“Toprakları kanlı Yemen”

Emperyalistler, görüldüğü gibi, geri adım atmıyorlar. Yani uygulamaya koydukları stratejik amaçlarından vazgeçmiyorlar. “Sünni eksen” planı ısıtılıp ısıtılıp öne sürülüyor. Ortadoğu’da, onun kapısı ve emperyalist kontrolün teminatı olarak gördükleri ( Sovyet-) Rusya coğrafyasında mevzi kaybetmeye tahammül edemiyorlar. Esad yönetimi konumunu tahkim ederken, İran’ın bölgesindeki ağırlığı artarken, Ukrayna coğrafyasında Rusya’nın direnişi güçlenirken şimdi Yemen… (1)

Dikkat edilirse, soğuk savaş sırasında ortaya çıkmış olan siyasal konumlanışlar, adeta aynı coğrafyalarda tekrar ortaya çıkıyor. Neden? Aynı nedenler aynı sonuçları yaratabiliyor. Emperyalizmin jeo-ekonomi-politik emelleri değişmemiştir. Bir süreklilik ve kararlılık arz ediyor.  Ancak elbette evdeki hesap da çarşıya uymuyor. Uluslararası ilişkiler bakımından 1989 öncesi dönemin dünya koşullarına benzer bir durum yaratılıyor. Bu noktada, devrimci sol adına yapılabilecek en önemli yöntemsel hata, bütün bu olup bitenlere ayrı ayrı ve lokal olarak bakmak olacaktır.

Sık yaptığımız bir yanlış, emperyalizmi, diyelim, “Orta Doğu tarihi”, veya “Türkiye tarihi”, “Rusya tarihi”, “Balkanlar tarihi” gibi kaçınılmaz olarak izole tarihsel görüş açılarından ele almak oluyor. Oysa doğrusu, “dünya tarihi içinde Orta Doğu”, “dünya tarihi içinde Türkiye, Rusya, Balkanlar” gibi bir bakışa sahip olmaktır. Böyle bakınca, mesela, Yemen’in Suriye,İran, Irak, Ukrayna,Libya vb gibi sorunlardan ayrı, onların dışında olmadığını tespit edebiliyoruz.

Emperyalistler ivedilik arz eden Ukrayna, Irak ve  Suriye sorunu etrafında Rusya ve İran gibi iki direniş odağının, iki fiili müttefikin belini kırmak adına, bu ülkelerin başlıca gelir kaynağı olan ham petrol fiyatlarını dramatik olarak aşağı çektirdiler.   Şii nüfus üzerindeki etkisi dolayısıyla İran, buna Yemen’le yanıt verdi. Tabii Şii kontrolünde bir Yemen, başta S.Arabistan olmak üzere, bütün petrol monarşilerinin ve herhalde  İsrail’in de korkulu rüyasıdır(2)

Emperyalistler ve onların bölgedeki vasalları 1989 öncesi şartlara dönülmesini istemiyorlar. Ancak bir yandan da izledikleri siyasetle o şartların tekrar oluşmasıyla sonuçlanacak hamleler yapıyorlar. Emperyalist siyaset tam da böyle yürür. Siyasal olarak el attığı her yerde çelişkileri açığa çıkartır, fay hatları üzerindeki enerji basıncını arttırır. Direnişleri, kırılmaları tetikler. Bu bakımdan, yol açtığı sonuçlar itibarıyla, emperyalizmin sadece karşı-devrimci değil, devrimci olduğunu da söylemek mümkündür.

Ülkemizin de içinde yer aldığı, etrafımızdaki jeo-ekonomi-politik gelişmelere, kendi çelişkileri içinde emperyalist saldırı ve yine kendi çelişkileri içinde anti-emperyalist direnişi birbirinden soyutlamadan bakmalıyız. Mesela,  “AKP rejimi” nin yazgısı, “Kürt sorunu”, “barış süreci” vb sorunlara daha global, senkronik  bir görüş açısına konumlanarak yaklaşmak gerekiyor. Siyaseten “ilerici”, ya da “gerici” ; “düşman” ya da “müttefik” güçler analizini bu çerçeveden yapmazsak yanılırız.

Şimdi bu çerçevede öncelikli sorun, bildiğimiz burjuva muhalefet partilerini de ihtiva eder şekilde “AKP rejimi” nin, bu rejimle siyasal olarak kader birliği yapan Kürt siyasetinin (Elbette Kürt siyasal hareketi yekpare bir yapı değil. Onun içinde anti-emperyalist, sosyalist konumlara sahip bireyler, yapılar var. Ancak onu genel olarak kontrol altına almış siyasete bakmamız gerekiyor. O yüzden tek tek bireylerin orada burada söyledikleri değil, bağlayıcı, icra edilen siyaset ölçüdür) bu kararlı “emperyalist eksen” dışında kalıp kalamayacağını tespit etmektir. Bence kalamazlar.

