Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesi, muhtemelen Obama yönetimiyle, kapalı kapılar ardında varılmış bir antlaşmanın sonucudur. Öncelikle ABD-İran antlaşması böyle bir müdahalenin önünü açmıştır. Muhtemelen askeri müdahalenin ilerleyen evrelerinde, siyasal çözümün, belki yeni bir Cenevre sürecinin yolu açılacaktır.
ABD ve Avrupalı müttefikleri Orta Doğu’da dönüp dolaşıp kendilerini vurmuş olan bir çıkmazın içine hapsolduklarını gördüler. Giderek oradaki gelişmeleri kontrol edemediklerini anladılar. ABD’deki demokrasi güçleri ABD’nin neo-con histerinin peşinde boyutları öngörülemez bir savaşa doğru sürüklenmekte olduğunu fark ettiler. Hatta sadece demokrasi güçleri değil, şahinlerle aralarına mesafe koymak isteyen Cumhuriyetçiler de tırstılar.
ABD ve Avrupalı müttefikleri arasında Orta Doğu politikası konusunda gerilimler arttı. İran antlaşması ve Rusya müdahalesi hem Obama yönetimini hem de Avrupalı müttefiklerini belki de bir kez daha ipten almıştır.
Hiç kuşkusuz bu müdahale, emperyalist ittifak içinde aktif ya da pasif bir şekilde yer alan ülkelere mevcut konumlarını gözden geçirmeleri bakımından olanaklar sunuyor. Bu jeo-ekonomi-politik bilek güreşinin kağıtların yeniden karılması gibi bir sonucunun olması beklenmelidir. En azından, ittifaklar konusunda söz konusu ülkelerin manevra alanını, eski soğuk savaş döneminde olduğu gibi, nispeten genişletebilir.
Pekiy bu itirazlar, NATO protestoları, Türkiye’nin Rusya karşıtı çıkışları niye? Elbette Rusya’ya açıkça “çok iyi yapıyorsun, devam et” diyemezler. Ona sürekli sınırlarını hatırlatacaklardır. Bunun için her adımında onun üzerinde baskıyı arttırmak isteyeceklerdir. Bu anlaşılır bir şeydir.
Bundan başka, NATO da tek sesli, su sızdırmaz bir örgüt değildir. Farklı çıkar ve kayguların orada seslendirilmesi beklenmelidir. Kaldı ki, NATO, devasa uluslararası askeri tekellerle iç içe geçmiş olan bir kuruluştur. Esasen neo-con anlayışına sponsor olan iki temel ekonomik güçten birisi petrol tekelleriyse; diğeri, bu askeri sanayi kompleksleri, tekelleridir. Bunların da bir çok durumda yollarının kesiştiklerini biliyoruz.
Daha önce bir çok kez ifade etmiş olduğum gibi, uluslararası finans-kapitalin oligarşik örgütleri arasında ekonomi-politik önceliklerden kaynaklanan fikir ayrılıkları, farklı politik tercihler adına baskılar emperyalist sistemin fıtratında var. Bir örnek olsun, kurucuları arasında eski Naziler’in, faşistlerin bulunduğu Bilderberg adlı emperyalist oligarşik kuruluşun, yakınlarda bir süre İsveç dış işleri bakanlığı da yapmış önde gelen bir üyesi, yakın bir zaman önce, “Avrupa için Rus Ortodoks hıristiyanlığı, İslam fundamentalizminden daha tehlikelidir” mealinde bir açıklama yapmıştı.
Göçler ve olası terör eylemleri nedeniyle kamuoylarının baskısı altındaki Avrupalı ülkeler, en azından, Rusya’nın kendilerine geçici bir süre için de olsa, nefes aldırabileceğini düşünüyorlar. Dikkat edilirse, NATO dışında, özel koşulları nedeniyle vasal TC devleti bir yana bırakılacak olursa, ne ABD’den, ne de Avrupalı müttefiklerinden Rusya’yı hedef alan sert tepkiler duyuluyor. Aksine, mesela Almanya gibi önemli bir müttefik Rusya’nın bu müdahalesine ihtiyaçları olduğunu, en üst düzeyde, açıkça ifade ediyor.
Muhtemelen bu müdahale Irak’ı da belli bir ölçüde kapsamına alacaktır. Hatta Çin’in de müdahaleye destek vermesi beklenebilir. Çin ihtiyacı olan enerjinin büyük bir kısmını İran ve S.Arabistan gibi ülkelerden temin ediyor. Geri kalanını temin ettiği ülkelerin çoğu da bu bölgeyle bağlantılı bir coğrafyada bulunuyorlar. Sadece hammade pazarları değil, Çin’in mamullerini sattığı pazarların önemli bir kısmı da buradadır. Çin, Rusya’yı izler; ona ihtiyacı olduğunu bilir. Ancak kendisi gibi Avrasya bölgesinde bulunan bu ülkenin kendi başına, amiyane tabirle, racon kesecek kadar güçlenmesini de istemez. Onun da kendisine muhtaç olmasını arzular.
