Esad Yönetimi düşer mi? “Suriye krizi” üzerine düşünceler 1

ABD’deki 11 Eylül olayları sonrasında, ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler tarafından adeta bir düğmeye basılarak başlatılan “yeni dünya düzeni” projesini, dünyayı “soğuk savaş” sonrasında, jeo-ekonomi-politik anlamda, yeniden paylaşma stratejisi olarak görmek gerekir. Emperyalizm, son 65 yıldan bu yana ilk kez bu kadar çıplaktır. Irak’tan, Afganistan’a, Pakistan’a; Tunus’tan, Libya,Mısır ve Suriye’ye kadar bir çok ülkeyi, rejimi kapsamına alan saldırı operasyonları bu büyük stratejinin etaplarıdır. Türkiye’nin son on yılını da bu stratejinin dışında düşünmek yanlış olur.

Bu Suriye meselesini, sadece inişte olan ABD’nin belli jeo-ekonomi-politik dengeler üzerinde yükselen hegemonik konumunu, yeni yükselen global güçler karşısında koruma veya yitirmeme kaygusuna bağlamak eksik olur. Bununla beraber meseleyi, salt bir Türkiye meselesi, basitçe Türk dış politikası sorunu olarak görmek de doğru olmaz. Suriye, bugün geldiği nokta itibarıyla, yukarıda sözü edilen global stratejinin bir etabı olarak, adeta emperyalist kapışmanın “gordiyon düğümü” haline gelmiştir.

Öte yandan, yeni emperyal güçler olarak yükselmek isteyen Rusya ve Çin gibi ülkeler, önlerinin açılması için ABD’nin başını çektiği düşüş sürecindeki emperyalizmin yakınlarındaki coğrafyadan başlayarak geriletilmesi gerektiğini görüyorlar. Hiç şüphesiz, Esad’ın bu yükselen güçlerin razı olabilecekleri koşullarda yönetimini sürdürmesi, bölgenin Türkiye ve İsrail dahil, gerici, arkaik rejimlerinin üzerinde durdukları zemini iyice zayıflatacaktır. Bu gelişme söz konusu rejimlerle bağlaşmış ABD’nin düşüşüne ivme kazandıracaktır.

Türkiye’de, 2.Cumhuriyet’in soluğu kesilecektir. SSCB karşısında tampon bir işlev üstlenmiş olan birincisinin işi, SSCB ortadan kalkınca, doğal olarak bitmişti. İkincisinin işi, “yeni dünya düzeni” nin ABD’nin isterleri doğrultusunda ortaya çıkmayacağının, Suriye krizi dolayısıyla, net olarak ilan edilmesiyle bitecektir. Böyle bir durumun bölgesel çapta spektaküler dışa vurumuna, manipüle edilmemiş gerçek bahar eylemleriyle tanık olabileceğiz. Yani yalancı olmayan bahar, Suriye’nin ayakta kalmasıyla yeşerebilecektir. Elbette Türkiye’de bu durumun farkında, sonuna kadar Suriye’yi devirmek için mücadele edecektir. Bu mücadeleyi kazanmış olsa da, çok geçmeden, bunun bir Pirus zaferi olduğunu fark edecektir. Yani, öyle de böyle de, emperyalist bir maşa olarak TC rejiminin kurtuluşu yoktur.

Suriye’nin direnişinin, karşısında bulunan cephenin Avrupa’dan başlayarak bölünmesine yol açacağı beklenmelidir. Bu şartlarda, Türkiye yönetiminin kafası allak bullak olacaktır. Manipülasyonlarla, demagojik islami muhabbetlerle vaziyeti idare etmek mümkün olmayacaktır. Minyatür Osmanlıcıların, bir Osmanlı geleneğine başvurarak ortaya bir ya da bir kaç kanlı kelle atmalarının da çare olmadığı görülecektir.

Baba Esad gayet zeki bir adamdı. Ülkeyi, Ortadoğu’da bugünkü kilit konumuna getiren baba Esad’dır. Esad bu bölgede emperyalizmle, gerektiğinde, vuruşmadan ayakta kalmanın mümkün olamayacağını ön görmüş, bu doğrultuda önlemler almıştı. Sanılanın aksine, sekülerleşmesine özen gösterdiği toplumsal dayanaklarını akıllıca kurulmuş dengeler üzerinde takviye etmişti. İzlediği iktisadi politikalarla, genel olarak, burjuvazinin işbirlikçi eğilimler geliştirmesine izin vermemişti.

