ABD emperyalizmi insanlığı ve uygarlığı tehdit ediyor

Amerikan gericiliği, Suriye’deki hesabı tutmayınca, şimdi bir kez daha  Irak’ı hedef seçti. ABD, daha önce iki kez Irak’ı işgal etmiş milyonlarca insanın hayatına kast etmiş, bir o kadarını yerinden yurdundan etmişti. Üstelik bütün bu cinayetlerini  “demokrasi”, “insan hakları” palavrasıyla meşrulaştırmaya çalışmıştı.

ABD emperyalizmi daha önce iki kez saldırmış olduğu Irak’ta bir türlü emperyalist çıkarları doğrultusundaki beklentilerine yanıt veren sonuçlar elde edemedi. Saddam rejiminin dayandığı sünni Arap güçleri bastırmıştı, ancak yapılan demokratik seçimlerde, ABD’nin karşı yöndeki bütün baskılarına rağmen, beklentilerine aykırı bir siyasal çoğunluk oluştu. Daha önce demokratik olarak seçilmiş Irak yönetimini aylarca tanımamış, işgal öncesi vaatleriyle bir kez daha çelişen tavırlar takınmıştı. Bugün de ABD, “ulusal birlik hükümeti” adı altında Irak’ta bir Amerikan kuklasını, mesela İ.Alawi’yi, yönetimin başına getirmek istiyor.

Geçen Mayıs ayındaki son seçimlerde de Şii Maliki yönetimi tekrar kazandı. Bu sonucun ABD’yi ziyadesiyle rahatsız etmiş olduğu açıktır. Irak seçimleri öncesinde, Irak’ta Saddam rejiminin faturasının kendilerine çıkartıldığını, mağdur edildiklerini düşünen, Arap sünni nüfusu temsil eden gruplar  mevcut seçilmiş yönetime karşı terörist eylemlerine, ABD’nin teşvikiyle,  ivme kazandırmışlardı. Bir bakıma, Suriye’de sürmekte olan iç savaşın örtülü olanı Irak’ta cereyan ediyordu. Yani birisi açık, diğeri örtük paralel iki iç savaşı tespit etmek gerekiyordu.

Suriye’de bu ay yapılan,  sadece Suriye’de değil, belki de bir  Arap ülkesinde, daha önce görülmemiş ölçüde demokratik, üstelik sürmekte olan iç savaş şartlarında ve seçimleri engellemek için alınan bütün önlemlere rağmen  nizami olarak yapılan seçimleri ABD emperyalizmine direnen Esad güçleri açık ara kazandılar. ABD bu sonuçları reddetse de, bunun fiilen ve hukuken  bir şey ifade etmeyeceğinin farkındadır. Esad yönetimi savaş siyasetinden sonra barış siyasetinde de, seçimler aracılığıyla,  ABD’yi yenilgiye uğrattı.

ABD adına, Suriye ve Irak’taki bu düş kırıklıkları,  aynı zamanda, öteden beri bölgedeki en büyük baş ağrısı olan, bölgedeki bütün operasyonlarının ilan edilmemiş hedefi olan İran’ın nüfuzunun artması anlamına geliyor. İran’a karşı bir askeri operasyonu gözü kesmeyen ABD, 1979’daki Sovyetler Birliği ve Afganistan arasındaki savaştan beri kendisine bağlı olarak eğittiği, örgütlediği islamcı paramiliter grupları, bu kez Irak’ta devreye sokmaktadır.

Bütün paramiliter islamcı grupları, “El Kaide” konsepti çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Geleneksel sömürgeci refleksleriyle hareket eden ABD, çıkarlarının gerektirdiği yerlerde, doğrudan askeri müdahalelerden kaçınmak için özellikle İslam coğrafyasında imparatorluğu adına hareket eden mobil askeri lejyonlar teşkil etme kararı aldı. Bu lejyonerlerin daha önce SSCB’ye karşı Afganistan’da işe yaradığını gördükten sonra böyle bir karar aldı.

Esasen emperyalistlerin başka bir seçenekleri de kalmamıştı. Ulusal egemen, seküler siyasal oluşumlarla ittifak yapması olanaklı değildi. Onları düşman olarak görüyordu. Bu düşman güçlere karşı en geri güçlere tutunmak ihtiyacı vardı.  “Yeşil kuşak” stratejisi, ellili yıllardan itibaren, yani İkinci Dünya Savaşı sonrasında yenilenen soğuk savaş şartlarında devreye sokuldu.