Şimdi bir imha savaşına girişmiş olduğu anlaşılan Rusya’ya karşı emperyalist baskılarda Türkiye’nin öne itiliyor olması da anlaşılırdır. Türk ordusu zaten bir kaç yıldan beri cihatçılardan yana olarak bu savaşın aktif olarak içerisindedir. Türkiye emperyalist patronları gibi bir “vekalet savaşı” yürütmüyor. Aktif olarak sahadadır. Söz konusu vekalet savaşının en temel lojistik merkezidir, dayanağıdır. Türkiye olmasaydı, Esad yönetiminin işi hayli kolaylaşırdı. Son dört yıldan beri Türk hükümetinin arkasındaki uluslararası desteğin en önemli nedeni bu Suriye Krizi’dir. Türkiye’deki hükümet son dört yıldan beri sürdürülebilirlik hesaplarını yaparken bu kartın kendisi için ifade ettiği yaşamsal anlamın farkındadır.
Bu krizin bu şekilde sona ermesi, Türkiye ve AKP hükümeti, onun başındaki figürler için telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Bu yüzden hükümet direniyor. Direnirken kışkırtıyor. Kendisini gaz verilmeye açık bir halde tutuyor. Vur denildiğinde öldürme arzusu taşıdığını sorun etrafındaki davranışlarıyla gösteriyor. Bu arada, Türkiye’nin, emperyalist blok ve NATO içindeki oligarşik çıkar grupları tarafından manipüle edilmesi kolay bir devlet haline getirilmiş olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Bugün için Suriye’de sürmekte olan “it dalaşı” nda Türkiye şahin rolündedir. Ancak Batı bloku için bu rolün sınırları olmak gerekir. “Kırmızı noktalar” belirlenmiştir. Türkiye’nin kontrolden çıkması halinde, bu hükümetin mirasçısı olmakla övündüğü geçmişteki DP hükümeti devrinde yaşanana benzer gelişmeler olabilir. Yani Türkiye’nin ipinin çekilmesi zaruretinin hükümet katında sonuçları olabilir. Elbette fatura öncelikle Erdoğan ve Davutoğlu’na çıkar. AKP rejimine bir şey yapmazlar. Tersine, olası bir müdahaleyi o rejimin meşruiyet tazelemesi için kullanabilirler.
Bu konuda güncel bir örnek Mısır’dır. Askeri darbe sonrasında Mübarek rejimi adeta yeniden tadil edildi. Önemli ölçüde yitirmiş olduğu toplumsal meşruiyetini daha güçlü ve bu kez alternatifsiz olarak tazeleme olanağı buldu. Bizden, geçmişten bir örnek, 27 Mayıs Darbesi. Darbeden sonra askeriyenin kurdurduğu bütün hükümetler Menderes’siz, Bayar’sız, ama DP ağırlıklıdır. Ya da bu hükümetlerde, alaşağı edilmiş, darbenin nedeni olarak sunulmuş bir parti olarak DP’nin ağırlığı beklenenden fazladır diyelim. Böylece AP hükümetlerinin önü açılmış, DP rejimi yeni bir ad altında sürdürülmüştür. Bunu DP kadroları ve DP karşıtı resmi muhalefetle işbirliği içinde askeri müdahale mümkün kılmıştır.
İnönü’nün kendisi için de geçerli olması gereken, artık neredeyse bir tekerleme halini almış bir sözü vardır: (Mealen) “Büyük devletlerle işbirliği yapmak fille yatağa girmeye benzer. Sağa da sola dönse altında ezilirsiniz”. Bunun açılımı şudur: Emperyalizme vasal olursanız, onun işbirlikçisi olursanız sizin için ilk dolaysız sonucu depolitizasyon olur. Sizin bütün politika yapma araçlarınızı elinizden alır. Pasifize edilirsiniz. Dahası, politik düşünme yeteneğinizi dumura uğratır. Bugün TC devletinin ve Türkiye’deki dahil bölgesel Kürt siyasetinin başına gelen budur.
Bu saatten sonra ölçeği küçültmeye kalkmak da çare olmayacaktır. Rusya, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Çin gibi oyuncuların sahaya hakim olmaya, en azından, ortak olmaya başladıkları şartlarda, elbette emperyalist blokun temsilcisi olduğu jeo-ekonomi-politik kaygulardan çok farklı jeo-ekonomi-politik kayguların da devrede olacağını öngörmek gerekir.