Oğlu da, son Irak ve Libya deneyimlerinden sonra emperyalistlerin tereddütlerini iyi analiz etti. Emperyalizmin ülkesine direkt olarak müdahale etmesinin emperyalistler için doğuracağı maliyetin fakında olarak soğuk kanlı hareket etmeyi sürdürüyor. ABD’nin “demokrasi ve insan hakları” gerekçesiyle, bölgenin en anti-demokratik, en gerici güçlerini kullanarak yürüttüğü mücadelenin sürdürülebilir olmadığını görüyor. Öte yandan Rusya ve İran gibi ülkelerin neden Suriye’nin arkasında durmak zorunda olduklarını da biliyor.

Bu saatten sonra İran veya Rusya ya da her ikisi tarafından (amiyane tabirle) satılmasının çok zor olduğunun da farkındadır. ABD, doğrudan çift dalarsa, tuş edebilir tabii. Ancak kendisi de minderden tek parça halinde kalkamaz. Yok eğer Suriye, Rusya ve İran tarafından satılırsa, Ortadoğu’daki kaos bu iki ülkenin sadece bu bölgedeki kısa erimli çıkarlarına zarar vermekle kalmaz, orta erimde, bu ülkelerin sınırlarına dayanır.Kapılarını zorlar. Bu arada, Esad’ın düşmesi meşru Irak yönetiminin de işine hiç gelmez. Barzani’nin elini güçlendirir. Özcesi, mevcut Suriye sosyal dengeleri içinde Esad’dan başka bir yönetimin Suriye’yi tutabilmesi reel olarak olanaklı değildir. Bunu görmek lazım. Esad yönetimi hem dış dinamiklerin hem de iç dinamiklerin reel konumları itibarıyla, belki bazı vitrine yönelik değişikliklerle, yoluna devam edecektir.

Hep birlikte göreceğiz. Emperyalistler giderek Rusya ve İran üzerinden bu sorunu “kötünün iyisi” anlayışına razı gelmek pahasına çözmek yoluna gidecekler. Muhtemelen AB ve Rusya arasındaki temas trafiği giderek yoğunlaşacaktır. Gelgelelim, kararlı bir mücadeleyi göze alan Esad yönetiminin Rusya ve İran’ın dikte edeceği çözümlere göre değil, kendisinin oluşmasında inisiyatif alacağı önerilere imza atmak isteyeceğini de tahmin etmek zor olmasa gerek. Kavga aynı zamanda bir öz güven tazeleme aracıdır. Yok bu kez “Suriye krizi” öyle, önemli sonuçlar doğurmadan, Amerikalıların sevdikleri bir tabirle, “over” olmayacak.


“Suriye krizi” üzerine düşünceler 3

Erdoğan’ın siyasal devrinin fiilen kapanmış olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Muhtemelen “Suriye krizi” nin emperyalistlerin beklentilerini karşılamayacak şekilde gelişeceğinin netleşmesiyle, nihai olarak iflası ilan edilecek. Menderes de “Suriye krizi”nde çark etmek zorunda bırakıldığında, siyaseten bir mevta haline gelmişti. Seçimleri, aklımda yanlış kalmamışsa, nüfusunun yaklaşık %80’inin kırsal alanlarda yaşadığı koşullarda, %58 civarında bir oyla kazanmış, bir iki yıl içinde de kentli orta katmanların başkaldırısıyla siyaset edilivermişti. “Oy” ya da “milli irade” toplumdaki sınıf mücadelesinin düşük seviyede bulunduğu şartlarda ifade ettiği anlamı, bu mücadelenin şiddetlendiği koşullarda ifade edemeyebiliyor.

Kasımdaki seçimden sonra ABD yönetiminin ve NATO’nun, askeri anlamda, daha aktif olarak Ortadoğu’da devreye girebileceğini beklemek boşunadır. ABD’nin ya da NATO’nun Suriye’yi havadan vurup, sonra “haydi Türkiye karadan sen gerekli temizliği yap” demesi beklenmemelidir. Gerileyen emperyalizm,önünde sonunda, yükselmeye çalışanla anlaşmak zorunda kalacaktır. Esad elbette gidebilir. Ama Rusya, Çin,İran ve Irak’ın kabul edebileceği koşullarla. Esad’ın emperyalistler tarafından düşürülmesi demek, Fas’tan Çin’e kadar uzanan bir coğrafyanın ABD emperyalizmine ikram edilmesi anlamına gelecektir. Özellikle şu sıralarda, adalar sorunu dolayısıyla, Japon emperyalizmini ve onun doğal müttefiki G.Kore’yi geri püskürtmekle meşgul Çin’in işi daha da zorlaşır. Çin ve Rusya emperyal güçler haline gelmek istiyorlarsa, hayat alanlarını eski jeopolitik sınırlarına hapsedemezler.

