Türkiye’de devrimci solcular akıl yürütürlerken, çoğu durumda, iç koşullar ve dış koşulları bir arada değerlendirmekte yetersiz kalıyorlar. Ya dış faktörler çok abartılıyor ya da iç koşullar analiz edilirken, dış faktörler ihmal ediliyor.
Şimdi bazı saptamalar yapmak lazım. Emperyalizm 1980’lerin başından itibaren, hatta “petrol krizi” tabir edilen 1973’deki uzun ve derin krizden itibaren neo-liberal parasalcı politikaları devreye sokmaya çalışmış, bu politikaların başarısını dünya üzerindeki mutlak hegemonyasını tesis etmek bakımından zaruret olarak görmüştür. Soğuk Savaş’ı başarıyla, yani gayesi olan SSCB ve sosyalist blokun tasfiyesini gerçekleştirerek, sona erdirmek istemiştir. Emperyalistler bunun için hem sosyalist bloku kendi içinde zayıflatma hem de kuşatma dahil, cepheden hamlelerle bu gayesine ulaşmak istemişlerdir.
1972’de Çin ve ABD arasındaki antlaşma, bu antlaşmayı meşrulaştırmak için Çin’in, “Sovyet emperyalizmi” tezini dolaşıma sokması, doksanlı yıllardaki kapitalistleşmeye giden yolların taşlarını döşeyen Çin NEP’inin başlangıcının ilanı olmuştur. Çin NEP’i, devrimden sonra o zamanki SSCB’de olduğu gibi, sosyalizm kuruculuğu öncesi zorunlu ama geçici bir geri adım işlevi görmemiş, tersine, kapitalizmin temellerini sağlamlaştırmanın bir aşaması olarak kullanılmıştır.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesiyle birlikte SSCB’ye karşı askeri operasyonlara hız verilirken, artan gerilim, emperyalistler tarafından neo-liberal parasalcı politikaların uygulanabilmesi için meşruiyet olanağı olarak kullanılmıştır. Bu şartlarda, emperyalizm, Türkiye dahil, her kırılgan bileşenin, olağanüstü siyasal araçları da kullanarak yeni oluşturulmak istenen neo-liberal entegrasyona intibakı için önlemler almıştır. Yeni binyılın başlangıcında bu yolda epey yol alınmış, sistemin Türkiye gibi vasal bileşenlerinin sistemin ihtiyaç duyduğu tempoyu yakalaması için her müdahale olanağı değerlendirilmiştir.
Emperyalizm özsel olarak parasalcılığı, reel ekonominin önüne koyan bir ekonomik anlayıştır. Özcesi, tekelci finans kapitalizmidir. Sermaye hareketlerinin, uluslararası sermaye akışının mal üretimi ve ihracını domine etmesidir. Daha doğrusu emperyalizm bu ereğe doğru gitmeye çalışan bir süreçtir. Mantığı budur. Bu sürecin kabaca 19.yy’ın son çeyreğinden itibaren önem kazanmaya başlamış olduğu söylenebilir.
Nitekim bu süreç, tekelci finans kapitalizmini geleneksel kolonyal tarzıyla bağdaştırmış Britanya’nın hegemon konumunun da ABD lehine sona ermesine yol açmıştır. Sovyet Devrimi, bu bakımdan, hakim emperyalist hegemonya anlayışının krize girmiş olmasıyla da bağıntılıdır. Britanya hegemonyası gerilemiştir. Ancak henüz sistem içinden onun yerini alacak güç ya da güçler, onun konumuna talip olduklarını ilan ederek, ortaya çıkmamışlardır.
Emperyalizm parasalcı eğilimlerini global düzeyde sürekli takviye eder. Emperyalizm tanım itibarıyla global bir ölçeğe sahiptir. Reel ekonomik faaliyetler yerine paracı faaliyetleri baskın kılmak ister. Sistemin kriz ve bunalım dönem ve uğraklarında bu eğilim güçlenir. Reel ekonomiden kaçış eğilimi hızlanır. Altmışların ikinci yarısından itibaren yeni-solculuk söyleminde önemli bir yer tutan “çevreci” belagate de başvurularak sanayi karşıtı politikalara ivme kazandırıldığını görmekteyiz. Dönem içinde, emperyalist merkezlerin sanayi ülkesi olma özelliğinin, hizmetler sektörü lehine gerilemiş olduğu vak’adır.
