Talepler oluşturmadan siyaset yapılamaz ve dolayısıyla siyasal iktidar hedeflenemez. Bakınız şu seçim kampanyaları sırasında bile CHP’nin “asgari ücrete ve emekli maaşlarına zam” talebini oluşturması, vurgulaması HDP rekabeti dolayısıyla (hem HDP’ye hem de MHP’ye doğru) oy kaybına uğraması beklenen partinin oylarını bir miktar arttırmasına yarayacak gibi görünüyor.
Bir kaç gün önce MHP’li bir iş adamı etrafındakilere, partisinin CHP gibi basit ekonomik talepleri yüksek sesle dile getirmediği için tıkanmış olduğunu, bu seçimde beklenen sıçramayı yapmasının güç olduğunu, fırsat teptiğini söylüyordu.
Doğru talep olmadan iktidar olmaz. Mesela, “Occupy” hareketi hiç bir talebi olmadığı için etkisiz kaldı. Söndü. Kültür endüstrisinin imal ettiği bir takım “medya maymunları” nın da zaman zaman katıldığı bir gösteriden öteye gidemedi.
O sıralarda ABD’li bir gazeteci “Tax Wall Street” adında bir parti kurmuş, buna göre, Wall Street’in günlük finansal işlemleri üzerinden %1 oranında bir vergi alınmasının Amerika’da yoksul halk kesimlerinin işsizlik, sosyal güvencesizlik gibi bir çok sorununu çözümüne çok yardımcı olabileceğini ilan etmişti. Yani “Occupy” hareketinin talepsizliğine tepki olarak ortaya çıkmıştı.
AKP yeni ortaya çıktığı vakit tanıdığım bir çok yoksul CHP seçmeni, AKP’nin kampanyası sırasında ekonomik talepler oluşturması üzerine oylarını ona vereceklerini söylemişlerdi. Gayet iyi hatırlıyorum. Hatta benim “taleplere bakmayın” diye uyarmam üzerine, bir tanesi “adamlar en azından söylüyor” diyerek yanıt vermişti.
Bir kaç gündür, kahveci dükkanlarında, marketlerde, lokantalarda daha önce çoğunlukla ve genellikle AKP ve MHP’ye oy vermiş genç elemanlarla konuşuyorum. Mart ve Nisan ayında CHP’nin lafını bile etmeyenler, bu “asgari ücrete ve emekli maaşlarına zam” talebinin devreye sokulmasıyla birlikte yönlerini CHP’ye çevirmiş görünüyorlar.
Kürt emekçilerin ağırlıklı olarak kültürel nedenlerle HDP için oy kulllandıkları malum. Ancak bu kültürel vurgularla bu kitle nereye kadar tutulabilir meçhul. Sokağın ekonomisindeki kriz büyüyor. Sürekli artan bir enflasyon var. Üstelik de (esnafın da çok olumsuz etkilendiği) durgunluk şartlarında. Bunu görmek lazım. Tekstil gitti. Turizm tükendi. İnşaat giderek artan ölçüde daralıyor. Otomotivdeki sıkıntılar malum. Bu şartlarda, CHP’nin sahte, içi boş talepleri bile emekçi kitleleri cezbedebiliyor.
CHP geçmişte sürekli “Atatürk” ve “laiklik” taleplerine vurgu yaptığı için yerinde saydı. Bugün marksist-leninist sol aynı yanlışa düşmemeli. Laiklik talebimiz elbette olacak ama taleplerin öncelik sırası ya da vurgunun hangileri üzerinde olacağını belirlerken emekçi kitlelerin acil ihtiyaçlarını dikkate almak gerekiyor. Hatırlatmak gerekirse, Bolşeviklere iktidarı “ekmek ve barış” talebi getirmişti. O gün bu söz konusu talep en doğru talepti. Kitle çizgisi diyeceksek, o çizgiye denk düşüyordu.
Unutmayalım, katılan kitleler açısından “marksist-leninist” bir devrim tanımlaması yapılamaz. Marksistlerin talepleriyle ön almaları, kitleleri yönlendirmeleri anlamında “marksist-leninist” devrimden söz edilebilir. Devrimi marksist-leninist renge kavuşturan, kitlelerin -büyük ölçüde kendiliğinden- kollektif vicdanlarında hissettikleri devrim talebine tercüman olan siyasal öncüdür.
