğudur. Kapitalist modernite çoğulculuk illüzyonu içinde bire, teke indirgeyicidir. Her alanda böyle bir pratik işleyişi var. “Demokratik modernite”  ideolojisinin özü budur.

Temelleri pür denebilecek halde  bir ideoloji olarak (kapitalizmin konsolide edildiği) 19 yy sosyolojisi tarafından atılmış “modernite” kuramlarının kapitalizmin gün batımına tekabül eden geç emperyalizm çağında revize edilmiş halidir. Radikal demokratik vizyon da bu aynı iddiaya tutunur. Onun politik pratiği olarak da görülebilir.

Yeri gelmişken, bugün, mesela, eşcinsel evlilikleri talebini de bu perspektiften değerlendirmek lazımdır. Bu talep ilerici bir talep değildir. Aile kurumunu “çoğul” hale sokarak kutsama çabasıdır. “Radikal demokrasi” anlayışı tam da budur. Burjuva düzeni içinde ideolojik çoğullaştırma gayesine hizmet eder. Burjuva toplumsal imgelemi dışına çıkmaz. ABD bu talebin en erken ve en yaygın şekilde kabul gördüğü ülkedir. Şimdi eğer Foucault’ya referans verirseniz, bunun böyle olması da anlaşılırdır.

Bu arada, ABD’deki bir çok “gay” örgütünün ABD’nin emperyalist, gerici politikalarına destek verdiğini de hatırlatmak isterim. Devrimcilik, siyasal ilericilik “kültürel talepler”e (“ulusal” talep de bu çerçevede, bu kültürel form içinde değerlendirilmelidir) sırtını dönemez ama onların  üzerinde de  inşa edilemez. Bir çok gay örgütünün, gayin o emperyalist politikaları desteklemesinin altında sınıfsal siyasal eğilimler vardır.

NOTLAR:

1) Tayyip için MHP koalisyonu ehveni şerdir. Eğer MHP ile koalisyon oluşturursa, karşısında bu kez sağlam dış desteği de olan geniş bir muhalefet bulacaktır. Bu durumda düşüşü hızlanır. Korktuğu her şey başına gelebilir. “Büyük koalisyon”  (buna dışarıdan da olsa HDP’yi dahil olarak görmek gerekir) onun iktidardaki ömrünü uzatır. Ben eğer çok sıkıştırılmazsa, Tayyip’in MHP’li bir koalisyona girmeyeceğini düşünüyorum. Onun içinde bulunduğu şartları iyi okuyan  CHP’nin, onun karşısında elinin aslında hiç de zayıf olmadığını  görmesi beklenir.Tayyip ve yakın çevresi sadece kendi kişisel ikballerini düşünürler. Bu noktadan itibaren ülke meselelerindeki sözümona kırmızı çizgileri kişisel ikballe ilgili kaygularından ayrı düşünülemez.  Düşünülmemesi gerekir.

Suriye ve IŞİD (Erdoğan ısrarla  “İŞİD” yerine “DAESH” diyor. Neden? Erdoğan, “bana İslamcılar adam öldürüyor” dedirtemezsiniz demek istiyor. Hem de onun da destek vermekte olduğu islamcı katiller tarafından katledilenlerin sayısı her gün artarken. Bir şeyin adını değiştirerek içeriğini de değiştirebileceğini sanıyor. Kaldı ki, DAESH’in Arapça açılımında da “İslam” sözcüğü yer alıyor-  ad-Dawlah al-Islamiyah fil-‘Iraq wa ash-Sham.  Aslında Erdoğan örgüte olan saygısından ona kendi kendisini çağırdığı isimle seslenmeyi doğru buluyor. Mesele budur. ) konusunda da Erdoğan rol kesiyor. Esad,İŞİD ve Suriye Kürtleri’ni aynı ittifakın bileşenleri olarak görüyor. Bunu sık sık beyan ediyor. Demagoji yapıyor tabii. “Dündür dündür bugün bugündür” sloganı altında birleşmiş utanmaz şark kurnazları buna dayanarak ondan bir “yurtsever kahraman” yaratmaya çalışıyorlar.

Tweetle

Bir cevap yazın