Erdoğan sonuna kadar gitmek zorunda

Öncelikle olgulara adlarıyla hitap etmek gerekiyor.

Kapitalizmin içsel dinamiklerinden kaynaklanan düşük ücret kapitalizmi ve onu sürdürebilmek için ihtiyaç duyulan  gözetim devleti 90’lı yıllarda, iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi, eski sosyalist ülkelerin ve onlara yakın çoğu 3.Dünya ülkesinin yağmalanarak kapitalist sisteme entegre edilmesi, büyük bilimsel-teknolojik ilerlemeler, toplumsal politikaların devre dışı bırakılması, emek gücünün demokratik  haklarının budanması vb gibi gelişmeler sayesinde global çapta işler kılınabildi. Bugün bu dinamiğin işlediği hemen her yerde bir yönetim ve meşruiyet krizi olduğu vakadır.

Bu yönetememe halinin artık olağan devlet biçimlerinin sunduğu araçlarla üstesinden gelinemediği de bir vakadır. Yeni yüksek teknolojik olanaklarla takviye edilmiş gözetim devleti yetersiz kalınca giderek yaygınlaşan bir siyasal eğilim olarak sınıfsal içeriği itibariyle klasik faşizmlerden farklı olmayan ama devlet biçimi bağlamında farklı, “popülist” ya da “neo-faşist” olarak ifade edilebilecek  rejimler ortaya çıkmıştır. Çıkmaktadır.

Bu rejimler liberal demokratik devlet biçimini, yani anayasal formu, güçler ayrılığı ilkesini, özerk anayasal kurumları, yerel ve ulusal parlamentoları, demokratik hakları, klasik faşizm örneklerinde olduğu gibi (mesela, Nazi Almayası, Mussolini İtalyası, Franko İspanyası, Salazar Portekiz’i, ve bir çok başka L.Amerika ve Doğu Asya faşizmleri, bizde 12 Mart ve 12 Eylül dönemi) ortadan kaldırmıyor, veyahut  belli veya belirsiz bir süre için askıya almıyorlar.

“Popülist” veya “neofaşist” rejimler, liberal devletin formel yapısını tasfiye etmiyorlar. Tersine, içlerini, içeriklerini boşaltarak muhafaza ediyorlar. Anayasal demokratik hakları, olanak bulduklarında kısıtlasalar da, fazla dert edinmiyorlar. Hukuksal yorumlar ve/veya “olağanüstü koşullar ” gerekçesiyle uygulamıyorlar.

Liberal devlet, tanım itibariyle kamucu cumhuriyet formu kurumlarıyla birlikte şeklen varlıklarını sürdürüyorlar, ancak içleri boşaltılmış olarak.

Emperyalist hegemonya sisteminin sönmeye yüz tuttuğu günümüz koşullarında, 90’lı yıllardan itibaren yerleşen düşük ücret kapitalizmi ve gözetim devleti faşist bir karakter kazanarak globalleşiyor.

Türkiye’de bugünkü rejim, sözünü ettiğim anlamda, “popülist” veya “neofaşist”tir. Bunun adını net olarak koyalım. Faşizm tespiti, esas olarak,  onun brütalizminden, ideolojik söyleminden ya da estetiğinden hareketle yapılamaz.

Emperyalist sermayenin girdiği çok boyutlu kriz koşullarında (bugün bu artık bir hegemonya krizi görünümündedir), olağan liberal devlet biçimiyle yönetmesi olanaklı değildir. Ancak onu bu aşamada topyekun tasfiye etmek de ussal değildir. Halk sınıflarıyla faşist devlet arasında, yönetici sınıfın kendi içinde, devlette ve devletin yer aldığı dış bağlamında kurulu suni dengenin bozulmasına katkı yapabileceği için siyaseten riskli, maliyetlidir.

Bu noktada devlet, bilimsel-teknolojik ilerlemelerin en çok ivme kazandığı, herkesin kolaylıkla sahip ve dahil olabildiği, bilişsel ve iletişimsel araç ve platformları kontrol edip, kullanarak,  bu arada,  şaibeli oylama yöntemlerine de sık sık başvurarak,  sanal bir liberal demokratik ortam yaratıyor.

Türkiye’deki bu popülist devletin siyasal sınıfsal içeriği faşizmdir. Önce bunu görelim. Bu koşullarda, onun içini boşaltmış olduğu kurum ve kurallardan medet ummak onun meşrulaştırılması anlamına gelecektir.

Bu devleti çekip çevirenlerin “varmış” gibi davranması karşısında bizim de aynı şekilde “varmış” gibi hareket etmemiz, demokratik çıkışımızı iyice güçleştirir.