Devam edelim. Geçenlerde Tofaş ve Renault’da çalışan bir kaç işçi ve yakınlarıyla konuştum. İşçilerin genel olarak AKP, CHP ve MHP için oy kullanmış olduklarını ama bu seçimde CHP’nin öne çıkacağını söylüyorlar. CHP’nin direniş karşısındaki tutumunu hiç beğenmemelerine rağmen böyle bir sonucu öngörüyorlar. İzlenimleri bu yönde.
Mesela bir vardiya şefi, hem erkek ve hem de kadın işçiler arasında beş vakit namaz kılanların sayısının az olmadığını, namaz vakitleri gelip kendisinden izin istediklerini söylüyordu. Önce engel olmak istemiş ama sonra patron ve sendika engel olunmamasını istemiş. Bu dindar emekçilerin dahi artık AKP’ye oy vermek istemediklerini, çoğunun kararsız olduğunu ilave ediyordu.
Hazır bu direnişten laf açılmışken, aslında Tofaş ve Renault’da başından beri bildiğimiz formu içinde bir grev olmamıştır. Vardiyalar halinde üretim sürdürülmüştür. Direnişçiler de vardiyalar halinde direnişte yer almışlardır. Konuştuğum bir kaç işçi (bunların arasında vardiya şefleri var ve hepsi sol eğilimli ) bu direnişin patronlara karşı değil, esas olarak, sendikaya karşı olduğunu söylediler. Daha doğrusu, işçilerin kahir ekseriyeti olayı böyle değerlendiriyormuş. Tabii bu anlaşılabilir bir değerlendirmedir. Türk Metal İş ve MESS’i bir bütün olarak görmek gerekir. Ancak MESS her zaman Metal-İş’in arkasına saklanmakta ya da onu öne itmektedir. MESS’te aylar önceki direnişler esnasında yaşanan çözülme şimdiki direnişi cesaretlendiren bir etken olmuştur. Bu çözülmenin MESS’in özellikle ihracata dönük üretim yapan bileşenleri arasında meydana gelmiş olduğu düşünülebilir. Son direniş esnasında MESS’in bu söz konusu bileşenlerinin Türk Metal-İş’i feda edebilecekleri görülmektedir. Buradan hareketle MESS’in de, en azından fiilen ve yeni bir işlevsel yapı oluşturuluncaya kadar, işlevsiz kalabileceği öngörülebilir.
Şimdi işçiler için mesele sadece sarı sendikadan kurtulmak olmamalıdır. Bu bir başlangıçtır. Onun yerine neyin konulacağı daha önemlidir. Sendikasız olmaz. Hak-İş gibi teşkilatların teşvik edilmekte olduğu söyleniyor. Birleşik Metal İş adına işçiler arasında önemli bir talep olduğu da belirtiliyor. Muhtemelen seçimlerden sonra eğilimler netleşecek.
Metal sektörünün herhalde ekonomik olarak en iyi şartlara sahip işçileri otomotiv sektöründe çalışanlar. Çok sayıda işçinin düşük fiyatlara satın alma olanakları nedeniyle otomobil sahibi oldukları hatta bunları sık denebilecek şekilde yeniledikleri biliniyor. Bir de, (ne kadar yaygındır bilemem) bu sektörde çalışan işçiler arasında yer yer yakın akrabalık ilişkilerinin olduğunu öğrendim. Mesela eşlerden birisi TOFAŞ’ta, diğeri Renault’da çalışıyor. Türk Metal-İş’in gücünün biraz da bu olanağı tanıması, hatta teşvik etmesiyle alakalı olduğu iddia ediliyor.
Şeçimlerden sonra mevcut hükümetin devam etmesi halinde metal iş kolundaki gidişata müdahil olacağı açıktır. Ekonomik krizin metal iş kolunu da kat etmesiyle birlikte yeni gerilimlere, grev ve lokavt girişimlerine, grev ertelemelere tanık olabiliriz. Bursa merkezli direniş işçi sınıfını moral olarak takviye etmiştir. Etmektedir. Önümüzdeki aylarda gerek ulusal ve gerekse uluslararası ölçekte cereyan eden sınıf mücadelelerinin şiddetlenmesiyle birlikte bu moral durumun işçi sınıfı siyaseti adına getirileri olacağına kuşku yoktur.