İç İşleri Bakanlığı verilerine göre Haziran direnişlerine 11 milyon civarında bir kitle katılmıştı. Bugünkü seçim sonuçlarına bakıldığında, aşağı yukarı aynı miktarda bir kitlenin CHP ve solundaki partiler için oy kullanmış olduğu görülüyor. Bununla birlikte seçimi bir referandum havasına sokan CHP’nin öbür sol partilerin seçmenleri üzerinde baskı oluşturarak zaten güçlü olduğu kentlerde, ilçelerde oylarını daha da tahkim etmiş olduğu anlaşılıyor. Haziran direnişinin en kararlı şekilde sürdürüldüğü, mesela, Beşiktaş, Kadıköy, Çankaya, Karşıyaka gibi ilçelerde bu tahkimat net olarak görülebiliyor.
Bu seçim hileli bir seçimdir. AKP için bir ölüm kalım seçimiydi. Her türlü baskı ve seçim yolsuzluğu, seçimlerin öncesinde ve sonrasında yapılmıştır. Bununla beraber, genel olarak tahmin edildiği gibi, AKP bu seçimlerden birinci parti olarak çıkacaktı. Öyle de oldu. AKP’nin gerçek oy oranı, ulusal ve uluslararası araştırma kuruluşlarının hemen hemen ortak olarak tespit ettikleri gibi, yüzde 35-36’dır. Nitekim, AKP yönetimi de yüzde 36-37 civarında bir oy almayı beklediğini ifade etmiştir. Buna göre AKP, seçim hileleriyle, yuvarlak hesap, yüzde 5 civarında bir oyu, CHP,MHP,BDP’den çalmıştır. Bu derece yolsuzluk ve ahlaksızlığa batmış bir partinin seçimleri nasıl idare edeceği, kampanyası sırasındaki saldırgan, rüşvetçi davranışlarından da belli değil miydi? AKP dürüst bir seçim ortamı, koşulları yaratamazdı.
Şunu tespit edelim, bu sonuçlara göre, solun arkasında, özellikle de Haziran’dan itibaren kavgalarda çelikleşmiş, nitelikli ama örgütsüz bir halk kitlesi vardır. Bu kitlenin kavgadan vazgeçmeyeceği daha hemen seçimlerin arkasından oluşan ortamdan anlaşılmaktadır. Sosyalist solun özneleri bu kitle arasındadır. Sol güç birliğinin taşıyıcısı bu kitledir. Sol seçimlere katılacaksa, güç birliği yapmadan katılması, artık yinelenen vak’alarla sabit olduğu gibi, yanlıştır. Haziran’ın etkili olmasında bu güç birliğinin kendiliğinden oluşmuş olmasının payı çok büyüktü. Artık bunu örgütlü bir güç birliği haline getirmek zarurettir.
Seçimlerde sonucu nicelik belirlemektedir. Bu şekilde sosyalist sol oyların CHP’ye gitmesinin de önü açılmaktadır. Bu seçimler neyin yapılması ve neyin yapılmaması hakkında öğretici olmuştur. Tunceli’deki başarı, neyin yapılması gerektiğini; Hatay ve Hopa’daki başarısızlık neyin yapılmaması gerektiğini gösteriyor. Ankara büyükşehirdeki başarısızlık hem bu seçimin kendine özgü koşullarından, hem de solun o çapta bir hedef için henüz zamanın erken olmasındandır.
Seçimlerin bir başka sonucu da sağ ve sol oylar arasındaki dengesizliğin son 40 yıldan bu yana anlamlı ölçüde değişmemiş olduğudur. CHP ve sosyalist sol oylar yüzde otuz civarındadır. CHP ve sosyalistlerin oylarında, 70’li yıllara nazaran görülen 5-6 puanlık düşüş, basında da tartışıldığı gibi, Kürt siyasetinin sağa kaymış olmasıyla alakalıdır. Öte yandan, her seçimde kentli oyların belirleyiciliği, sağ partilerin seçim kurallarını kırsal seçmen avantajına göre dizayn girişimlerine rağmen dramatik bir şekilde artmaktadır. Kentlerde varoş göstergeleri azaldığı ölçüde de sol oylar artıyor. Neo-liberal iktisadi koşullarda, kapitalist rantın kâr güdüsünü geri plana ittiği, buna göre, varoşların kapitalist şehir rantının nesnesi haline getirildiği de vak’adır.
Dikkat çeken bir başka sonuç, Anadolu’nun iç kısımlarında sol oylarda görülen düşüştür. Bunun nedeni o yerleşim yerlerindeki en dinamik, nispeten ilerici nüfusun, bu arada Alevilerin büyük kentlere göç vermiş olmasıdır. Bu yüzden oralarda seçim genel ve esas olarak gerici partiler arasında geçmektedir.
