KKE NE YAPMALI?

Yunanistan’da reformist Syriza hükümeti göreve başladı.  Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ara vermeden düzene karşı mücadelesini sürdüreceğini ilan etti. Elbette öyle yapmalı. Ancak bunu ne şekilde yapacağı önemlidir.

KKE, bekleyelim, “nasıl olsa bunlar yakında çuvallarlar, vaatlerini yerine getiremezler, ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkar, sonunda biz kazanırız”  anlayışıyla hareket ederse kaybeder. Haklı çıkmak her zaman, her durumda kazanım elde etmek anlamına gelmeyebilir. Haklı çıkarken ya da çıkmayı beklerken sergilediğiniz davranışlar önemlidir.Pekala  tersi de olabilir.

KKE’nin şimdi yapması gereken, her platformda her firsatta, ülkenin devrimci bir programla, kapitalizmi sosyalizmle aşarak düzlüğe çıkabileceğini dile getirmek, ancak bunu yaparken de kemer sıkma politikaları altında yıllardır bunalmış Yunan emekçileri üzerindeki ekonomik baskıların azalması adına Syriza’yı yapmayı vaat ettiği iyileştirmeleri bir an önce yapması için ittirmek, bu yönde atacağı adımlarda onu cesaretlendirmek olmalıdır. Troyka’nın talep ettiği gibi, yeni bir momeranduma evet dememesi için üzerinde baskı yapmalıdır.

Yani KKE kabuğuna çekilip, kendi kitlesine dönük olarak, ” bakın görüyor musunuz yapamıyorlar işte, biz dememiş miydik” diyerek tatmin olma yoluna gitmemelidir.

KKE’nin programıyla bir sorunum yok. Hiç bir marksist-leninist devrimcinin de (genel hatlarıyla)  olmaması gerekir. Program önemlidir, ama o programın uygulanabileceği şartların ortaya çıkmasına çalışmak da önemlidir. Yani o programın realize edileceği şartları yaratmak için izlenecek stratejik yol, atılacak taktik adımlar, devrimci partinin siyasal aklının, önderlik kabiliyetinin ölçüsüdür.

Milyonlarca insan sol bir programı olduğunu düşündüğü SYRİZA’ya oy verdi.Oy verenler arasında emekçi halk katmanları en geniş yeri tutuyor. KKE bu kitleleri ve onların emekten yana acil taleplerini görmezden gelemez. KKE, sadece kendi kitlesini dikkate alan bir strateji izleyemez. Kendisine oy vermemiş milyonlarca insanla arasına duvar örmek anlamına gelecek tavır ve yaklaşımlardan kaçınması gerekir. Tersine o kitlelerin güvenini, takdirini kazanacağı sorumlu davranışlar sergilemelidir.

Syriza’yı yarından itibaren sabote etmeye yönelik bir strateji izlemek dogru olmaz.Parti bütün gücünü, Syriza hukumetinin düzeni sıkıştırması, vaatlerini harfiyen yerine getirmesine yönelik olarak onu yapıcı bir sekilde ittirmek icin seferber etmelidir.  Bu dogruItuda kendisine ihtiyac duyuldugunda doğrudan desteğini, parlamento içinde dayanışmasını esirgememelidir. Örgütsel, kitlesel olanaklarını bu amaçla kullanmayı bilmelidir.

Bir yandan kitleler önünde, Syriza’nin reformist anlayışının Yunan emekçilerinin sorunlarını çözemeyecegini ısrarla ve yuksek sesle tekrarlarken, aynı zamanda, Syriza’yı “kemer sikma” karşiti kamusalci önlemler almaya tesvik etmeli, seçim öncesi vaatlerini, kitlelerin taleplerini sık sık ona hatırlatmalıdır. Hükümetin bu yolda atacağı adımları  desteklemelidir.

Tekrar ediyorum, bu adımların düzen değişikliği gerçekleşmeden kalıcı olamayacağını, emekci halkın gönencinin kazanımlarının sosyalist bir devrimci dönüşüm gerçekleşmeden güvence altina alınamayacagını da her firsatta ilan etmelidir. Böylece kitlelerin siyasal devrimci bilincinin hayattan, siyasetten öğrenerek gelişmesine de katkı yapmış olacaktır.

