“İt dalaşı”

Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesi, muhtemelen Obama yönetimiyle, kapalı kapılar ardında varılmış bir antlaşmanın sonucudur. Öncelikle ABD-İran antlaşması böyle bir müdahalenin önünü açmıştır. Muhtemelen askeri müdahalenin ilerleyen evrelerinde, siyasal çözümün, belki yeni bir Cenevre sürecinin yolu açılacaktır.

ABD ve Avrupalı müttefikleri Orta Doğu’da dönüp dolaşıp kendilerini vurmuş olan bir çıkmazın içine hapsolduklarını gördüler. Giderek oradaki gelişmeleri kontrol edemediklerini anladılar. ABD’deki demokrasi güçleri ABD’nin neo-con histerinin peşinde boyutları öngörülemez bir savaşa doğru sürüklenmekte olduğunu fark ettiler. Hatta sadece demokrasi güçleri değil, şahinlerle aralarına mesafe koymak isteyen Cumhuriyetçiler de tırstılar.

ABD ve Avrupalı müttefikleri arasında Orta Doğu politikası konusunda gerilimler arttı. İran antlaşması ve Rusya müdahalesi hem Obama yönetimini hem de Avrupalı müttefiklerini belki de bir kez daha ipten almıştır.

Hiç kuşkusuz bu müdahale, emperyalist ittifak içinde aktif ya da pasif bir şekilde yer alan ülkelere mevcut konumlarını gözden geçirmeleri bakımından olanaklar sunuyor. Bu jeo-ekonomi-politik bilek güreşinin kağıtların yeniden karılması gibi bir sonucunun olması beklenmelidir. En azından, ittifaklar konusunda söz konusu ülkelerin manevra alanını, eski soğuk savaş döneminde olduğu gibi, nispeten genişletebilir.

Pekiy bu itirazlar, NATO protestoları, Türkiye’nin Rusya karşıtı çıkışları niye? Elbette Rusya’ya açıkça “çok iyi yapıyorsun, devam et” diyemezler. Ona sürekli sınırlarını hatırlatacaklardır. Bunun için her adımında onun üzerinde baskıyı arttırmak isteyeceklerdir. Bu anlaşılır bir şeydir.

Bundan başka, NATO da tek sesli, su sızdırmaz bir örgüt değildir. Farklı çıkar ve kayguların orada seslendirilmesi beklenmelidir. Kaldı ki, NATO, devasa uluslararası askeri tekellerle iç içe geçmiş olan bir kuruluştur. Esasen neo-con anlayışına sponsor olan iki temel ekonomik güçten birisi petrol tekelleriyse; diğeri,  bu askeri sanayi kompleksleri, tekelleridir. Bunların da bir çok durumda yollarının kesiştiklerini biliyoruz.

Daha önce bir çok kez ifade etmiş olduğum gibi, uluslararası finans-kapitalin oligarşik örgütleri arasında ekonomi-politik önceliklerden kaynaklanan fikir ayrılıkları, farklı politik tercihler adına baskılar emperyalist sistemin fıtratında var. Bir örnek olsun, kurucuları arasında eski Naziler’in, faşistlerin bulunduğu Bilderberg adlı emperyalist oligarşik kuruluşun, yakınlarda bir süre İsveç dış işleri bakanlığı da yapmış önde gelen bir üyesi, yakın bir zaman önce, “Avrupa için Rus Ortodoks hıristiyanlığı, İslam fundamentalizminden daha tehlikelidir” mealinde bir açıklama yapmıştı.

Göçler ve olası terör eylemleri nedeniyle kamuoylarının baskısı altındaki Avrupalı ülkeler, en azından, Rusya’nın kendilerine geçici bir süre için de olsa, nefes aldırabileceğini düşünüyorlar. Dikkat edilirse, NATO dışında, özel koşulları nedeniyle vasal TC devleti bir yana bırakılacak olursa, ne ABD’den, ne de Avrupalı müttefiklerinden Rusya’yı hedef alan sert tepkiler duyuluyor. Aksine, mesela Almanya gibi önemli bir müttefik Rusya’nın bu müdahalesine ihtiyaçları olduğunu, en üst düzeyde, açıkça ifade ediyor.