Kürt partilerinin toplam oyları yüzde 7 civarındadır. Tabii bu oranın genel seçimlerde bir kaç puan düşebileceği öngörülmelidir. Kürdistan vilayetlerinde BDP’nin aldığı belediye sayısı artmıştır. Ancak, mesela, Diyarbakır gibi, en önemli bir kentte on puana yakın oy kaybı vardır. Yine bu kentte ilk kez seçime giren etnik-islamcı partinin performansı, gelecek seçimlerde bu partinin daha yukarıya doğru hamle yapabileceğinin işareti olarak görülmelidir. Uzun süredir yerel yönetimleri elinde tutan BDP, bir süre sonra salt etnik referansın seçmen kitlesinin erozyonuna mani olamadığını görebilir. BDP’nin oy oranı 3-3,5 mertebesindedir.
HDP, muhtemelen “barış süreci” siyaseti tarafından sipariş edilmiş bir partidir. Sadece CHP’ye değil, sosyalist sola da mesafeli, özel gündemli bir partidir. Kürdistan coğrafyası dışında, Türkiye’nin batısında faaliyet göstermek için dizayn edilmiştir. Aldığı oy yüzde 4 civarındadır.
Şimdi Kürt sosyolojisiyle ilgili bir gerçekliğe değinmek lazım. Kürdistan coğrafyasından Batı’ya doğru sürekli bir göç olgusu vardır. Bu göçün tazeliğini koruduğu şartlarda, Kürt etnisitesi üzerinden siyaset yapmanın bu yeni göçmen kitleler üzerinde, yeni gelinen kentlerde, vahşi kapitalizm şartlarında, kollektif olarak deneyimlenen yabancılık ve yabancılaşma duygusunun dayanışma ihtiyacı doğurduğu vak’adır. Yani Kürt siyaseti de, islamcı siyaset gibi, varoşlardan besleniyor. Gelgelelim, bir kaç kuşak sonra göç edilen kentlere entegrasyon gerçekleştiğinde, etnik ve dinci çağrının çekim gücünün zayıflayacağı beklenmelidir. İnsanları sürgit dinle, milliyetçilikle oyalayamazsınız. Onların gelecek beklentilerine somut ve maddi olarak yanıt vermek zorundasınız.
Bugün 70’lerde, hatta seksenlerde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlere göç etmiş Kürt nüfus arasında etnik çağrılara itibar eden kişi sayısı hayli düşüktür. Göç eden nüfus, kentte herkesin farklı olduğunu fark ettikçe, kendi kimlik farkından çok, kent hayatının tüm kentli nüfusa dayattığı iş, aş, barınma, eğitim gibi sorunlarla daha fazla meşgul olma eğilimi içinde olacaktır. Yani kapitalist kentsel hayata entegrasyon onun başlıca gündem maddesi haline gelecektir. Bu bakımdan, esas olarak emekçi olan bu kesimler aykırı milliyetçi çağrıları söyleminde barındırmayan sosyalist solun toplumsal dayanaklarına dahil olacaklardır. Lenin’in ilerici asimilasyon dediği olgu tam da budur.
Türkiye’de İslamcı ve Kürtçü partilerin bu kadar revaç görmesinin önemli bir sosyolojik nedeni, Türkiye’de iç pazarı gözeten bir büyüme modelini uygulayan, bu çerçevede popülist ekonomi politikalarına referans veren bir siyasal anlayışın 1950-1980 dönemindeki hakimiyetinin sona ermesinden sonra kırdan kente göçün baş döndürücü bir hızla ve adeta zincirlerinden boşanırcasına cereyan etmekte olmasıdır. “Ortak ekonomik yaşam” ın sosyal tabanının radikal bir eşitsizliğe maruz kalarak egemenler lehine ve öncelenmemiş ölçüde daralmasıdır. Kültürel dışlanmışlık söylemi bu reel şartlarda etkili oluyor tabii.
Bu göç eden kitleleri göç ettikleri kentlerde konfora kavuşturacak olanaklar, en önemlisi geçiş ve adaptasyon sürecini nispeten sancısız kılacak kurum veya oluşumların bulunmamasıdır. Cemaatçilik, tarikatler, dinsel ve etnik kollektif öz savunmacı ideolojiler, kanaatler bu koşullarda boy atabiliyor.Bir ihtiyaçtan doğuyorlar. Soğuk savaş şartlarında tasfiyeye uğramış, örgütsel varoluşu ortadan kaldırılmış, bununla alakalı olarak, içinde her zaman barındırdığı küçük burjuva öznelerin narodnik, bundist, milliyetçi ve liberal telkinlerinin zuhur edecek ortamı bulmuş olması, sosyalist solun sınıfsal çağrısının bu göçmen kitlelere ulaşmasını engellemiştir.