Bu soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte sınırsız dünya hakimiyeti adına bu kez yetiştirdiği, beslediği paramiliter grupları, lejyonerleri kullanma yoluna gitti. Son Irak işgalinin kendisine ne kadar pahalıya mal olduğunu gördükten sonra yaratmış olduğu “El Kaide” konseptini bu kez “lejyoner birlikler” oluşturmak gayesiyle daha da geliştirdi.  Hatta Guantanomo, Abu Garib, Bukka, Elhac, Bagram gibi toplama kamplarını  bu emperyal lejyonlar için savaşçılar yetiştirdiği okullar haline getirdi.

IŞİD lideri El Bağdadi’nin, Irak işgali sonrasında,  El Kaide militanı olarak yakalandıktan sonra Bagram ve (yanılmıyorsam ) Buka Amerikan askeri toplama kamplarında yaklaşık dört yıl eğitilmiş olduğunu biliyoruz. Hiç şüphesiz bugün El Bağdadi, Amerikan çıkarları adına faaliyet göstermektedir. Irak ve Suriye topraklarını içeren bir alanda amerikancı bir islami emirlik kurma iddiasındadır. ABD’nin ona verdiği asıl görev, Irak’ta, ABD’nin İran’la yapmayı planladığı görüşmeler öncesinde İran çıkarlarına zarar vermektir. Yani Irak’taki mevcut yönetimi yıkıp, bir kukla “ulusal birlik” yönetimi kurulmasını temin etmektir. Şöyle de söylenebilir: ABD, Suriye’de Esad’a karşı başarılı olamadığı darbe girişiminin bir benzerini bu kez Irak’ta Maliki’ye karşı yapmak istiyor.

IŞİD’in en azından zaman zaman kontrolden çıkmış izlenimi vermesi, ya da kısmen çıkmış olması ayrı bir meseledir. Bu “ipsiz, sapsız”, lumpen, yarı-lumpen figürlerden oluşan grupları sürekli kontrol altında tutmak kabil değildir.  2013’de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında toparlanmak istenen cihatçıları eğitmek için ABD, Ürdün’de, Amman yakınlarında eğitim kampları açtı. Aslında bu kamplar ABD’nin 2004 veya 2005 yıllarından itibaren kendisine bağlı mobil cihatçı askeri güçler oluşturmak için hazırlamış olduğu stratejinin ya da konseptin dahilinde değerlendirilmek gerekir.

Geçerken, Batılı emperyalist güçler, Libya’da, Suriye’de, şimdi Irak’ta kendileri adına savaşan bu teröristlere “özgürlük savaşçısı” diyorlar.  Libya’da,  Suriye’de, Irak’ta yönetime karşı savaşanlar arasında bu ülke vatandaşlarının sayısı yüzde onu bile bulmuyor. Söz konusu cihatçılar kendi ülkelerinin yönetimlerine karşı savaşmıyorlar. Emperyalizmin paralı askerleri olarak nerede görev verilirse oraya gidiyorlar. Bu adamlar, hıristiyanların namı hesabına, müslümanlara karşı savaşan “müslüman haçlılar” dır.

L.Amerika’daki maceralarından sonra 2004’te ABD’nin Irak büyükelçisi olan CIA veteranı John Negroponte ve yine eski Suriye büyükelçisi olan Robert Ford’un, Suudi Prens Abdul Rahman El Faysal’ın girişimleriyle, İngiltere ve Fransa istihbaratlarının aktif katılımıyla Amman’daki bu kamp veya kamplar kuruldu. En az on bin kadar cihatçı buralarda ÖSO adına eğitildi.  Türkiye’ye  lojistik destek ülkesi rolü biçildi. Sonra birden, görüyoruz, ÖSO ortadan kalktı. Yerine IŞİD geldi. IŞİD’in vahşeti dahil bütün hareket şekli ABD ve müttefiklerinin taleplerine uygundur. Maliki’ye darbe yapılabilecek koşulların oluşturulmasına hizmet etmek. IŞİD’in vahşet tiyatrosunun sergilendiği şartlarda, darbe dahil Irak’ta her türlü emperyalist girişime meşruiyet kazandırılmak istenmektedir.

