Ankara’da neler oluyor? Sanki geçmişte izlemiş olduğumuz bir filmi yeniden izliyoruz. Pekiy, şu figüratif kombinasyonlar size neyi çağrıştırıyor? : Derviş-Baykal; Baykal-T.Erdoğan; (özellikle son zamanlarda) Derviş-Kılıçdaroğlu.
Bir soru etrafında biraz daha açık konuşalım. Bu yukarıdaki figürlere ya da onların isimleri etrafında oluşturulan kombinasyonlara referans vermeden AKP rejiminin kuruluşunu anlatabilir misiniz? Kendi aralarında veya kendi içinde gerilimleri, mücadeleleri de kat eden bir ilişkiler, bağlantılar süreci. O zaman da kapalı kapılar ardında ne kararlar alındığını halen açık olarak bilemediğimiz, ama halk sınıfları adına uğursuz hesapların yapıldığından kuşku duymadığımız bir süreç başlatılmıştı.
Tayyip bu süreç sayesinde yükseldi. Ancak yine bu sürece halk sınıflarının dalga dalga (Bayrak Mitingleri, İşçi grevleri, Hatay isyanı, Haziran Ayaklanması,Haziran seçimleri) itirazlarını yükseltmeleriyle iflas etti. Elbette ilk elden yükselişi olanaklı kılan “başlangıç” ın hatırlanmış olması anlaşılabilirdir. Yani eski izler üzerinden figüratif kombinasyonların birbirlerine göre konumlarını yeniden tanımlayarak veya bir takım değişikliklerle birlikte yeniden başlanmak isteniyor. Bu arzu da tıpkı ilki gibi uğursuzdur.
Başarabilirler mi? Bu soruya kesin olarak “hayır” yanıtı verebileceğimizi sanmıyorum. Elbette bu kez önceki oyunda ayağı kayanlar ya da kaydırılanlar daha tedbirli olmak isteyeceklerdir. Ancak bunu yapabilecek kadar hareket özgürlükleri var mı? Bu özgürlüğün çerçevesini belirleyen dış faktördür. Emperyalistlerdir. Bunun altını çizelim.
Tayyip tabii ki kişisel kaderini düşünüyor. Geri çekilmek için “iyi bir antlaşma” yapmak istiyor. Önerilere açık olduğu görülecektir. O kendisini kurtarmak istiyor. Erken seçim deniliyor. Ancak onun bir şeçim atmosferini daha soluması şimdilik mümkün görünmüyor. Daha önceden hazırlanmış olduğundan kuşku duyulmaması gereken planları devreye sokarak, iktidara tırmanırken yardımlarını gördüğü “eski dostları” nı tekrar yardıma çağırıyor.
Kapalı kapılar ardında ve elbette büyük burjuva kulübünün ve onun dışarıdaki patronlarının kontrolü altında, pazarlıklar yapılmakta olduğu anlaşılıyor. Şimdi bir kez daha “dejavü” olursak, bunun artık fars olacağına şüphe etmemek gerekir. Fars, özellikle de, Türkiye sosyalistleri, solcuları adına.
Son seçim sonuçlarının solumuzda olumlu anlamda moral etkiler yarattığını görüyoruz. Bunun gayri meşru olduğunu söylemek yanlış olur. Gelgelelim, bunu abartmak da aynı ölçüde yanlış olur. Şimdi kimi sol yayınlarda ve portallarda okuyoruz, HDP’ye bir “allah senden razı olsun” demedikleri kalıyor. Hatta mesafeli veya kayıt düşerek olayı değerlendirenlere, “siz bizden değilsiniz” denmek isteniyor. Şahsen böyle bir yöntemi teşvik eden sınıfsal güdülere bakarak, bu dışlanmanın beni hiç rahatsız etmeyeceğini söylemek isterim. Bu arkadaşların gem vurulmamış çoşkularının marksist bir tavır olmadığı açıktır.
Türkiye solcusu “acıların solcusu”dur. Bu bir tarihsel hakikat. Gerçekçi olunmadığı vakit, sola neye mal olduğunu tecrübelerle biliyoruz. Mesela yetmişleri, Ecevit’in yükselişini hatırlayalım. Başlangıçta moral olarak solu takviye eden bu yükselişin sonradan nasıl bir bumerang haline gelmiş olduğunu unutmayalım.
Ha bu arada aklıma gelmişken, “eşitlik, adalet, özgürlük” diyen sosyalistlerin tanım itibarıyla ahlakçı oldukları, bununla övünmeleri gerektiğini de vurgulamak isterim. Ahlakçı var, ahlakçı var. Öyle değil mi?