ABD, vaktiyle SSCB’ye uyguladığı “containment” politikasını şimdi Rusya ve Çin’e karşı uygulamak istiyor. Hindistan ve Vietnam’la flörtü bu gayeyee yönelik girişimler olarak görülmelidir.. Seçimlerden sonra bu girişimlere ağırlık verileceği ilan edildi. Evet, SSCB’ye karşı benzer bir politika otuz küsur yılda sonuç verdi. Ancak sonucun bir tarafı SSCB’nin çökertilmiş olmasıysa, diğer tarafı da ABD’nin kendi kendisini tüketmiş olmasıdır. SSCB’den sonra ABD’nin hegemonyasını ilan etmesi elbette mümkündü. Ancak sürdürmesi olanaklı değildi. Yani bir anlamda, ABD de, AB gibi, SSCB’nin enkazı altında kalmıştır.

ABD ve müttefiklerinin bu kadar geniş ve zor bir coğrafyada top çevirmesi olanaklı değil artık. Etnik, dinsel fay hatlarına basınç uygulayarak kaos stratejisini devreye sokmak zorunluluğu duyacaklarını sanıyorum. Zaten AB’nin ve Japonya’nın, ABD’nin peşinden, yeni bir maceraya sürüklenmek anlamında, gidecek mecalleri ve arzuları olduğunu da herhalde söyleyemeyiz. Özellikle AB’de, başta Almanya olmak üzere, rasyonel siyasal güçlerin devreye girerek yeni bir durum değerlendirmesi yapmaları kaçınılmaz olacaktır (bunun ilk işaretlerini Bush’un Irak macerası esansında kısmen almıştık).

Çin, ABD ve AB pazarının yol açacağı boşluğu, Hindistan üzerinden aşmayı tasarlıyor. Bu pazarın alım gücünü takviye edecek araçlara sahip olduğunu biliyoruz. ABD, Hindistan’a ve Vietnam’a, onları “Çin gibi” yapmayı taahhüt ediyor olabilir. Veyahut söz konusu iki ülkenin ABD ile ilişkilerini bu şekilde değerlendirme eğilimleri olabilir. Ancak bunun fos çıkacağını görmemek için kör olmak gerekir. ABD’nin artık düşmekte olduğunu ve bu düşüşün de beklenenden erken gerçekleşeceğini görmek gerekiyor. Hiç şüphesiz bu düşüş 21.yüzyılı hızlandırıp, belki de, kısaltan başlıca faktör olacaktır.

Geçerken,Vietnam’da Ho Chi Minh’den sonra liderlik kalitesinin düşmüş olduğunu belirtelim.İyi devrimci olmakla,iyi kurucu olmak her zaman aynı anlama gelmeyebiliyor. Hatta çok nadiren bu ikisinin örtüştüğünü söylemek yanlış olmaz. En ünlü istisna, her ne kadar kuruculuk misyonunu tam olarak gerçekleştirmeye ömrü vefa etmemişse de, Lenin’dir. İlk ve son büyük sosyalist kurucu Stalin’in,Lenin’in yol işaretlerini izlemiş olduğunu hiç tereddüt etmeden söylememiz gerekir. Stalin, Lenin’in mücadelelerini kararlılıkla nihai noktalara taşıyan adamdır.Mesela, Lenin’in Menşevikler’le başlattığı ve ölene dek sürdürdüğü mücadeleyi sonlandıran Stalin idi.

Şimdi, Che Guevara, Trotsky, Mao,Le Duan gayet yetenekli devrimcilerdi. Gelgelelim, kuruculuk vasıfları hayli zayıftı. Kurucu siyasal akılları pek gelişmemişti. Eğer Vietnam liderliği, ABD adına, Çin ve Rusya’ya sırtını dönerse, ülkeleri yanlış ata oynamış olanları bekleyen sonuçlara maruz kalır. Kendisini yalıtır. Vietnam’ın böyle bir yanlışı yapmaması beklenir.

Özcesi ABD, Ortadoğu’da, Asya’da ve tabii L.Amerika’da kaos stratejisini devreye sokarak düşüşünü geciktirmeye ve yükselecek yeni güçlerin işini zorlaştırma ihtiyacı duyacaktır. Tabii bu süreç içinde ABD’de rasyonel güçlerin müdahalesiyle yeni bir kabullenilmiş düşüş siyaseti izlenebilirse, gelişmelerin seyri değişir. Ancak şu an için bunun işaretleri görülmüyor. Demokrat Parti’de Hilary Clinton ve George Soros kliği kontrolü ele geçirip, Obama’yla bağlaştıklarında böyle bir işlev yerine getireceklerini tahmin etmiştim. Yanılmışım.