Yukarıda sadece emperyalist bloğun değil, anti-emperyalist bloğun da kendi içinde çelişkili bir görünüm arz ettiğini söylemiştim. Tarafların görünümleri, çatışma şiddetlendikçe farklılık arz edebilecek, kendi içlerinde yarılmalara, kopmalara yol açacaktır. Bunu öngörmek lazım. Bu aşamada emperyalist siyasetin bileşenleri, “yaramaz çocuğu” oynayabilecek şartlara sahip değiller. Yüz bulamayacaklardır. Mektubunda “anti-emperyalizm” diyenlerin bu belagatlerinin salt üfürükten ibaret olduğu görülecektir.

Bakınız, bir siyaseti analiz edebilmek için onun içinden çıktığı koşullara, o koşullar içindeki evrimine, o koşullara nasıl adapte olduğuna ve/veya nasıl karşı durduğuna bakmak lazım. Ancak böyle bir analizle onun olası hamlelerini tahmin edebiliriz. PKK, halen emperyalizmin ana stratejik operasyon coğrafyasında silahlı mücadele veren tek “sol” tandanslı siyasal yapıdır. Bunun üzerinde düşünmek lazım. Bugün “HDP” diyenlerin böyle bir analizin kendilerini bağlamayacağını düşünmeleri veya iddia etmelerinin hiç bir meşruiyeti yoktur. Gerçekçi değildir.

Bir vak’a olan Kürt ulusal sorunu, bu sorunun meşru devrimci sosyalist çözümü, PKK siyasetiyle örtüşmüyor. Arasındaki mesafe kapanmayacak kadar açılmıştır. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Yani bu haliyle Kürt siyasetinin emperyalizm karşısında manevra kabiliyeti kalmamıştır. Bu emperyalist savaş şiddetlendikçe, Kürt siyaseti içindeki devrimci güçlerin o mevcut yapı içine sığmayacaklarını da öngörmek gerekiyor.

Bugün geç-emperyalizmin halklara hiç bir pozitif önerisi yoktur. Olamaz. Yani onlara ekmek vaat edecek halde değildir. Eski soğuk savaş şartlarında bunu en azından geçici olarak yapabilecek olanaklara sahipti. Bugün emperyalist ülkelerin kendi içlerinde “perestroika” dönemlerine girmiş olduklarını tespit ediyoruz. “Economics” iktisatçılarının tablo okumalarına kulak asmayalım. “Ekonomi-politik” iktisatçılarının reel analizlerine bakalım. Emperyalist ekonomiler bizatihi kapitalist-emperyalizm olgusundan kaynaklanan bu badireden çıkamazlar. “Krizden çıktık, çıkıyoruz, Haziran, olmadı Eylül…” demelerine bakmayınız. Buradan çıkış yok!

Yemen’de iç savaş tekrar alevlenmiştir. Bilindiği gibi, 1962’de ilerici Nasır rejimi, kralcılara karşı cumhuriyetçilerden yana tavır almış ve Yemen’e asker göndermişti. 70’lerin ikinci yarısında bu kez SSCB iç savaşta ilerici sol güçleri desteklemişti. Bugün İran anti-emperyalist Yemen güçlerini desteklemektir. Yemen’de kavga kızıştıkça, S.Arabistan’ın parayla satın aldığı güçlerin Yemen halkının direnişi karşısında orta vadede dahi sonuç alamayacaklarına şüphe duymamak gerekir(3)

İran’ın emperyalizm karşısındaki hamleleri, Rusya için emperyalizmle mücadele bakımından öğretici olmalıdır. Emperyalizmi savunmaya çekilerek değil, akılcı bir şekilde, üzerine giderek geriletmek mümkündür. S.Arabistan İŞİD’i kollayıp, yönlendiriyorsa, siz de ona karşı en az İŞİD kadar etkili reel tehditler yaratmalısınız. O sizin içinize elini sokuyorsa, siz de aynısını yapmazsanız kaybedersiniz.

Emperyalist batının sahip olduğu şiddet kültürü  meşruiyetini,  “yumurtaları kırmadan omlet yapamazsın!” veciziyle ifade edilebilecek bir anlayışa dayandırır. Bunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir.

