Global bakış

Galeri

Tarihin belli momentlerinde “dış dinamikler” iç dinamiklerin hareketleri üzerinde belirleyici bir role sahip olabiliyorlar. Modern zamanlarda, finans-kapitalin hakimiyeti altında dış dinamikler, A.Smith’in ideolojik metaforuna başvuracak olursak,  bir “görünmez el” işleviyle iç gelişmeleri, değişimleri yönlendirebiliyorlar. Emperyalist hegemonik gücün düşüşe geçtiği koşullarda … Okumaya devam et

“Global kapitalizm”in açmazı

Şimdi şunu iyi görmek lazım, bu halk ayaklanmaları,birbirlerinden farklı ekonomik-politik-kültürel koşullar içinde bulunan, her biri aynı kapitalist emperyal sistemin bileşeni olan ülkelerde, aşağı yukarı eş zamanlı ve süreklilik gösteren bir halde devam etmektedir. Yani global bir görünüm arz etmektedir.

Bu insanların tepki ve talepleri, birbirleriyle bir çok noktada, ancak bir çok durumda farklı görünümler ve vurgular altında kesişmektedir. Bu nasıl izah edilebilir? Bir kere, uluslararası kapitalist-emperyalist sistemin işleyişine referans vermeden bu olup bitenleri analiz edemezsiniz. Bu insanların görece, ekonomik açıdan müreffeh, demokratik olarak ileri olan ülkeler (mesela ABD, İtalya, İsveç, İspanya); ve görece, söz konusu göstergeler itibarıyla, orta kararda olduğu söylenen Yunanistan, Türkiye, Brezilya, Portekiz gibi ülkelerde; son olarak daha düşük bir profili bulunan, Mısır, Tunus, Bahreyn hatta İran (2-3 yıl öncesini hatırlayınız) gibi ülkelerde ortaya çıkması ve devam etmesi, ve bütün bu farklı gelişmişlik göstergeleriyle kat edilen ülke halkları arasındaki kendiliğinden iletişim ve dayanışmaya yol açması, bize doğrudan doğruya bütün bu insanların, genel çerçevesi itibarıyla, ortak bir uluslararası durumun mağduru olduklarını gösteriyor.

Evet, anti-demokratik, hukuk dışı otoriter politik baskılar, kültürel baskılar, ekolojik baskılar ve ekonomik baskılar bütün bu uluslararası ölçekli halk hareketlerinin ortak tetikleyicisidir. Hareketler sürdükçe, sokaklarda dövüşen insanlar bu mağduru oldukları problemler arasındaki içsel bağlantıları fark ediyorlar. Bu yüzdendir ki, “iki ağaç meselesi”, veya “otobüs bileti meselesi” haftalar süren mücadeleler halini alabiliyor. Liberal akıl hocalarının,” tamam park açıldı, istediğimizi aldık, bu işi bitirelim”; veya “Mursi düştü, muradımıza erdik, bırakalım artık”, veyahut “öbür talepleri bir yana bırakıp, askeri rejime karşı çıkalım” yollu telkinleri işe yaramamaktadır. Yaramayacaktır. Halklar, mesela Mısır’da, Mübarek’i neden düşürmüşse, Mursi’yi de ondan düşürmüşlerdir. Muhtemelen şimdiki “yeni” rejimi de aynı nedenden dolayı, özsel olarak, anti-kapitalist, anti-emperyalist talep ve özlemlerine yanıt vermemesi nedeniyle alt edeceklerdir.

Ayaklanma halindeki kitleleri kazıklamak güç olmaktadır. Halk hareketi etaplar halinde gelişir. Bir kaç etapta, hareketi böler, kitleleri kazıklayabilirsiniz. İki yıl önce Mısır’da kazık yiyen kitleler, bu kazığı sahiplerine geri yönlendirdiler. Bugün de bir kazıkla karşı karşıyalar ancak bu da tutmayacak. Ayaklanma kitleler için zihin ve ufuk açıcı bir faaliyettir.