Muhtemelen bu müdahale Irak’ı da belli bir ölçüde kapsamına alacaktır. Hatta Çin’in de müdahaleye destek vermesi beklenebilir. Çin ihtiyacı olan enerjinin büyük bir kısmını İran ve S.Arabistan gibi ülkelerden temin ediyor. Geri kalanını temin ettiği ülkelerin çoğu da bu bölgeyle bağlantılı bir coğrafyada bulunuyorlar. Sadece hammade pazarları değil, Çin’in mamullerini sattığı pazarların önemli bir kısmı da buradadır. Çin, Rusya’yı izler; ona ihtiyacı olduğunu bilir. Ancak kendisi gibi Avrasya bölgesinde bulunan bu ülkenin kendi başına, amiyane tabirle, racon kesecek kadar güçlenmesini de istemez. Onun da kendisine muhtaç olmasını arzular.

Şimdi bir imha savaşına girişmiş olduğu anlaşılan Rusya’ya karşı emperyalist baskılarda Türkiye’nin öne itiliyor olması da anlaşılırdır. Türk ordusu zaten bir kaç yıldan beri cihatçılardan yana olarak bu savaşın aktif olarak içerisindedir. Türkiye emperyalist patronları gibi bir “vekalet savaşı” yürütmüyor. Aktif olarak sahadadır. Söz konusu vekalet savaşının en temel lojistik merkezidir, dayanağıdır. Türkiye olmasaydı, Esad yönetiminin işi hayli kolaylaşırdı. Son dört yıldan beri Türk hükümetinin arkasındaki  uluslararası desteğin en önemli nedeni bu Suriye Krizi’dir. Türkiye’deki hükümet son dört yıldan beri sürdürülebilirlik hesaplarını yaparken bu kartın kendisi için ifade ettiği yaşamsal anlamın farkındadır.

Bu krizin bu şekilde sona ermesi, Türkiye ve AKP hükümeti, onun başındaki figürler için telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Bu yüzden hükümet direniyor. Direnirken kışkırtıyor. Kendisini gaz verilmeye açık bir halde tutuyor. Vur denildiğinde öldürme arzusu taşıdığını sorun etrafındaki davranışlarıyla gösteriyor. Bu arada, Türkiye’nin, emperyalist blok ve NATO içindeki oligarşik çıkar grupları tarafından manipüle edilmesi kolay bir devlet haline getirilmiş olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Bugün için Suriye’de sürmekte olan “it dalaşı” nda Türkiye şahin rolündedir. Ancak Batı bloku için bu rolün sınırları olmak gerekir. “Kırmızı noktalar” belirlenmiştir. Türkiye’nin kontrolden çıkması halinde, bu hükümetin mirasçısı olmakla övündüğü geçmişteki DP hükümeti devrinde yaşanana benzer gelişmeler olabilir. Yani Türkiye’nin ipinin çekilmesi zaruretinin   hükümet katında sonuçları olabilir. Elbette fatura öncelikle Erdoğan ve Davutoğlu’na çıkar. AKP rejimine bir şey yapmazlar. Tersine, olası bir müdahaleyi o rejimin meşruiyet tazelemesi için kullanabilirler.

Bu konuda güncel bir örnek Mısır’dır. Askeri darbe sonrasında Mübarek rejimi adeta yeniden tadil edildi. Önemli ölçüde yitirmiş olduğu toplumsal meşruiyetini daha güçlü ve bu kez alternatifsiz olarak tazeleme olanağı buldu. Bizden, geçmişten bir örnek, 27 Mayıs Darbesi. Darbeden sonra askeriyenin kurdurduğu bütün hükümetler Menderes’siz, Bayar’sız, ama DP ağırlıklıdır.  Ya da bu hükümetlerde, alaşağı edilmiş, darbenin nedeni olarak sunulmuş  bir parti olarak DP’nin ağırlığı beklenenden fazladır diyelim. Böylece AP hükümetlerinin önü açılmış, DP rejimi yeni bir ad altında sürdürülmüştür. Bunu DP kadroları ve DP  karşıtı resmi muhalefetle işbirliği içinde askeri müdahale mümkün kılmıştır.

İnönü’nün kendisi için de geçerli olması gereken, artık neredeyse bir tekerleme halini almış bir sözü vardır: (Mealen) “Büyük devletlerle işbirliği yapmak fille yatağa girmeye benzer. Sağa da sola dönse altında ezilirsiniz”. Bunun açılımı şudur: Emperyalizme vasal olursanız, onun işbirlikçisi olursanız sizin için ilk dolaysız sonucu depolitizasyon olur. Sizin bütün politika yapma araçlarınızı elinizden alır. Pasifize edilirsiniz. Dahası, politik düşünme yeteneğinizi dumura uğratır. Bugün TC devletinin ve Türkiye’deki dahil bölgesel Kürt siyasetinin başına gelen budur.