Bir başka konu, Irak yönetiminde, asker ve sivil bürokrasisi içindeki ABD muhiplerinin etkinliğidir. Bir çok kilit noktada bulunan asker ve sivil resmi figürün ABD’nin kontrolünde olduğuna şüphe yoktur. Bakınız, İŞID önünden çatışmaya girmeden silahlarını bırakarak kaçan Irak ordusuna mensup askerler, kendilerine bu emri üstlerinin, generallerinin vermiş olduklarını ifade etmişlerdir. Bu kadar açıktır. Yani İŞID ciddi bir çatışmaya girmeden mevzilerini kazanmıştır.

Irak’taki gücenik Sünni Arap kitlenin şimdi ABD güdümündeki bu lejyoner islami savaşçılara sempati duyması anlaşılırdır. Bununla beraber bu lejyonerlerin Irak’ın yerli sünni güçlerine, tabii esas olarak Baas Partisi’ne dayanmadan başarılı olması mümkün olamaz.  Baas bakiyesiyle temas kaçınılmaz olacaktır. Böylece, artık kanıksadığımız manipülasyonları, kamuflajlarıyla ABD, dün “kaka” olarak sunduğu öznel güçleri kullanarak, Irak’ta kendi yaratmış olduğu statükoyu bir kez daha değiştirmeye çalışacaktır. Ancak bu kez bu gayesini, farklı dünya koşullarında uygulamaya koymuştur. Artık önceki işgalde olduğu gibi, “tek süper güç “değildir. Çok kutuplu ve nispeten çatışmalı bir dünyayı veri almak zorundadır.

Bu vesileyle bir kez daha idrak ediyoruz, sönmekte olan imparatorluklar gerçeklikten kopuyor, tarihin tekerleğini tersine döndürmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken zorunlu olarak en geri güçlere tutunmak ihtiyacı duyuyorlar. Ve yine anlıyoruz, bu saate erişmiş imparatorluklar ellerini siyaseten nereye ve neye atsalar, orası veya o şey, kendisi için çok geçmeden bir bumeranga dönüşüyor. Artık karşımızda sürekli tekzip halinde var olabilen bir akıl vardır.

Suriye hükümeti henüz ülkesinin doğusunda denetimi sağlayamamıştır. Irak hükümeti de Suriye sınırına doğru ülkenin batısında kontrolü sağlayamamaktadır. Şimdilik El Kaide faaliyetlerinin Suriye’nin doğusuyla, Irak’ın batısındaki bu bölgede yoğunlaştığı görülmektedir. Söz konusu bölgede bir “El Kaide emirliği” kurma iddiaları vardır. ABD’nin bütün olup bitenlere rağmen sessiz kalması, durumdan şikayetçi olmaması onun memnuniyeti olarak okunmalıdır. ABD şu ana kadar planının yürütülmesinden şikayetçi değildir. Tersine, ABD dış bakanı tarafından Maliki’ye yapılan uyarılardan anlıyoruz ki, ABD pazarlık yapmak istiyor. IŞİD’i bir şantaj aracı olarak kullanıyor.

ABD imparatorluğunun lejyoner güçleri arasında bulunan IŞİD’in etkinleştiği şartlara baktığımızda, ABD adına Suriye’de kaybedilen bir savaş, hem Suriye’de hem de Irak’ta giderek artan İran etkisi, Irak devletinin bir türlü birliğin ihtiyaç duyduğu ortak ekonomik temeli yaratamamış olmasından kaynaklanan etnik ve dinsel görünümlü çıkar çatışmalarının alanı haline dönüşmüş olduğu bir tablo görüyoruz. ABD’nin global rakipleri olarak gördüğü Rusya ve Çin, potansiyel rakip muamelesi yaptığı B.Avrupa ülkeleri, siyaseten ABD’nin  açtığı alanda,  Irak’ın çok değerli enerji kaynakları üzerinde ABD’ye göre daha kayda değer ekonomik avantajlar temin etmişlerdir. Irak’ta işlerin kontrolden çıkması, ülkede yatırımları, ekonomik çıkarları olan Rusya ve Çin gibi ülkelerin, şu ya da bu şekilde ve düzeyde, müdahale etmelerine neden olabilecektir.

