Yunanistan seçimleri ve Syriza

Burada daha önceki yazımda Syriza hakkında söylemiş olduklarımı-ufak tefek değişikliklerle-  alıntılayarak seçimler öncesinde yeniden gündeme getirmek istiyorum.

Syriza’nın kazanma ihtimali, Almanya’nın tehditlerine rağmen yüksek görünüyor. Bir kere Almanya bu tehditlerini gerçekleştiremez. Avrupa’nın bir “siyasal birlik” haline gelmesine, anglo-amerikanlar izin vermezler. Zaten şu halde gelmeleri de kabil değilidir. Böyle bir irade yok. Zaman zaman Fransa “De Gaullevari” çıkışlar yapıyor ama arkası gelmiyor. Almanya’nın iradesi olmadan olmaz. Siyasal olarak tek bir “Avrupa” yok. Gelgelelim, AB’nin ekonomik birlik yolunda çok mesafe almış olduğunu da görmek gerekiyor. Almanya bu birliğin beynidir, motorudur. Bu birlikten en çok da Almanya nemalanmaktadır. Almanya, Yunanistan’ı birlikten çıkartamaz. Yunanistan da “avro” yu terk edemez. Zaten Syriza’nın vaat ettiği çerçeve içinde ekonomisini rayına sokması için ille de avrodan çıkması gerekmiyor. Bizim solda böyle bir ezber var, bundan vazgeçmek gerekir.Syriza ülkenin içinde yer aldığı, artık içselleşmiş, uluslararası bağlamın dışına çıkmayı vaat etmiyor. Tahlilleri buna yapmamız gerekir.

Halen Syriza’nın nasıl bir ekonomi politikası izleyeceğini, net, somut bir program halinde bilmiyoruz. Çok genel laflar ediliyor. Belki parti politikasını yapanlar da net olarak bilmiyorlar. Bu tür yapılardan her zaman net politikalar üretmelerini beklemek de doğru olmaz. Muhtemelen yola çıktıktan sonra duruma göre portföylerindeki seçenekleri öne süreceklerdir. Benim tahminim, çok sıkışırsa, Syriza “moratoryum” talebinde bulunur. Yani en “radikal” hamlesi moratoryum olabilir. “Moratoryum” u bir şantaj aleti gibi kullanabilir. Tabii bu Almanya’yı çok rahatsız eder. Eğer Yunanistan’ın olası moratoryumu onay bulursa, onu Portekiz ve İspanya gibi ülkeler izleyebilir. Başta Avrupa finans kurumları olmak üzere finans merkezleri kaldırılması güç bir baskı altına girerler. Öyleyse, Almanya’nın taviz vererek, Syriza’yı bu kararından vazgeçirmesi beklenebilir. Syriza da bu bakımdan teklifere (ödünlere) açık olacaktır. Buna şüphe yok. Herhalde ilk işi borçların yeniden yapılandırılmasını talep etmek olacaktır.

Ne olursa olsun, Syriza’nın seçim kazanması, böyle bir beklenti olsa da,  emperyalist finans çevrelerinde ilk anda bir soğuk duş etkisi yapacaktır. Diğer Avrupa ülkelerindeki sol partilerin cesaretini arttırmak gibi bir işlev de görecektir tabii. Özellikle neo-liberal “kemer sıkma” politikalarının sorgulanması adına anlamlı bir protestonun önünü açabilir. Herhalde en önemli katkısı, eğer olursa, Avrupa’da (özellikle de güneyinde) bu politikalara başkaldırıyı tekrar ateşlemesi olacaktır. Ancak Syriza’nın somut olarak sol politikaları uygulayarak sol açıdan programatik bir başarı sağlayabileceğine inanmıyorum. Yani izlediği politikaların emekçi halk katmanlarını memnun etmesini beklemiyorum.

Bir kere özneleri itibarıyla partinin kompozisyonu böyle bir başarının gerçekleşmesine izin verebilecek bir görüntü arz etmiyor. “Çatı partisi” görünümündedir. Bu tür yapıların reel siyaset alanında başarılı olması güçtür. Kaçınılmaz olarak böyle bir kompozisyon pragmatik “asgari müşterekler” etrafında oluşur. Pragmatik “asgari müşterekler” programıyla radikal hamleler yapamazsınız.Oysa Yunanistan’ın radikal hamlelere ihtiyacı var.

İkincisi, bu yapı ülkenin nesnel olarak içinde yer aldığı uluslararası bağlamda kalmaya devam ederek, bu bağlamın merkez ülkelerinin (en başta Almanya), Yunanistan’ın, halk sınıfları yararına daha gevşek bir iktisat politikası izlemesine anlayış göstermesini talep edeceğini ilan ediyor. Yani Syriza, “kemer sıkma” nın gevşetilmesi konusunda  kendisine anlayış gösterilmesini isteyeceğini söylüyor. Pazarlığa açık olduğunu ima ediyor. “Asgari müşterekler” pragmatizmi bu olası pazarlığın yürütülmesi bakımından işlevsel olabilir ama söz konusu uluslararası bağlamın şartları böyle bir pazarlığın Yunanistan halkı adına kazanımlarını hayli kısıtlıyor. Yani ekonomik olarak Almanya’nın kontroünde bulunan AB, neo-liberal “kemer sıkma” politikasından şu koşullarda vazgeçemez. F.Hollande’ın “Syriza’yı anlıyoruz, bizi rahatsız etmiyor” demesi tek başına bir şey ifade etmez. Önemli olan Almanya’nın konservatif hükümetinin tavrıdır. “Anlayış” ın faturası Alman finans-oligarşisinin önüne gelecektir.