Bu saatten sonra ölçeği küçültmeye kalkmak da çare olmayacaktır. Rusya, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Çin gibi oyuncuların sahaya hakim olmaya, en azından, ortak olmaya başladıkları şartlarda, elbette emperyalist blokun temsilcisi olduğu jeo-ekonomi-politik kaygulardan çok farklı jeo-ekonomi-politik kayguların da devrede olacağını öngörmek gerekir.

Tweetle

“İran sorunu”

Obama yönetiminin İran’la, bu ülkenin  nükleer çalışmalarıyla ilgili olarak varmış olduğu antlaşmanın bu ay içinde ABD’nin ilgili yönetim organlarında onaylanması gerekiyor. Aksi halde, antlaşma geçersiz olacak. Bugün bölgemizde ve ülkemizde artan şiddet, siyasal gerilim, ABD ve İran arasında varılmış olan antlaşmayla yakından alakalıdır. Bunu tespit etmek gerekir.

ABD’de kısaca “neo-con” olarak tabir edilen orta doğucu şahinler, bu antlaşmanın ABD ve müttefiklerinin Orta Doğu’daki etkisini hayli azaltacağını, bölgeyi, İran, Rusya gibi ülkelerin rahatça at oynatacağı bir alan haline getireceğini iddia ediyorlar. Bu antlaşmanın S.Arabistan, Katar, BAE, İsrail gibi ülkelerin güvenliğini tehdit ettiğini söylüyorlar. Sürekli savaş çağrıları yapıyorlar. İran ve Suriye’ye karşı ABD’nin aktif bir savaş siyaseti izlemesini talep ediyorlar.

Arka arkaya İngiliz ve Fransız, Türk parlamentolarından, hükümetlerinden neo-con talepleri doğrultusunda savaş çağrıları yapıldığını duyuyoruz. Bir yandan da provokasyonlar arttırılıyor. Şiddet, göç hareketleri teşvik ediliyor. Göz yumuluyor. Bu antlaşmanın ABD’de görüşüleceği güne kadar da artarak devam etmesi beklenmelidir. Sorunun Esad gitmeden, destekçileri etkisizleştirilmeden çözülemeyeceği algısı dünya kamuoyunda yaratılmak isteniyor. Bu çizgiye yakın emperyalist medya araçları bu amaçla en gözü kara şekillerde kullanılıyor.

Obama sayısal olarak azınlıkta, Cumhuriyetçilerden en az 4-5 oy alması gerekiyor. Aksi halde neo-conların zafer sarhoşluğu bölgeyi ve belki dünyayı  uzun ve çok şiddetli bir savaşın içine sokacak. Rusya bunu öngörerek Suriye’deki tahkimatını, askeri uzman sayısını arttırıyor. Hatta yabancı medyada çıkan haberlere bakılırsa, Suriye ordusunun bazı bölgelerdeki başarısında, ona komuta eden Rus askerlerinin katkısı var.

Şimdi bakınız, S.Arabistan, İsrail, Katar,Türkiye  gibi ülkeler söz konusu antlaşmanın yürürlüğe girmesiyle son 7-8 yılda elde etmiş oldukları siyasal konumları yitireceklerini haklı olarak düşünüyorlar. Esasen iktidarları pamuk ipliğine bağlı petrol monarşileri kendilerine garantiler verilmemiş olduğu için bu antlaşmadan hayli kaygu duyuyorlar. Yoksa, mesela, S.Arabistan gidişattan rahatsız. Rahatsız ki, Rusya ve İran’la diyalog arayışları içerisine giriyor. Yeterli garantiler verilmediği sürece mevcut ortamın sürdürülmesine katkı yapacağını eylemleriyle anlatıyor. Neo-con siyasetini destekliyor. Bugün Türkiye’deki yönetim de en büyük parasal desteği muhtemelen Katar ve S.Arabistan’dan alıyor. Tayyip’in çıkıp, “tehdit IŞİD değil, PKK’dir” demesi bundandır. Yani iktidarlarını yitirme telaşında olanların işbirliği halinde olduklarını tespit edebiliyoruz. Anlaşılır bir şey tabii.

Bu bakımdan bu ay İran’la varılmış antlaşmanın onaylanıp onaylanmaması büyük önem taşımaktadır. Hatta Türkiye’de seçimlerin yapılıp yapılamayacağı da o zaman belli olacaktır dersek, abartmış olmayız. Yani şartlar bir anda değişebilir. Elbette neo-conlar, onların adamı Tayyip sonuna kadar savaş isteyecektir. Vazgeçmeyeceklerdir. Ancak yine de onay halinde, ağır bir darbe almış olacaklardır.