Gezi direnişi dolayısıyla söyleştiğim, çoğu hayatında ilk kez böyle bir deneyim yaşamış, bir çok direnişçi, “hayata bakışlarının tamamen değiştiğini, kendilerinde bir dönüşümü fark ettiklerini” belirtmişti. İşte artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının teminatı bu dönüşüme uğramış öznelerdir. Onlar hareketin en değerli kazanımlarıdır. Onların artık eskisi gibi olmaları olanaklı değildir.

Devrimci harekette kitleselliği niceliğe eşitlemek yanıltıcı olur. Bütün başarılı halk devrimleri nitelikli öznelerin eylemlerinden çıkmıştır. Kitlesellik söz konusu olduğunda, niceliği örgütlü nitelikli özneler yaratır. Nitelik, ayaklanmada da gözlemlediğimiz gibi, kavga ortamında boy verir.

Halk hareketi sürdükçe, o zamana kadar bu kavgayla ilişkisini kuramamış olan sistemin başka mağdurları da, kendi özel mağduriyet alanlarını fark etmektedirler. Edeceklerdir. Bu fark ediş ve harekete dahil olma, aynı zamanda, hareketi halen sürdürenlerle ortak bir payda oluşturma, onlarla aynı dili konuşma pratiğidir. Elbette bu, bütün mağduriyet alanlarında eş ölçüde bir kesişme anlamına gelmeyebilir. Böyle bir tekabüliyet, tek bir halk sınıfına mensup insanların kavgasında dahi görülemeyebilir. Yani aykırı bir hal değildir.

İşte bu bakımdan basit, alev gibi parlayıp sönen kalkışmalarla değil, global ölçekte, halk hareketleriyle karşı karşıyayız. Mağduriyetlerin kaynağı uluslararası dünya düzeni, ya da kapitalist emperyalist dünya sistemidir. Kapitalizm sadece ekonomik bir vak’a değildir. Onun bir üst yapısı da vardır. Onun ekonomik işleyişinin etkileri ve sonuçları sadece ekonomik değildir, genel anlamında, kültürel, siyasal, çevresel etki ve sonuçları vardır.

Daha doğrusu, toplumsal-ekonomik formasyon içinde yer alan düzeylerin, önceliklerinde, belirleyicilik kapasite ve konumlarında kaymaların, değişimlerin, yer değiştirmelerin,etki aktarımlarının gözlemlendiği, bir karşılıklı etkileşim söz konusudur. Lenin bir kaç yerde bize hatırlatır: Küçük bir siyasal ya da toplumsal protesto, bir ufak kıvılcım büyük yangınların habercisi, vesilesi olabilmektedir.

Bakarken, ağaçların arasında kaybolmak, yöntemsiz insanların kaderidir. Bütün bu ayaklanmalar, hiç tereddütsüz, tanım itibarıyla, anti-kapitalist ve anti-emperyalisttir. Burada halkların mağdur oldukları ve yükselttikleri talepleri, sadece ulusal düzeydeki çerçevesinden değil, uluslararası bağlamından da kopartarak ele alamazsınız. Aksi halde, gerçekliği kavrayamazsınız.

Bir hareketin anti-kapitalist, anti-emperyalist olması, elbette onun sosyalist de olacağı anlamına gelmez. Sanıyorum sorun, böyle bir görüş açısından kaynaklanıyor. Açık “sosyalizm” haykırışlarını meydanlardan duymayınca, “burada kapitalizm karşıtlığı yok” diye düşünmek yanlıştır.

Nasıl anti-kapitalizmi doğrudan sosyalizm talebine eşitlemek doğru değilse, söz konusu hareketler bağlamında, “sosyalizm talebi yoksa, anti-kapitalizm yoktur” demek de isabetli olmayacaktır. Ancak her anti-kapitalist kalkışmanın, sosyalizme davetiye olduğunu da geçerken belirtmek isterim.