Anayasa Mahkemesi’nin AKP’li başkanı bile Erdoğan’ın bir çok kararname ve uygulamasının anayasal geçerliliğinin olmadığını açıkça ilan etmiştir. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” referandumu, anayasal darbedir. Yok hükmündedir. Erdoğan ve rejimi gayrimeşrudur.

Erdoğan’ın yarattığı sanal ortamın ya da koşulların girdabına kapılarak, hiçbir siyasal demokratik kazanım elde edilemez. Tam tersi gerçekleşir. Doğru siyaset onu ve rejimini inkâr etmek, dışında kalarak cepheden karşılamak, taarruz etmektir. Yoksa, o sizi içinizden kat etme olanaklarına erişir. İçerden nötralize eder, izole eder, böler.

Örnek olsun diye Kürt siyasetiyle yapılan şu son “antlaşma” ya bakalım. Antlaşmanın bir tarafı sık sık antlaşmanın koşullarının olmadığını, kayıtsız- koşulsuz olduğunu; diğer taraf,  antlaşmanın içeriğini kavrayamadığını beyan ediyor. Koşulları olmayan bir antlaşma olur mu? O zaman antlaşma olmaz. (1)

Onun stratejik aklı karşısına stratejik bir akılla çıkmak elzemdir. Stratejik düşünmemiz lazım. O sizi sürekli gayri meşrulaştırmaya çalışıyor. Siz ise onun size dayattığı oyunu ve araçlarını benimseyip, onun hep meşru zeminde görünmesine katkı yapıyorsunuz. Oysa, onu gayri meşrulaştırmanız gerekiyor.

Öte yandan, şu iyimser TÜSİAD muhabbetlerini de bırakmak lazım. Özellikle de bugünkü hegemonik kriz koşullarında, bu krizin aşılmasına yararı olmayacak, tersine zararı olacak hiçbir girişim, hiçbir siyasal talep emperyalist hegemonik akıl tarafından kaale alınmaz.

Emperyalistlerarası çıkar çatışmaları, emperyalistlerarası savaşlar neden var, neden vardı? Bugün ABD hegemonyası, NATO’nun, Avrupa’nın üzerini çizebileceğini ima ediyor. Vasallarını tehdit ediyor. Ayak bağı olursa, TÜSİAD’a mı takılacak? Aslolan, genel olarak sistemin çıkarlarıdır. Sonra, geçmişte faşizmler sermaye sınıfının ayak bağı olan fraksiyonlarının üzerlerini çizmediler mi?

Erdoğan bütün bu son hamlelerini ABD’nin belki tam olarak onayı olmasa da, bilgisi dahilinde yapmıştır. Bundan kuşku duymamak gerekir. Erdoğan’a ayar vermek için yaptırılan 15 Temmuz darbesini, ne “demokratik” ABD ve ne de “demokratik” Avrupa kınamışlardı. Bugün, İmamoğlu’na yapılan da görmezden geliniyor.

Eğer sokaklar  kararlı davranırsa ve  giriştiği işi sürdürmekten başka seçeneği olmayan Erdoğan kontrolü sağlayamazsa, hiç kuşkunuz olmasın, üzeri çizilecektir.

Esad diyordu ki:  “ABD’nin dostları olmaz, uyduları olur”. Vaktiyle, Kissinger bu gerçeği daha veciz bir şekilde dile getirmişti: Amerika’nın düşmanı olmak tehlikelidir; ama onun dostu  olmak da ölümcüldür”.

Özcesi, biraz gecikmiş Erdoğan’ın  ayakta durmak için hamlesini sürdürmesi gerekiyor.

Direnişe gelince, kararlı bir önderlik altında, rejimin  malum meşruiyet ağına takılmadığında başarıya ulaşabilir.  Yine de, muhalefet Erdoğan karşında çok değerli bir olanak elde etmiştir.

NOTLAR:

1) İmamoğlu’na ve CHP’ye yönelik operasyonun öncesinde yeni Kürt açılımı denilen sürecin başlatılmış olması tesadüf değildir. Böylece kendi özel gündemlerine odaklanmış Kürtlerin muhalif potansiyelinin bu operasyon dolayısıyla oluşacak toplumsal tepkilerden izole edilmesi olanaklı olabilecekti.

Benzer bir gelişme Gezi sırasında da gerçekleşmişti. Bu son olaya Kürt siyasetinin vereceği tepkinin  kararlılığı Kürt siyasetinin demokratikleşme mücadelesindeki samimiyetinin de test edilmesi anlamına gelecektir.