Türkiye’de bugünkü şiddeti emperyalist blok içindeki bu güncel çekişmeyi dikkate almadan analiz edemeyiz. Daha önce defalarca söylemiştim, emperyalizm, emperyalist blok, onun bileşenleri, iktidar blokları, devletleri yekpare bir bütünsellik arz etmiyorlar. Kendi içlerinde, aralarında farklı çıkar önceliklerine referans veren çelişkileri, çatışmaları, en hafif tabirle, görüş ayrılıkları var. Özellikle emperyalizmin saldırılarını arttırmış olduğu momentlerde devlet olgusunu emperyalist sisteminin bütününü göz ardı ederek analiz edemeyiz. Onun içindeki görüş ayrılıkları bütün egemenlik yapılarını,parçalarını kat edecektir. Bunu öngörmek lazımdır. Bu koşullarda, dış dinamik/iç dinamik arasındaki ayrım çizgileri flulaşır, hatta kaybolabilir (1)

Lenin zamanında bu durum henüz rüşeym halindeydi. 2.Savaş’tan sonra ABD hegemonyasının konsolidasyonuyla emperyalist siyasal yapı değişim geçirdi. Mesela İngiliz tipi doğrudan sömürgecilik yerini ABD’nin, “ulusların kaderlerini tayin hakkı” emperyalist mottosuyla dile getirilen yeni-sömürgecilik siyasetine bıraktı. Esasen bu siyaset, ABD emperyalizminin kurucu ilkeleri arasında ta baştan mevcuttu. Britanya İmparatorluğu’yla arasındaki kavganın temel meşrulaştırıcı argümanıydı. Zaten bugünkü “demokrasi, insan hakları” emperyalist ideolojisi de temellerini bu anlayışta bulur(2)

Tweetle

NOTLAR:

1) ABD yönetimi içinde öteden beri var olan “neo-con” ve “Demokrat ” çekişmesi son İran antlaşmasıyla şiddetlenmiştir. Hatta Obama’nın tehdit edildiğine dair haberlere ABD medyasında rastlamaya başladık. Obama’nın Antalya’da savaş gemisinde kalacağını açıklamış olmasını bu gerilimin ışığında düşünmek gerekir.

Bir başka güncel vak’a, bir süre önce John Allen’ın sözde Anti-IŞİD koalisyonun baş koordinatörü yapılmış olmasıdır. Herhalde bu atama Obama yönetimi adına bir taviz olarak görülmek gerekir. General Allen, neo-con kliğin en gözü kara kanadının, yani McCain-Petraeus kanadının has adamıdır. O bu sözde koalisyonun başına geçtikten sonra Suriye, Irak, Türkiye ve Yemen’de şiddet tırmanmış, Batı’ya ya da Kuzey’e doğru insan göçü hız kazanmıştır.

Bu arada, bu göç meselesinin Türk ve Batı medyası tarafından savaş kışkırtıcılığı adına nasıl  istismar edildiğine dair çarpıcı bir örnek,  cesedinin karaya vurduğu iddia edilen küçük yavrucağın -muhtemelen mizansen olan- resminin kullanılma biçimleridir. Benzer şekilde uyuyan  küçük bir çocuk resmini ihtiva eden popüler bir posteri hatırlıyorum. Bu olay vesilesiyle, bir kez daha, kapitalist-emperyalist çürümenin en özsel insani değerleri, duyguları, insani bağları nasıl itibarsızlaştırdığına, pazar metası haline getirdiğine, insanı maddi menfaatler, kariyerist saplantılar adına nasıl insanlıktan çıkardığına  dikkat çekmek isterim.

İnsan göçü yeni bir vak’a değil. Sadece savaştaki ülkelerden de kaynaklanmıyor. Son 4-5 yıl içinde Avrupa’ya doğru arttığı iddia edilen  göçlerin küçük bir bölümünün nedeni savaşlar. Mesela 2011-2014 (dahil) AB ülkelerine göç edenlerin sadece yaklaşık olarak yüzde 20’si Suriyeli. Yaklaşık yüzde 10’u Afganistanlı ve Iraklı. Aslında 1990’ların başından itibaren sosyalist cumhuriyetlerin çözülmesinden sonra AB ülkelerine göç sürekli artmaktadır. Mesela Bulgaristan’ın genç nüfusunun büyük bir kısmı AB ülkelerinde göçmen olarak yaşamaktadır. Göçün asıl nedeni yoksulluktur. AB ülkeleri ve etrafındaki coğrafya arasındaki ekonomik-sosyal eşitsizliklerdir. Bu gerçeği saklamak istiyorlar.Bununla birlikte, geçenlerde internette okudum, bir Alman iş adamının (Ulrich Grillo) açıklamasından bu göçlerden Alman sermaye sınıfının  pek de rahatsız olmadığı anlaşılıyordu. Almanya için ucuz işgücü kaynağı ve talep pazarı olduğunu ima ediliyordu.