Kasım seçimlerinden sonra Ortadoğu’da yaşanacak gelişmeler emperyalizminin en önemli ideolojik silahı olan “demokrasi ve insan hakları” söyleminin bir bumerang işlevi göreceği koşulları yaratacaktır. Libya’da son yaşananlar dolayısıyla zaten bu ideolojik söylem büyük bir hasar görmüştü. Giderek Demokrat Parti’nin “demokrat” ya da “liberal” yandaşlarını dahi ikna etmesinin zorlaşacağı olaylara tanık olacağız. Tunus, Libya, Mısır, Türkiye gibi ülkelerde yoğunlaşacak anti-emperyalist toplumsal muhalefet, bu ülkelerdeki işbirlikçi rejimlerin anti-demokratik yüzlerini kamuflaşın çare olamayacağı derecede ortaya çıkartacaktır. Bu ülkelerde ABD’nin ve komprador liberal aydınların inandırıcılığını erozyona uğratacaktır.

Bugün ABD’nin bölgedeki işbirlikçileri esas olarak sünni islamcı ve siyonist gericilerdir. Bu kesimler tanım itibarıyla demokratik olan her şeyin düşmanıdırlar. Bu yapıları ABD’nin çıkarlarına uygundur. Emperyalizm, yükselmeye başladığı devirde, vasal ve sömürge ülkelerindeki işbirlikçi aydınlar arasında “demokratik” bir misyona sahip olduğu izlenimini yaratabiliyor. Bu tamamen gerçekliğin kısmi, eğreti bir algılanmasından kaynaklanıyor. Bugün emperyalizm artık demokrasiden, demokratik olan her şeyden korktuğunu gizleyemiyor. En gerici güçlerle açık işbirliği içerisine girmekten kaçınmıyor.

Emperyalizmin artık “demokrasi”yi, manipülatif olarak dahi, temsil etme kabiliyeti kalmamıştır. Paylaşım mücadelesinin yeğinleştiği şartlarda emperyalist “demokratik” ideolojinin, işlevsel açıdan, incir yaprağı derekesine düştüğünü saptamak mümkün. Dolayısıyla demokratik kamuoyunu arkasına alma kapasitesi erozyona uğramıştır. İşte Ortadoğu’da şiddetlenecek mücadele ve genişleyecek direniş cephesi, ABD yönetiminin bölgedeki varlığının meşruiyetini kendi içerisinde dahi sorgulanır hale getirecektir. Son Libya olayını bu açıdan da okumak gerekir.

Bu bir iyimserlik hali değil. ABD, elbette kaos politikalarına devam edecek, “büyük Ortadoğu”da şiddet artacaktır. Ancak özellikle bölgesel bağlaşıkları ve bu bağlaşıkların, toplumsal demokratik beklentiler karşısında sıkıştıkça, kendi anti-demokratik gündemlerini uygulamaya öncelik verecek olmaları nedeniyle, müttefikleri ABD’nin ve Avrupalı dostlarının meşruiyeti kendilerine sempati duyanlar arasında dahi tartışılmaya başlanacaktır. Demokratik direniş artıkça, gerici saldırılar da şiddetlenecektir. ABD ve AB emperyalizminin Ortadoğu’daki bugünkü varlığı, böyle bir çelişkili hali kaçınılmaz kılıyor.

Buna mukabil, Rusya ve Çin gibi güçlerin bu demokratik direniş güçleriyle kendiliğinden ittifak içine girecekleri, Suriye ve İran’da gördüğümüz gibi, beklenmelidir. Emperyalistlerin soğuk savaştan bu yana sürekli ifade ettikleri kendi söylem ve tanımlamalarından, ideolojik şablonlarından hareket edecek olursak, bugün rollerin değişmiş olduğunu söylememiz gerekiyor. Gerileyen emperyalizm giderek artan şiddetiyle her alanda gericileşip, demokrasiden ürker hale gelirken, yükselme çabasındaki olası emperyalist adaylar, geçiçi bir süre için dahi olsa, ilerici konumlarla bağlaşmak ihtiyacı duyuyorlar.

Emperyalizm ve yeni “kaos” stratejisi :notlar

Galeri

1) 50’lili yılların ikinci yarısından itibaren örgütlenen, palazlanan, geleneksel kapitalist sınıflardan farklılıklar taşıyan yeni global bir finans-oligarşisinin yükselişi, marksist sol ve bu arada SSCB tarafından,  iyi analiz edilememiştir. ABD devleti doğrudan bu sınıfın kontrolü altına girmiş, soğuk savaş sonrasında ABD … Okumaya devam et