Harpal Brar yoldaşın (1939-2025) değerli anısına
Daha önce bir çok kez yazdım, CHP, AKP rejiminin sürdürülmesi için gerekli bir “muhalefet” partisidir. CHP olmadan bu rejim inşa edilemezdi. CHP’ye dayanmadan bu düzenin sürdürülmesi olanaklı değildi., Halen de değildir. Dahası, hem AKP-MHP’nin hem CHP’nin ipleri aynı emperyalist güçlerin ve onların işbirlikçilerinin ellerindedir.
CHP’nin bir önceki başkanı partinin başına AKP rejiminin bir operasyonuyla atanmış, 13 yıl orada tutulmuş, bu süre içinde rejimin konsolidasyonu temin edilebilmişti. Bu kadar yıl boyunca sürekli genişleyen halk sınıflarının muhalif tepkilerini artık mevcut CHP’nin etkisizleştirmesinin olanaklı olamayacağı görülünce, aynı düzen güçleri, partinin başına muhalif kitleler nazarında partinin inandırıcılığını yeniden sağlayacak Kılıçdaroğlu modelinde bir başka figürü buldular. Atadılar.
Hatırlanacaktır, CHP’de cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası başlayan liderlik tartışmaları sırasında, Bahçeli çıkıp, “ya sınıf arkadaşım (Kılıçdaroğlu) ya da bizim Manisalı (Özel) başkan olsun” mealinde bir açıklama yapmıştı.
Aynı Bahçeli, Özel ile bir karşılaşmasında, “sizin aleyhinizde siyaseten yaptığımız eleştirilere üzülmüyorsunuz değil mi” mealinde bir şey söylemişti. Yani, bu bir tiyatrodur. İki taraf da birbirlerine muhaliflermiş gibi davranıyorlar. Aslında her ikisinin de temel kaygusu bu rejimin devam etmesidir. Hepimize halen bu oyunu izlettiriyorlar.
CHP’nin başındaki kişinin bu rolünü hakkını vererek oynadığını kabul etmeliyiz. Yırtınıyor. Aşağıdan gelen muhalif basıncın etkisiyle, oraya buraya koşturuyor, bağırıp çağırıyor, atıp tutuyor. Bir yandan aşağıdan bastıran muhalif enerji ve diğer yandan hizmet ettiği rejimin devamı bakımından yerine getirmekle yükümlü olduğu görevler… Bazen bunaltısı yüz ifadelerine yansıyor.
Muhalif enerji İmamoğlu’na doğru yönelince, rejimin paniği arttı. Zaten İmamoğlu epeydir rejimin radarındaydı. Kişisel hırsları var, siyasal bilgi ve deneyimi yetersiz. Ne yapacağına karar veremiyor. İktidarı istiyor, rejimin üzerine daha fazla geldiğini ve geleceğini de görüyor, ama ne yapması gerektiğini tam olarak kestiremiyor.
Tam bu sırada, bir yandan Erdoğan’ın kendisine yönelik tehditleri artıyor, diğer yandan, Bahçeli, “CHP’yi bırak, madem istiyorsun, partisiz karşımıza çık” diyerek tahrik etmeye çalışıyor.
Bahçeli aslında CHP bizim kontrolümüzde, orada kalarak siyaseten var olamazsın, karşımıza çıkmana izin vermeyiz” demeye getiriyor. Bunalan Özel’e soluk aldırmak istiyor.
AKP rejimi kendi özel, etnik gündemine kapanmış, hiçbir zaman “Türkiye partisi” olamamış ve olamayacak olan “bundist” DEM’i de yanına çekerek giderek artan muhalif enerjiyi bertaraf etmeye çalışıyor. Faşist Özdağ’ı etkisizleştirmek de bu çabanın bir başka görünümü.
Rejim bugüne kadar bu söz konusu enerjiyi bu “muhalif” kanallar (CHP, DEM) üzerinden etkisizleştirdi. Ancak bu başarısını bugün tekrar etmesi zor görünüyor.
Sokak bir çıkış beklentisi içinde. Sokak arıyor. Gezi’de olduğu gibi, kendiliğinden “kitle grevleri” görülebilir. Bu halde, bu kendiliğinden patlamaları yönlendirecek bir Öncüye ihtiyaç var.
Lenin’i, “Nereden Başlamalı” yı, “Ne Yapmalı” yı rehber edinmemiz gerekiyor.
Lenin hiç bir zaman kitleyi, halkı örgütlemeyi dert edinmedi. Lenin’in derdi kitleyi değil, Öncü’yü örgütlemekti. Yani örgütçüleri örgütlemekti. Rusya gibi halk sınıflarının, işçi sınıfının örgütlülük düzeyinin düşük olduğu yerde, kendiliğinden “kitle grevleri” kaçınılmazdı. Nitekim, “1905” ilk işaretiydi. Öncü öyle zamanlar için hazır olmalıydı.
DEM, AKP’nin “çift yumurta” ikizidir. CHP payandasıdır.
CHP’nin, bu arada eski başkanının da, görevi İmamoğlu’nu etkisizleştirmek, muhalif basıncın gazını alarak, top çevirmeye devam etmektir.
Bu tiyatroyu izlemeye daha ne kadar tahammül edeceğiz?