Bugün göçler esnasındaki trajik çocuk ölümlerine, bir kaç yıl önce Suriye’de Guta’da islamcı canilerin kimyasal silahlar kullanarak katlettikleri çocukların ölümlerine yüklenmek istenen işlev yüklenmek isteniyor. O zaman da o olay Esad yönetiminin üzerine atılmak istenmiş, böylece Suriye’ye doğrudan askeri müdahalenin meşruiyeti için zemin hazırlanmaya çalışılmıştı. Oysa o olayın planlayıcısı Suudi istihbarat şefi Bender Bush, lojistik desteği temin eden Tayyip Erdoğan’ın başbakan olduğu TC hükümetiydi. Olay ABD yönetiminin bilgisi dahilinde gerçekleştirilmiş, beş yüz civarında çoğu Alevi olmak üzere hıristiyan ve Kürt çocukları katledilmişti.

Son Hakkari vak’ası hazırlanmış bir senaryonun uygulaması olarak görülebilir. O mıntıkada kara yoluyla asker sevkiyatı bana göre bir nevi intihardır. Daha önce de bir kaç kez tecrübe edilmişti sonuçlarını biliyoruz.  GKurmay’ın bunu bilmemesine olanak yoktur. Şiddet planlı bir şekilde teşvik ediliyor. Asker ve sivil kayıpları artıyor. Sokağa çıkma yasakları yayılıyor. Kürt halkı üzerindeki baskılar, terör ağırlaşıyor. Emperyalist güçler bunun için elbette ellerinin altındaki Türk ve Kürt malum siyasal-askeri araçlarını kullanıyorlar.

“Barış süreci”  başlatıldığında bunun PKK liderliğindeki Kürt siyaseti adına harakiri olacağını ifade etmiştim. Bir daha silahlı mücadeleye dönemeyeceklerini, Kürt halkı nazarında meşruiyet bulamayacaklarını ilave etmiştim. Aynı Tayyip Erdoğan ve AKP’si gibi, PKK de kendisini dev aynasında görmüş, sadece kendi ikballerini gözeten iktidarsız Türkiye liberal ve solcularının da katkısıyla gücünü, kapasitesini abartmıştır. Bugün bunu yaşıyoruz. Emperyalizm ve AKP ile dans, “kör kör gözüm parmağına” anlayışı PKK’yi bu noktaya getirmiştir. Emperyalistlerle işbirliğine girdiniz mi, kaçınılmaz olarak sizi depolitize eder. Politikasızlaştırır.  O varken, politika yapmak size düşmez. Bu bakımdan TC devleti de, Kürt siyaseti de aynı dertten muzdariptir.

Öte yandan, bazı komünist arkadaşların önceki seçim kampanyasından beri yükselen şiddetle AKP yönetimi arasında bir çıkar bağı olmadığını düşünmeleri tam bir gaflet durumudur. Hem AKP’nin şiddetten medet umduğunu söyleyip, hem de yükselen şiddetle onun arasında bir çıkar bağı kurmamak büyük bir çelişkidir.

2) Devrimci solcular olarak önemli bir eksiğimiz, ekonomi-politiği tarihsel “politik-ekonomik coğrafya” çerçevesine yerleştirememektir. Bu yanlışın kökleri Karl Marks’a kadar gider. Onun tarih bilgisi kifayetsizdir. Mesela “Şark” hakkındaki bilgileri önemli ölçüde kolonyalist Britanya İmparatorluğu’nun İstanbul büyükelçisi de olan David Urquhart’ın verdiği bilgilere dayanır. Bu zat aşırı bir Rusya aleyhtarıydı. Osmanlı devletini İngiliz çıkarları doğrultusunda Rusya’ya karşı kışkırtmakla meşguldü. Gayet gerici bir adamdı. Parasal sıkıntılarının arttığı bir sırada Marks bir süre onun gazetesinde Şark sorunu hakkında makaleler yazmıştır. Urquhardt’ı öven yazılarını hatırlıyoruz.

AKP rejiminin payandaları

Türkiye bir seçimden bir başkasına doğru koşuyor. Türkiye’nin son yaptığı seçimlerden hemen önce ve seçim kampanyaları esnasında  TC devletinin kontrolünde olduğu izlenimi verecek şekilde  ülkede şiddet tırmandırıldı. Seçimden siyasal istikrar çıkmadı. Bundan sonra da çıkması mümkün değil.