ABD, Irak’taki İran etkisini kırmaya çalışıyor. Daha önce ve halen Libya, Suriye, Nijerya,Ukrayna gibi ülkelerde sahnelediği vahşet tiyatrosunu Irak’ta Şiileri kurbanlaştırarak yeniden sergilemek istiyor. Böylece İran’ı, Irak’ın içine çekerek, sünni Arap dünyasının da katkılarıyla, zayıflatmayı düşünüyor. Bu planı da elinde patlayacaktır. Yalnız, ABD zamanı azaldıkça iyice zalimleşiyor, akıl dışı bir güç haline dönüşüyor, en ilkel güçlere ve en ilkel metotlara dayanma ihtiyacını daha fazla duyuyor. Bu haliyle bütün uygarlığı ve insanlığı tehdit eden bir konumda duruyor.

Irak’ta emperyalistlerin maşası IŞİD, Kürtlerle değil, Şiilerle çatışmak isteyecektir. Kürtlerle ittifak kurmalarına da şaşırmamak lazım. Kürtler de ABD’nin telkinleriyle hareket ediyorlar. Öcalan’ın hararetle savunduğu “sünni eksen” Irak’ta tesis edilmek istenecektir. Bu durumda, Irak’ın bölünmesi kaçınılmaz olur. Olası bir bölünme halinde, orta vadede,  en zarar görecek olan kesim Kürtlerdir.  Ne olursa olsun, emperyalizme tutunanların bir şansı olmayacak. Kalıcı olmayacaklar.

Maliki’ye gelince, şüphesiz Iraklı Şii dinci burjuvazinin temsilcisidir. Dinci ve etnik milliyetçi güçlerin desteğine sahiptir. Dışarıdan İran’ın desteğine sahip olmasına rağmen ABD tarafından abartıldığı kadar İran’ın etkisi altında değildir. Zaten tarihsel olarak İran ve Irak şiileri arasındaki ilişkiler nahoştur.

Mailiki, şiilerin çoğunluğu teşkil ettiği Irak’ta ABD’nin bulabildiği en kabul edilebilir, veya “kötünün iyisi” siyasal figürdür. Bununla beraber, sünni nüfus üzerinde ağır baskı uygulanmasından, sünnilerin dışlanmasından  sorumludur. Tamam ama, Iraklı sünni siyasal gruplar da Şiilerle her türlü antlaşmayı, hatta görüşmeyi ta baştan reddetmektedirler. Uzlaşmaya yanaşmamaktadırlar. Saddam devrindeki gibi ülkenin yönetiminin tamamen kendi ellerinde olmasını talep etmektedirler.

ABD, Irak’a müdahale ederken ülkeyi dinsel ve etnik ölçütlere göre, seküler ilkelere önem vermeyen bir anlayışla  yeniden kurguladığı için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur. Maliki ABD tarafından yaratılmış bu statüko içinden çıktı. Bir sır değil, ABD her zaman İran’a yakın bulduğu Maliki’ye karşı çıktı. Biliyoruz ona karşı hep Alawi’yi destekledi. Bu arada, Maliki’nin adı olumsuz bir içerikle, İngiliz MI6 tarafından sızdırılmış olması muhtemel, Wikileaks’de bir kaç kez geçiyordu. Orada sızdırılan belgelerde isimleri olumsuz imalarla anılanların başlarına ne kadar tatsız işlerin açıldığını biliyoruz.

Ancak şunu hatırlatmak isterim, Irak şiileri bugünkü konumlarını özgürlükleri adına savaşarak değil, emperyalist güçlerin Saddam yönetimini tasfiye etmesiyle kazanmışlardır. Şimdi emperyalist güdümlü saldırılara direnebilmeleri Suriye’deki Esad yönetimi gibi savaşı göze almalarıyla mümkün olabilecektir. Şu da bir gerçektir, Irak’taki ordu ve polis gücü ABD tarafından dizayn edilmiş, eğitilmiştir. Bu bakımdan, ABD aleyhine ya da isterlerine aykırı bir edim içerisinde olmak istemeyecek asker, bürokrat ve polislerin devletteki güçleri ihmal edilmemelidir. Yine ülkedeki Kürt siyasetinin ABD’nin beklentileri doğrultusunda davranmak isteyeceği de açıktır. Maliki yönetiminin işi zordur.

Kamil Park

 

T

 

Bir cevap yazın