Bakınız şu sıralarda Syriza vakası yaşanıyor. Yakında belki onun daha da sağında yer alması beklenebilecek Podemos’u izleyeceğiz. Bu iki hareketin üzerini biraz kazıdığınız vakit altından “İç Komünistler”, “Avro-komünizm” çıkar. Tabii bugünkü şartlarda sosyalist siyaset arasına sızmış reformistlerin, revizyonistlerin arzuladıkları da tam böyle uysallaştırılmış bir soldur.
Emperyalist burjuvazinin artık solsuz hegemonyasını sürdüremeyeceği anlaşılıyor. Bununla beraber, “sol açılım” ın gayet ihtiyatlı bir şekilde, onun lâfız olarak dahi radikalizmini köreltecek surette yapılmak istendiğini görüyoruz. Buna göre, neo-liberal düzen sol taleplere göre kendisini tadil etmeyecek, sol kendisini neo-liberalizmin ihtiyaçlarına uyarlayacak. Dünya solu bugün kendi içinde 1.D.Savaşı öncesindeki gibi bir ayrışma uğrağındadır.
Burjuvazi belli şartlarda, ihtiyaçtan, nasıl siyasal alanını daraltıp, genişletiyor, sol aleyhine ileri doğru hamle yapıp, sonra şartlar değişince geri çekilebiliyorsa, sosyalistler de belli şartlarda aynısını yapabilirler.
Bugün Türkiye’de kapalı kapılar ardında hangi hesaplar yapılırsa yapılsın, ihtiyacı duyulan “yeni sol” adına HDP’nin artık daha kullanışlı hale getirileceği görülüyor. HDP’siz bir hükümet formülasyonunun yaşama şansı az olur. Bu hali dış etkenleri de hesaba katan global bir bakış açısına yerleştiğimizde tahmin edebiliyoruz.
Emperyalistler ve burjuvazi siyasal ve ekonomik zorluklarla, direnişlerle karşılaştığında, kendisine nispeten geniş bir hareket alanı yaratarak nispeten daha soğurucu, daha kapsayıcı olur. AKP diktatörlüğü şartlarında bu alanın adeta nefes alınamayacak kadar daraltılmış olduğu malumdur. Özellikle sol renkleri olan siyasetler adına.
Türkiye sol aydınları kökleri ta Tanzimat’ta bulunan “yetmez ama evetçi”, “Faustiyen” bir karaktere sahiptir. Sürekli bir iktidarsızlık halinin,ya da bir “eksiklik” i ikame ihtiyacının teşvik ettiği acizlikten muzdariptir. Başkasının asasına dayanarak yürüme eğiliminin kökleri sanıldığından derindir.
“Zinde Kuvvetler” e çağrı, “orducu sosyalizm”, hatta MDD’cilik (bugünkü “radikal demokrasi” kuramını da işi daha bireysel veya bireysel varoluşsal bir alanda yeniden kurgulaması farkıyla MDD’ciliğin bir versiyonu gibi görmek mümkündür) bu siyasal tarzın tezahürleri olarak görülmek gerekir. Bu bakımdan sosyalist, proleter devrim talebi bu eğilimin geri püskürtülmesi adına işlevseldir.
Bu arada, devrimci demokratik dayanışmacılık da devrimci komünizmle bağdaşmaz. Devrimci solu dayanışmacılık üzerinde inşa etmek kabil değildir. Solda daha önce bu eğilim de pek güçlü değildi. Demokratik liberalizmin etkisiyle devreye sokulmuştur. Son 30 küsur yıldan beri devrimciler, mesela, grevlerle dayanışıyor. Dayanışsın tabii. Ancak siz bu süre içinde dayanışmacı etkilere maruz kalmış devrimci solun bir grev örgütlemiş olduğunu hatırlıyor musunuz?
Evet neyse. Bitirirken şunu söylemek istiyorum. Sol oturup gelişmeleri izlememeli. “N’olacak bakalım?” rahatlığıyla izleyici olmamalı. Kendi çapında hamleler yapmalıdır. Mesela, siyasetteki gölge oyunlarına son vermek adına “Öcalan’a özgürlük” çağrısı yapılmalıdır. Herhalde HDP’nin de şu aşamada pek hoşuna gitmeyecektir. Zamansız bulunacaktır. Ama biz devrimci sosyalistlerin zamanı yok. Aksi halde, BHH’nin de ayağımızın altından kayıp gittiğine tanık olacağız.
Emperyalizmle, burjuvaziyle, Tayyip’le, düzen partileriyle antlaşma, uzlaşma olmaz.