7 Haziran seçimlerinden sonra rejimin bir koalisyon olasılığını geçersiz kılmak ve yeni bir seçim empoze etmek planı doğrultusunda şiddet yeniden, ağırlıklı olarak Türkiye Kürdistan’ı bölgesinde (Ekonominin, mesela, turizmin kalbi olarak görülebilecek batı bölgesinin büyük kentlerinde değil)  arttırıldı. Bu şiddet Kürt siyasetinin katkısı olmaksızın yükseltilemezdi. Seçimlerde AKP’nin istediği sonucun çıkmasıyla terörün bıçakla kesilmiş gibi kesileceği hesapları yapılıyor olmalıdır (Aynen 12 Eylül ve 13 Eylül 1980’de olduğu gibi. Bir gün içinde siyasal şiddet ortamı bakımından “milad” anlamına gelebilecek iki farklı ülke gerçeği görülmüştü).

Daha önce bir çok kez işaret etmiş olduğum gibi, 2013 Haziran’ının öngünlerinde Erdoğan-Öcalan gerici bağlaşması tesis edildi. Bu bağlaşmayı es geçen bir yaklaşım bugünkü siyasal ortamı izah etmekte yetersiz kalır. Bu bağlaşma sürmektedir. Bağlaşmalar her zaman her durumda çatışmasız değildir. Siyasetin, yani çıkar ve hedef  farklılıklarının, siyasal bağlaşmanın olduğu her yerde inişler, çıkışlar, gerilimler öngörülmelidir. Bununla birlikte gerçek olan şudur : AKP rejimi ve Kürt siyaseti arasında bir bağlaşma vardır. Bu bağlaşma olmaksızın her ikisinin de bugünkü var olma koşulları büyük bir darbe alır. Mesela, AKP rejimi yoksa bugünkü Kürt siyaseti de olmayacaktır. Yeni bir formata, içeriğe ihtiyaç olacaktır. Siyasal (nesnel ve öznel) konumlar, mevziler yitirilecektir.

Tabii burada rejim ve Kürt siyaseti arasındaki bağlaşmanın uluslararası emperyalist siyasetin manevraları dışında değerlendirilmesinin mümkün olmadığını söylemeye bile gerek duymuyorum. Bu bağlaşma esas olarak emperyalist siyasetle aynı hizaya gelme adına, emperyalist siyasetin ihtiyaçlardan doğmuştu. Bugün de bu ihtiyaçlar doğrultusunda hareket etmesi beklenmelidir. Şu ana kadar da öyle gidiyor. Bu arada, AKP ve TSK’nın birlikte “vatan savaşı” vermekte olduğunu öne süren emperyalizmin siyasal maşaları da, beklenildiği ve her devirde olduğu gibi,  kendilerine verilen görevi ifa ediyorlar.

Şimdi bir seçim hükümeti kurulmak isteniyor. Bu hükümetin ağırlıklı olarak HDP’nin desteğine dayanacağı anlaşılmaktadır. HDP de zaten dünden heveslidir. Bugün şu artık açık olarak görülmelidir: Kürt ulusal demokratik davasına değil, bugünkü işbirlikçi Kürt siyasetine muhalif bir konum almadan AKP rejimiyle mücadele edilemez. Ona destek vermek AKP rejimine payanda olmak anlamına gelir.

Bugün Kürt ve Türk versiyonlarıyla ulusalcılık, liberalizm, sosyalizm yerine kakalanmak istenen liberteryenizm (1) hep birlikte AKP rejimini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Burjuva siyaseti bir çok vak’ada kendisini paradokslar halinde dışa vurur.Paralaks algılar, illüzyonlar yaratır. İdeoloji toplumsal-ekonomik formasyonlar üzeri bir kavram değildir. Burjuva ideolojisinin bu kadar etkili olması, kolay ikna etmesi bizatihi kapitalizm olgusundan, onun maddi işleyişinden ayrı düşünülemez.

Bu hal bizi aldatmamalıdır. Siyasal oyuncuların sadece çıkış noktalarına değil, olası veya “reel” varış noktalarına, dillerine, ortak paydalarına, metotlarına, en önemlisi iç ve dış sınıfsal dayanaklarına bakmak gerekir. Yoksa, elbette birinin “vatan savunması” olarak ilan ettiğini, ötekisi, “ulusal kurtuluş mücadelesi” olarak yüceltecektir. Ancak böyle demelerine rağmen  her ikisi de AKP rejimine payanda olmaktan öte bir iş yapmış olmuyorlar. Öyle değil mi?