Emperyalizmin vasallarının, bağlantılarının kırılgan bir yapıya sahip oldukları açıktır. Emperyalizm nasıl sizin kırılganlıklarınız üzerinden stratejisini belirliyorsa, siz de aynı şekilde mukabele etmelisiniz. Öyle anlaşılıyor ki, Netanyahu’nunun tekrar kazanmasıyla birlikte İran üzerindeki basınç arttırılacaktır. Bu basıncı Rusya üzerindeki basınçtan ayırmak yanlış olur. Ukrayna’dan, Suriye’ye, Yemen’e  kadar olup bitenler aynı sürecin tezahürleridir.

Son olarak, dünya savaşları bir anda patlak vermiyorlar. Belli hazırlık evreleri ve tabii etapları oluyor. Birbirinden kopukmuş gibi görünen küçük küçük savaş cepheleri yaratılıyor. Küçük küçük kıvılcımlar, lokal yangınlar ve ardından kaçınılmaz olarak büyük yangın… Türkiye’ye gelince, AKP rejimi olanaklı her emperyalist savaşın kışkırtıcısı rolünü benimsemiştir. AKP rejimi de vasalı olduğu emperyalizm gibi savaştan başka çıkış görmüyor.

NOTLAR:

(1) Yemen, Arapça “güney”, yüzünüz doğuya (güneşin yükseldiği yere) dönük olduğu halde sağınıza (güneyinize)  düşen ülke anlamına geliyor.

(2) Özellikle Orta Doğu’nun doğusunda Şii nüfus yoğundur. İran, Irak gibi ülkelerde çoğunluğu teşkil ederler. Alevileri de dahil edersek, Suriye ve Lübnan’da da çok dinamik ve örgütlü bir Şii nüfus var. 2,5 milyon civarında bir nüfusa sahip Kuveyt’de Şii nüfus yüzde 35’ten fazla.  İran Körfezi’nde, hemen İran’ın karşısında bulunan bir ada ülkesi olan Bahreyn’nin yaklaşık 800 bin olan nüfusunun yüzde 70’e yakını Şii. Tabii bu körfez monarşilerinin nüfuslarının önemli bir kısmını, çoğu  Pakistan, Hindistan, Bangladeş kökenli olan ve (Arap olmadıkları için) adeta köle muamelesine tabi tutulan, işçilerin oluşturmakta olduğunu da hatırlatayım. Bahreyn’i S.Arabistan İran tehlikesine karşı 26 km’lik bir köprüyle kendi topraklarına bağladı. Bunu yaparken Bahreyn’in bir çok petrol kuyusuna da el koydu. Bahreyn’in kendisine ait petrol rezervleri böylece azalmış oldu. Ekonomik olarak zarar etti. S.Arabistan’ın Şii nüfusu da (genel olarak güneyde Yemen sınırına yakın bir bölgede yaşıyorlar) yüzde -yaklaşık olarak- 12 civarında. Katar’daysa, Şii’ler nüfusun aşağı yukarı yüzde 10’u kadar. Yemen’de Şii nüfus yüzde 45 civarında. Tabii bu Şii popülasyon tarihsel-siyasal olarak gayet dinamiktir. Siyasal anlamda çok hareketlidir.  Muhalif siyasal gelenekleri güçlüdür. Buna göre, Orta Doğu’nun özellikle de doğusunda bir “sünni eksen” yaratmak  çok riskli ve ahmakça bir girişimdir. ABD elbette bunu görüyordur. Ancak başta S.Arabistan olmak üzere körfez monarşilerinin korkularını gidermeye çalışıyor. Bu arada Türkiye’de de yüzde 2-3 kadar bir Şii nüfus (İran sınırına yakın Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır, Muş gibi vilayetlerde yoğunlaşmış)  olduğu varsayılıyor. Aleviler ise nüfusun 23’ünü teşkil ediyorlar.

(3) Yemen jeo-stratejik konumu itibarıyla çok önemli bir ham petrol nakil güzergahı üzerinde yer almaktadır. Aden Körfezi, Hint Okyanusu,  Kızıldeniz ve Akdeniz’in  Süveyş Kanalı aracılığıyla birbirlerine bağlandığı bir güzergahta yer almaktadır. Aden Körfezi, Arap yarımadası ve Afrika arasındaki Kızıldeniz’in girişinde bulunmaktadır. Bab-el-Mandeb Boğazı Süveyş Kanalı’nın kapısıdır. Buradan gemilerle günde 3,5 milyon varil ham petrol sevkiyatı yapılmaktadır. Bu rakam  (günlük) dünya ham petrol sevkiyatının aşağı yukarı yüzde 7’sine tekabül etmektedir. Bölge ülkeleri S.Arabistan ve Mısır açısından Yemen büyük bir ekonomik, stratejik öneme sahiptir. Vaktiyle bir petrol üreticisi ve ihracatçısı olan SSCB de Yemen’e kayıtsız kalmamıştı.

Tweetle

Bir cevap yazın