Son zamanlarda üst üste önemli yargı davaları ülkenin gündemine geliyor. Bu yargılama süreçleri ve sonuçları çoğu vak’ada kamu vicdanını, kamusal adalet duygusunu tatmin etmiyor.
Sorun basitçe ve sadece güçler ayrılığı ilkesinin ihlal edilmiş olmasından kaynaklanmıyor. Elbette erkler ayrılığının ortadan kalkmış olduğu, yürütme erkinin yargı erkini etkisizleştirmiş olduğu koşullarda, yargıçlar adil karar almak konusunda kendilerini baskı altında hissedebiliyorlar. Zaten atamaları, terfi işleri de yürütme erki tarafından kontrol edildiğinden her zaman yürütme erkinin duyarlılıklarını dikkate almak ihtiyacı duyuyorlar. Doğru. Yalnız, sorun sadece buradan kaynaklanmıyor.
Önceki rejim devrinde de durum bu bakımdan pek farklı değildi. Elbette burjuva hukuku çerçevesinde konuşuyorum. Yoksa, burjuva hukukunun özel mülkiyet temeli üzerinde yükseldiğini, ve bu temelin yarattığı ideoloji, ahlak anlayışı ve normlara kaçınılmaz olarak referans vermekte olduğunu tartışmıyorum. Burjuva hukuk çerçevesi içinde de olsa görece demokratik olduğunu düşündüğüm bir öneriyi dile getirmek istiyorum.
Yargıçlar kararlarını formel olarak Türkiye halkı veya Türk milleti adına verdiklerini ilan ediyorlar. Pekiy yargıçlar bu halkın veya milletin vicdanını temsil etme kapasitesine burjuva hukuku çerçevesinde dahi sahip olabilirler mi? Yargıçlar da sosyo-psikolojik öznelerdir. Yanı sıra, devletin hukuksal aygıtının işlemesinde belli bir işlev yerine getirirler. Kaçınılmaz olarak ideolojik devlet görüşünün, anlayışının temsilcisidirler.
Yargıçların muhakeme sürecinin ve prosedürlerinin diğer görevlileri gibi sadece hukuksal manada teknik işlevlerinin olması gerekmez mi? Yani yargıçların görevi adli kurallara uygun muhakeme koşullarını sağlamak ve denetlemek olmak gerekir. Bunun yanında yargıcın bir de hüküm verme yetkisine sahip olması,kamu vicdanı karşısında, onun hukuksal otoritesini, yargının adilliğini sorgulanır hale getirmez mi? Bugüne kadar getirmemiş midir? Halen de getirmiyor mu?
Burjuva adalet anlayışının zaten temelden kötürüm etmiş olduğu kamusal adalet duygusu, yargıçların kamu adına kullandıkları (bu şartlarda bu bir ideolojik iddiadan öteye gidemez) bu söz konusu hüküm verme yetkileriyle burjuva düzeni sınırları içinde dahi kamunun adalet inancının, beklentisinin erezyona uğramasına neden oluyor.
Bu sınırlar içinde bile yargılama usulünü daha demokratikleştirmek “jüri” sistemiyle mümkün olabilir.
Devrimci solcular olarak yargılama usulünü nispeten demokratikleştirmek adına “halk jürisi” kurumunun sisteme dahil edilmesini talep etmeliyiz. Bir çok mahkemenin yargıçlar aracılığıyla verdiği hükümlerden rahatsız olduğumuzu söylüyoruz. O halde mevcut şartlar altında kamu vicdanının, kollektif adalet duygusunun incinmesini, rahatsız olmasını nispeten azalatacak bir kurumun devreye sokulmasını bir demokratik talep olarak yükseltmek gerekir.
Halk jürisi, burjuva hukuk sistemi çerçevesi içinde, halk adaleti, halk mahkemeleri usulüne en yakın muhakeme usulüdür.
Bizim kendilerini ziyadesiyle önemseyen baro başkanları kafalarını parti genel başkanlıklarıyla fena halde bozmuş olduklarından bu tür temel hukuksal sorunları ve çözüm önerilerini kararlılıkla dile getirmekten imtina ediyorlar. Bizim devrimci solumuz da ne zamandır toplum sorunlarıyla ilgili olarak şikayet, tepki ve dayanışma (bunlara bir itirazım yok) hallerine ilaveten asgari öneri ya da çözümler sunmuyor. Halbuki altmışlı ve yetmişli yıllarda biraz da bu konulara elinden geldiğince kafa yorması sayesinde kültürel hegemonyasını tesis edebilmişti. Öyle değil mi?