Öyleyse, emperyalizm hakim mantığı itibarıyla rantı, reel ekonomik bir faaliyetin getirisi olan kârın önüne koyar. Rantın nesnesi sermaye de olsa, formel olarak feodal birikim ve temellük biçimlerine referans verir. Global ölçekte esas olarak sermaye hareketleriyle, para akışıyla entegre rantçı anlayışı dolayısıyla (en azından) şeklen orta çağ üretim ilişkileriyle benzeşir.
Sanayi kapitalizmi üzerinde yükselen burjuva liberalizmine nazaran emperyalizmin siyasal, ideolojik gericiliğinin maddi temeli onun söz konusu rantçı anlayışı üzerinde yükselir. Sanayi kapitalizmine özgü burjuva siyasal liberalizmi aydınlanma felsefine referans verir. Emperyalizm siyasal ve ideolojik olarak karşı-aydınlanmacıdır. Ortaçağ gericiliğidir. Burjuva demokrasisinin düşüşüdür. Şöyle de ifade edebiliriz, burjuva demokrasisi reel ekonomik faaliyetlerin, kârın esas dinamik olduğu koşullarda yükselmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ömrünün beklenenden uzun sürmüş olması, sosyalist dünya sisteminin varlığıyla alakalıdır.
Emperyalist merkezlere sıcak para aracılığıyla entegrasyon vasal ülkelerin siyasal yapılarında dönüşümler meydana getirmiş, ulusal egemen devlet yapıları çözülmüştür. Bu halin somut bir göstergesi, devlet kurumları arasındaki göreli dengenin yürütme organı lehine bozulmuş olmasıdır. Merkezlerde de finansal oligarşik yapılar, devletle adeta iç içe bir işleyişe sahip olmuşlardır. Örnekse, ABD’de, Wall Street finans oligarşisi, State Deparment ve CIA bağlantısı. Tabii finans oligarşisi de kendi içinde fraksiyonlar ihtiva etmektedir. Trilateral Komisyon, RAND Corporation, Bilderberger, Skull&Bones ve diğerleri gibi “sivil toplum” kuruluşları onlara bağlı think-tankler, lobiler içinde örgütlenmişlerdir.
Özcesi, vasal devlet yapıları, ekonomilerinde merkezin denetiminde dolaşan, global sermaye kuruluşlarına entegre sıcak sermaye dolayısıyla daha kırılgan ve emperyalist finans merkezlerinin müdahalesine daha açık hale gelmişlerdir. Artık bildik “iç dinamik/dış dinamik” analizleri gerçekliğin kavranması bakımından ihtiyaca yanıt vermemektedir. Sistemin bütününde ama özellikle de alt birimleri olan vasal yapılarda ulusal egemenlik yapıları erozyona uğramışlardır.
Bu koşullarda, iç siyaseti dış siyasetten soyutlayarak yapılan değerlendirmeler isabetli olmayacaktır. Siyasal iktidarların temerküz odakları, emperyalist dayatmalar karşısında işbirlikçi davranışlar göstermek bakımından daha esnek hale getirilmişler, gerek duyulduğunda ayak sürüyen devlet kurumları, hatta egemen sınıf fraksiyonları by-pass edilebilmektedirler.
Bununla beraber, Arap Baharı protestoları, Haziran Direnişi, Avrupa’daki emekçi gösterileri gibi halk sınıflarının direnişleri ve toplumsal direnme olanakları emperyalist dayatmalar karşısında direnme noktaları oluşturma kapasitesine sahip olduklarını, son 4-5 yıl içerisinde spektaküler şekillerde göstermişlerdir. Devletin iktidar odakları veya kurumları kırılganlaşmış ama direniş odakları, bütün dağınıklığına rağmen mevzi kazanmışlardır. Bu süreç aynı doğrultuda işlemeye devam etmektedir.
Akşamdan sabaha değil ama, etkileri ve sonuçları itibarıyla on yıllara yayılabilecek devrimci kabarmalar devrine girilmiştir. Devrimci kabarma ve devrimci durum birbirine eşitlenemez. Gelgelelim bu devrimci kabarmalar, devrimci durumlar yaratma potansiyeline sahiptir. Devrimci faaliyet olmadan, salt nesnel ekonomik olguların işleyişinden devrimci durum çıkmaz.