Burada izninizle bir parantez açacağım: Kapitalizm bir toplumsal formasyon olarak arkaik ve farklı gelişme düzey ve tempolarına sahip üretim ve kültürel ilişkileri sistemine entegre eder. Sadece yerel, ulusal düzeyde değil, global olarak da. Yani kapitalist maddi ilişkilerin tek biçimli, birbirlerine eşit, senkronize bir içeriği yoktur. Bu bakımdan, Marks’ın yaşadığı dönemin koşullarından (kapitalizm henüz global bir sistem değildir) ve tabii izlediği çalışma yönteminden (olgunlaşmış kapitalizm çalışma nesnesidir) de kaynaklanan algısında olduğu gibi, kendi içine kapalı, ideal tipte bir kapitalist sistem tasavvuru, kapitalizmin emperyalist aşamaya doğru evrilmesiyle geçerliliğini anlamlı ölçüde kaybetmiştir. Sadece maddi üretim ilişkileri değil, kültürel ilişkiler de benzer bir görünüm arz ederler. Özcesi, burjuva toplumu kapitalist maddi ilişkiler üzerinde yükselir, ancak ikisi birbirlerine eşit değildir. Veyahut böyle bir eşitlik tahayyülü her durumda isabetli olmayabilir. Bu formasyon içinde yer tutan sınıfsal öznelerin bilinçlerinde bu eşitsizliğin etkileri, yansımaları saptanabilir.
Global çapta süre giden kapitalizmin bunalımın etkileri ülkemizde de alttan alta hissedilmekte, ilk elden sosyal sonuçları (işsizlik, proleterleşme, barınma ve beslenme sorunları, mesela kırsal kesimlerde dahi boşanma oranlarındaki anlamlı artış, geleneksel aile yapılarının çözülmesi, suç oranlarındaki dramatik artış, özellikle fuhuş ve uyuşturucu kullanımında öncelenmemiş yaygınlaşma) giderek artan ölçülerde tespit edilmektedir. Kapıyı zorlayan büyük ekonomik bunalımın bu olumsuz koşulları daha da yaygınlaştırarak ağırlaştırması beklenmelidir. Bu noktada şu saptamayı da yapmalıyım: Türkiye’de özellikle son otuz yıldan beri yaşanmakta olan sosyolojik gerçeklikle, 2.D.Savaşı sonrasında Batılı kapitalist ülkelerde yaşanan aynı gerçeklik arasında, tempo farkları bir yana bırakılacak olursa, bir koşutluk olduğu gözlemlenebilmektedir.
Son olarak, CHP’ye yönelik solcu eleştirilerle ilgili olarak şunları söylemek istiyorum: CHP’yi şikayet etmeyi bırakalım. CHP’den daha fazlasını beklemek doğru olmaz. Böyle bir beklenti sosyalistlerin işi de olmamalı. Fransa’da SP, İngiltere’de İP, Almanya’da SDP, İtalya’da DP ne kadar solsa, eski çizgilerine göre dahi, ne kadar oportünistlerse, ne kadar emperyalist siyasetlerin destekçisilerse, Türkiye’nin CHP’si de kendi çapında o kadar soldur, opotünisttir, emperyalizm yanlısıdır. CHP bundan farklı davranamaz. Sosyalistlerin ne kadar sol olduğu tartışma götürür bir parti üzerinde, kendilerini ihmal edecek kadar durmalarının anlamı yok. Halka neden CHP ile olamayacağını, ya da ne kadar olabileceğini anlatarak, sol bir seçeneğin zaruretini anlatmaya çalışmalıdır. CHP, müesses AKP rejiminin müesses muhalefetidir.
CHP’nin solunda güçlü bir oluşum, CHP’nin daha da sağa savrulmasını önleyebilir. Kendi solundakilerle güç birliği yapmak adına ikna edici olabilir. Sosyalist sol seçenek güçlü bir şekilde oluşmadan CHP’nin kendi solunu dikkate alması beklenmemelidir. Devrimci sol kendi içinde güç birliği yaparak, bu bilinçle kararlı şekilde hareket etmediği sürece, gelişmesi CHP tarafından önlenmeye devam edecektir. Sosyalist sol CHP’ye kafayı takmak yerine, kendi potansiyel taşıyıcı öznelerinin ağırlıklı olarak yer aldığı CHP seçmenleri üzerinde çalışmalıdır.
Son olarak, AKP rejimi ancak Haziran halkının başladığı işi bitirmesiyle mümkün olabilir. Sokakta başladı, sokakta bitecek.