“Seçim, seçim” deniliyor, ama bu şiddet şartlarında bir seçimin nasıl yapılabileceği tartışılmıyor. Neden? Kürt ve Türk ulusalcıları, AKP bu şartları kendi lehlerine sömürebileceklerini düşündükleri için şiddetin gerekli olduğuna inanıyorlar. Timsah gözyaşları döküyorlar. Bu siyaset ortamında yer alan öznelerin tek tek tavır ve kanaatlerine, duygularına bakmak (hep söylüyorum) yeterli olmaz. O öznelerin de içinde yer aldıkları siyasetin pratiğine bakmak gerekir(2) Tek kelimeyle, siyasete bakmak lazımdır. Tabii bir de, seçim sonrasında (elbette açıkça söylemeleri beklenemez)  “istikrar” gökten indiğinde, şiddetin bir günde kesileceğine iman ediyorlar. Şimdi rejimin iç ve dış bağlantılarına bakıp, bu şekilde bir akıl yürütmemin meşru olmadığını iddia edebilir misiniz?

 NOTLAR:

1) Kapitalist sistem tarihsel olarak belli kriz dönemlerinde belli tepkiler, sonuçlar doğuruyor.. Bu bakımdan modern tarihin bir çok  farklı dönemi arasında benzerlikler kurmak mümkün olabiliyor. Mesela, 60’lı yıllarda da ekonomik ve politik bir dünya krizi vardı. SSCB ekonomik olarak gönencini arttırmaktaydı. Bölgesel savaşlar, özellikle L.Amerika, Asya ve Orta Doğu’da iki dünya sistemi arasında yüksek gerilimli ilişkiler söz konusuydu. Batı ekonomilerinde durgunluk baş göstermekteydi. Buna kapitalist sistemin yanıtı global ölçeğini genişleterek parasalcı önlemler almak olmuştu.

Proleter devrimci sosyalizm emperyalizm karşısında mevzi kazanıyordu. Tam bu sırada Batı’da liberteryenizm (“bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışının sol ambalajlı ifadesidir) veya isterseniz “kültürel radikalizm” devrimci proletarya sosyalizmine alternatif, “özgürlükçü demokratik” sosyalizm olarak devreye sokuldu. Marksizm-leninizmin üzerine salındı. Sol liberalizm marksist-leninist hareketi özellikle Batı’da etkisi altına aldı. Hatta yer yer proleterya sosyalizmine dair söylemsel iddialarından soyutlanmış olarak Çin’deki kültür devrimi bu saldırının aracı olarak kullanıldı. Çekoslavakya’da bir renkli devrim gerçekleştirilmek istendi. Yakın geçmişteki “Arap baharı” gibi,  bir “Prag baharı” tasarlandı. Demek ki, emperyalistler bir ülkeye esaret, sefalet kakalayacakları zaman projelerini,   o zamandan beri, “bahar” ambalajı içinde sunuyorlar.

Buna rağmen o zaman estirilen liberal rüzgarlar Avrupa’daki geleneksel marksist-leninist partileri ve tabii bu arada SSCB’yi de etkisi altına almış, Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasıyla bu hal  konsolide edilmişti.

2) HDP’nin siyaseten sefil hali yeni hükümetin kuruluş çalışmaları sırasında bir kez daha ortaya çıktı. Davutoğlu, partiyle görüşmeyeceğini söylüyor, o partiden canı kimi istiyorsa onu bakan atayacağını belirtiyor. Kürt siyaseti yine de “pekiy” diyor. “Barış süreci” nin ne olup olmadığını buradan hareketle de anlamak mümkündür. Kürt siyaseti “barış süreci” nin tarafı olarak zaten ta baştan bu haldeydi. Bugünkü Kürt siyasetinin, onun temel bir bileşeni olan HDP’nin durumunda yani. Bu hükümet kurma çalışmaları bunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.

Nasıl bir birey fizik ve moral olarak düşkün duruma geldiğinde en başından kendisinde, vücudunda, ruhunda taşıdığı aksaklıklar, hastalıklar kendilerini dışa vurursa, benzer şekilde, bir siyaset, bir parti, hatta bir toplum da krize, bunalıma girdiğinde en başından taşıyıcısı olduğu ama belli şartlarda zuhur etmeyen aksaklıklarını, hastalıklarını, zayıflıklarını gözler önüne serer.