Bu yaklasımıyla KKE, hem elini sorumlu bir parti olarak taşın altına sokmuş olacak hem de Syriza hükümeti ve onun pazarlik yapma ihtiyaci duydugu egemen sınıflar ve tabii Troyka üzerindeki baskı arttırılmış olacaktır. Egemen sınıf bloğunda ve Troyka’da açılacak gediklerden öteki Avrupa ülkelerinin emekçikleri de geçme olanağı bulabileceklerdir. Böylece bir karşılıklı etkileşim içinde, AB sathında sınıf mücadelesi, emperyalist blokta çatlak olasılığı artacaktır. Bu durumun çevre ülkelerdeki ilerici halkların cesaretini arttıracağına şüphe yoktur. Bu halin elbette kazanım olarak dönüşleri olacaktır. Unutmayalım, emperyalist zincir emperyalist merkezlerin çelişkilerinin derinleşmesiyle zayıflar, periferilerinde kırılır.

Biz elbette Syriza’nın ne olduğunu, nereden koştuğunu biliyoruz. Şahsen samimiyetine de inanmıyorum. Ancak bugün milyonlarca emekçi, yoksul, baskı altında bulunan insanın oylarını almıştır. Umudu olmuştur. Bu umudun yanılsama olup olmadığını sorgulamanın şu aşamada kitleler nazarında bir manası yoktur.

Vaatlerine bakılırsa, bu kitleler lehine iyileştirmeler yapmakla kendisini bağlamıştır. Şimdi bunu yapar veya yapmaz, samimidir veya değildir, veyahut yapısı, kompozisyonu itibarıyla yapmaya muktedirdir ya da değildir,  KKE bakımından bu ihtimaller üzerine kafa yormanın, şu sırada, siyasal bir getirisi olmayacaktır. KKE, bu vaatlerini gerçekleştirmesi için hükümete yüklenmelidir. Yapıcı bir anlayışla, dayanışarak yüklenmelidir. Bu yüklenmenin Syriza’nın bir an önce yönünü seçmesinde, karar vermesinde etkili olacağını da ihmal etmeyelim.

Syriza hükümetine KKE’nin daha ilk günden takınacağı olumsuz, yıkıcı tavır, hem Syriza’nın olası başarısızlığında KKE’yi sorumlu göstermesine hem de başarısızlık halinde kitlelerin sağa kaymasına neden olacaktır. Yani “Syriza kaybederse ben kazanırım beklentisi” boşa çıkabilir. KKE akıllıca hareket ederek Syriza’yı devrimci şartların, devrimci dönüşüm için elverişli demokratik ortamın gelişmesi  adına ittirmeye gayret etmelidir. Şuna da dikkatinizi çekmek isterim: Hatırlayalım, AB ülkesi Avusturya’da faşist bir parti seçim kazanmış, iktidar olmaya hak kazanmıştı. Ancak AB üst aklı bu duruma müdahale ederek, bu hakkı meşru bulmadığını ilan etmiş, faşist partiyi ve faşist liderini izole etmeye yönelik bir politika izlemişti.

O günler geride kaldı. Avrupa’da faşizm, neo-liberal iktisadi politikalar sayesinde  daha da azgınlaştı. Bugün faşizm artık sol görünümlü partilerin söyleminde dahi yer alabiliyor. Mesela Le Pen yükselmeye devam ediyor. Yunanistan’daki naziler malum. Pekiy, AB üst aklından bir itiraz duyuyor muyuz?  Faşizm giderek normalleştiriliyor. Emperyalist globalizmin global bir faşizme ihtiyac duymakta olduğunu tespit etmek gerekiyor.

NOT: Bu yazıyı yazdıktan sonra kesin seçim sonuçları resmen açıklandı. Burada dikkat çeken bir sonuç, seçime katılımın yüzde 65 civarında kalmış olmasıdır. Yani böyle çok kritik olduğu propaganda edilmiş olan bir seçimde, seçmenlerin yüzde 35’i çeşitli nedenlerle oy vermemiştir. Ancak bunun büyük bir kısmının “tavır” olduğuna şüphe yoktur. Bir de tabii  oranını öğrenemediğim geçersiz oylar vardır.

Tweetle

Bir cevap yazın