İşte bütün bu global çerçeveye bakarak, genel olarak kapitalist sistemin , dünya çapında, ne kadar süreceğini bilemeyeceğimiz, bir devrimci kabarmalar dönemiyle sarsılmakta olduğunu tespit ediyoruz. Bu tür dönemler ilerici, devrimci kazanımlarla taçlanabildikleri gibi, koyu gericilik dönemlerine de kapı açabilmektedir. Bunun hangisinin gerçekleşeceği, kapitalist-emperyalist sistemin kendi iç işleyişi ve global iktidarıyla, bu işleyiş ve iktidara halkların direnişi, yani sınıf mücadelelerinin neticesinde belirlenecektir.

Bu bakımdan, halk direnişinin kalitesi büyük bir önem taşımaktadır. Bu kalite doğrudan örgütsel kapasite ve siyasal önderlik kapasitesiyle alakalıdır. Bu devrimci kabarmalar döneminin ayırıcı özellikleri, 1848’lerdeki benzerlerine değil, 1917’den itibaren ortaya çıkanlara referans vermektedir. Nesnel olarak dünya çapındaki devrimler olanağının taşıyıcısıdırlar.

“Global kapitalizm” in kendisini sürdürmek adına yaptığı hamleler, bütün dünyayı ihtiyaçları doğrultusunda tek biçimlileştirme çabası, bunalımını daha da derinleştirmekte, kendisine karşı direnişi daha geniş bir alana yaymaktadır. Bu direnişler arası enternasyonal iletişim, iletkenlik ve dayanışma, düşmanın “global” konumuyla ilgili, en azından, bir sezgiye referans verir.

Halk hareketinin kendi içinde çelişkileri vardır. Sistem karşıtlığı dahilinde, öncelikleri farklı halk sınıflarına referans vermekte olduğunu unutmayalım. Ancak, karşısında tam bir açmaz içinde olan ve bu hali ardışık edimleriyle konsolide eden emperyalist güçler vardır. ABD’nin, AB’nin, Türkiye’nin şu Orta Doğu’da içinde debelendikleri hale bakınız. Emperyalist aklın önerdiği her çözümün beklenenden çok önce kullanma zamanı doluyor. İşe yaramaz hale geliyor. İşte en son Mısır’a bakınız. Somut durumun somut analizini yapma yeteneğine sahip olmak yetmez. Somut ve sürdürebilir çözümler de getirmek gerekir.

Kabul edelim, ABD emperyalizmi birincisini başarmakta hâlâ bir cevvaliyete sahiptir. Ancak ikincisini yapabilecek kapasitesi dumura uğramıştır. Her ulvi iddiasını, bu arada, “demokrasi”, “ekonomik refah”, “insan hakları” , “hukuk devleti” iddialarını da her hamlesiyle inkar etmektedir. İşte bu şartlar, halk sınıflarının global çapta inkar edenleri inkar etme olanaklarını güçlendirmektedir.

Demek ki, sınıf mücadelelerini, iç ve dış bağlamı içinde analiz etmeden, “darbe” analizi yanlış olmaktadır. Askeri ve sivil darbeler, burjuva düzeninde, bir çok durumda, siyasal bir düğümlenmişlik haline son verecek bir araç gibi kullanılır. Bu vesileyle, darbelerin sadece askerler tarafından değil, “milli irade” ye dayanan sivil idareler tarafından da yapılabileceğini belirtmek isterim. AKP rejimi, 2007’den itibaren,  öncellikle kuvvetler ayrılığı ilkesini işlemez kılmayı hedefleyen, sivil bir darbe sürecinden çıkmıştır.

Son olarak, darbelerin devrimleri önlemek gibi bir işlevi olabileceği gibi, devrimleri tetiklemek gibi bir işlevi de olabilir. Mısır’da darbenin nedeni devrimi önlemekti; ama sonucu devrimi tetiklemek olabilir.