Şimdi bazı HDP’liler zevahiri kurtarmak adına bakanlık kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Bu da bir aldatmacıdır. Kendi (“sol”) fonksiyonlarının Kürt siyaseti içinde devam edebilmesi için en azından -ne kadar dar ve nominal olursa olsun- bir “sol” tabanın bulunması gerekiyor. Fazla bir şey söylemeye gerek yok, duvarlara yapıştırılmış, büyük puntolu bir EMEP, hemen bir alt satırına da “oylar HDP’ye” yazılı afiş her şeyi anlatmaya yetiyor. Durum budur. Gerisi görüntüyü kurtarmaya yönelik teferruattır. Bu yeni hükümet güvenoyu alırsa, bir AKP-HDP hükümeti olacaktır. Önemli olan bakanlık sayısı değil, parlamento da onay verenlerin sayısıdır. Evet “barış süreci” devam ediyor. Taşıyıcıları bakımından da emperyalistlerin “devam etsin” dediği noktaya kadar da devam etmesi gerekiyor.

Son olarak, yine bu hükümet kurulması süreci bir şeyi daha bir kez daha doğrulamıştır: Proletarya sosyalizmi etnik ve dinsel farklılıkları ne es geçen ne de öne çıkartan bir anlayışla bağdaşamaz.

Tweetle

“El Kaide” konsepti, emperyalist siyasetin “eski” yenileri

Galeri

Daha önce bir çok kez söylemiş olduğum gibi, iç siyasal gelişmeleri, dış siyasal gelişmelerden, özellikle de ülkemizin içinde yer aldığı uluslararası bağlamın gündeminden ayrı değerlendirmek doğru olmaz. Yeni bir dünya düzeni (1) kurma çabalarının kanlı savaş ve iç savaşlara neden … Okumaya devam et

Tekrar askeriye meselesi

Galeri

Bu yazıda “askeri vesayet” hakkında üç örnek vak’adan söz edeceğim. Bu yazıyı esinleyen, geçenlerde youtube’de izlediğim bir grup Amerikalı sol liberal aydının tartışması oldu. O tartışmada yer alan aydınların hemen hepsi, “ne işimiz var Afganistan’da, niye Amerikan halkının refahını temin … Okumaya devam et

Global bakış

Galeri

Tarihin belli momentlerinde “dış dinamikler” iç dinamiklerin hareketleri üzerinde belirleyici bir role sahip olabiliyorlar. Modern zamanlarda, finans-kapitalin hakimiyeti altında dış dinamikler, A.Smith’in ideolojik metaforuna başvuracak olursak,  bir “görünmez el” işleviyle iç gelişmeleri, değişimleri yönlendirebiliyorlar. Emperyalist hegemonik gücün düşüşe geçtiği koşullarda … Okumaya devam et

HEBDO katliamı sonrası değerlendirmeler

Galeri

Charlie Hebdo katliamı sonrasında kimi sol çevrelerde, artık ABD’nin islamcı terörü beslemeyeceği, desteklemeyeceği, hatta islamcıların defterini düreceği yolunda bazen açık kimi zaman örtük şekillerde dile getirilen bir iyimser beklenti oluştuğu görülüyor. Bu beklentiye AKP hükümetinin deliğe süpürüleceği ihtimali de eşlik … Okumaya devam et

Emperyalizm ve “İslamofobi”

Galeri

Paris’teki kolkola yürüyüşün fotografisi aslında emperyalist siyasetin fotografisidir. Bu fotograf çok anlamlıdır, tarihsel bir belge niteliği taşımaktadır. Fotografide emperyalist siyasetin, cinayetlerin sorumluluları el ele, kolkola, omuz omuza bir görüntü veriyorlar. Bizde bazı yazarlar bu fotografide çelişkiler buldular. Özellikle bizim başbakanın … Okumaya devam et

Emperyalizm uzlaşmaktan teslimiyeti anlar

Galeri

Günümüz ülkelerinin jeo-ekonomi-politik konumu bugün oluşmamıştır. Tarihsel bir süreç içinde, toplumsal, çevresel iç ve dış siyasal mücadelelerin sonucu olarak şekillenmiştir. Ülkelerin toplumsal formasyonları, kültürel yapıları zaman içinde dönüşümler geçirse de, jeo-ekonomi-politik  konumları, kayguları, öncelikleri yeni koşullarda, yeni görünümler altında devam … Okumaya devam et

Haziran’dan Ekim’e…

Galeri

Haziran 2013’de, Türkiye’nin bir çok ilinde, bölgesinde, “hükümet istifa” şiarı altında süren halk ayaklanmalarına Kürt vilayetlerinden ve Kürt siyasal gruplarından açık bir destek gelmemiş, dahası, ayaklananların hükümetin istifasını talep etmelerine  yine bu Kürt siyasal çevreler tarafından karşı çıkılmıştı. Kürt siyaseti bir … Okumaya devam et