Alman hükümetinin Syriza’nın hareket alanını kısıtlamaya çalışacağından kuşku duymamak gerekir. Syriza, ancak Yunanistan’dan başlayarak bütün Avrupa’yı sarsacak bir halk hareketini ateşleyebilirse, hareket alanını genişletebilir. Zaten bunu yapmazsa, çözülmeye başlar.

Eğer Syriza başarısız olursa, Avrupa’da sol uzunca bir süre iktidardan uzaklaşabilir. Halkın gündeminden düşer. Faşizmin önü iyice açılabilir. Avrupa solu birinci dünya savaşı ve ikinci dünya savaşı arasındaki konumunu andıran mevcut halini konsolide eder. Bu arada, Syriza’nın hali hazırda çöktüğü anlaşılan  Yunanistan’daki burjuva solunun yeniden yapılandırılmasında yeni bir oyuncu işlevi göreceği tahmin edilebilir.

Zaten Avrupa’dan devrimci sol siyaset adına bir beklenti içinde olmamak gerekir. Ancak Avrupa ve ABD dışındaki, Rusya ve Çin de dahil, çevre ülkelerde anti-emperyalist direnişler güçlenir, devrimler doğarsa, Avrupa’da da bunun etkileri görülür. Büyük bir devrimci dalganın eşiğinde olduğumuza kuşku yoktur. Syriza, en azından,  mevcut kaos halinin dallanıp budaklanmasına, kendi çapında, katkı yapacaktır.

Son olarak, “kaos” tan şikayet ediyoruz. Tabii olumsuz görünümleri, sonuçları bizi rahatsız ediyor. Tamam. Ancak devrimci solcular, “kaos” un aynı zamanda kendileri için büyük bir olanak, daha doğrusu olanaklar anlamına geldiğini unutmamalıdırlar. Devrimler, kaos ortamından çıkarlar. Mesele, kaosu devrime dönüştürmektir. Devrimcilerin de asli görevi budur. Kaostan korkmamak lazım.

Hiç bir sistem kaos yaratmadan, yaratılmadan yerini bir başka sisteme bırakmaz. Marks’ın devrimin dinamiğini en veciz şekilde ifade ettiği “üretim ilişkileri çerçevesi” ve “üretim güçleri faktörü” arasındaki çatışma diyalektiği, yeniyi ortaya çıkarmak bakımından, bir kaos denklemidir. Yeninin önünü açacak ve sonra onu gerçekleştirecek  etkenler, özneler, öncü, daha doğrusu bütün bunların bir araya gelebildiği koşullar bu kaostan çıkıyor.

Kaosu mevcut sistem yaratıyor. Bir süre sonra onu yaratanın kontrolünden çıkıyor. Yani mevcut sistemin dinamiği onun kontrolünü,  planlayıcılarının, esas nemalananlarının arzusu hilafına, olanaksız hale getiriyor. Kaos bir belirsizlik ortamıdır. Aynı zamanda bir çok devrimci olanağın öncelenmemiş ölçüde ortaya çıkmasına neden olur. Bunlar biliniyor.

Lenin,” Ne Yapmalı?” sında önce sürekli derinleşen  bu kaos halini tespit ediyordu. Kontrolden çıkmış sistemi tekrar rayına oturtmak için mevcut sistemi çekip çeviren güçlerin sol araçları da planlarına dahil etme çabalarını tespit ediyordu. Bu kaosun tekrar sistemi rayına oturtarak değil, yeni bir sistem kurarak aşılabileceğini, bunun koşullarının oluşmuş olduğunu görüyordu. Bunu görmesi  aynı zamanda, kopuş kararı anlamına geliyordu.

Tarihi yeni bir yöne doğru itmek gerekiyordu. İtmek için araç lazımdı. Yeni bir araç, leninist partiydi. Bu araç sayesinde değişime ya da tarihsel itişe katkı yapacak etkenler organize edildi. Kaos, gitmesi gereken yönü (kaos aynı zamanda çoğul yönler yaratır) net olarak bilen organize bir aklın tarihi belli bir yöne ittirmesiyle aşılabilirdi. Bu vesileyle şunu da unutmayacağız, tarihi kendi halinde nicelikler değil, niteliğin peşine takılmış nicelikler yapar. Nitelik tarafından kat edilmemiş nicelik kaosun öznesi olamaz. Bu şartlarda elbette Lenin nostaljisi yaparak vakit geçirmeyeceğiz, ama leninist bir devrimci diyalektik tekrara ihtiyacımız var.

Tweetle

Bir cevap yazın