“Bu iş bitti; yandık bittik”

En büyük karşı-devrimci güç, karamsarlık ve onun yol verdiği umutsuzluktur. Şimdi bazı sol ya da sol olarak bilinen çevrelerde, Suriye’nin düşmesinden sonra “artık emperyalizm, Amerika ve İsrail kazandı, bitti bu iş, zaten Rusya, Çin ve İran da ihanet ettiler, olacağı buydu, bunlara güvenilmemeliydi, tüh…” mealinde tepkiler dikkat çekiyor.

Bunları seslendirenler aramızdaki zayıflar, en kırılgan olan tiplerdir. Bunları kendimizden uzaklaştırmalıyız. Bunlar yenilgiciler, bizleri de “yenilgi” ye ikna etmeye çalışan haşerelerdir.

SSCB çöktükten sonra emperyalistler dünyaya hakim olacaklarına inanmışlardı. Ordularını, cihatçı sürülerini oradan oraya sevk ettiler. Olmadı. İleri atıldılar, geri püskürtüldüler. Üstelik hemen her şey lehlerine dönmüş olduğu bir zamanda. Olmadı. Yine olmayacak!

Son 15 yılda, ABD’nin başını çektiği emperyalistler ve onlara direnen, meydan okuyan güçler arasında açık bir yıpratma savaşı var. Siyasal, ekonomik, kültürel, yer yer askeri bir yıpratma savaşı.

Henüz rakip güçler doğrudan askeri bir hesaplaşmadan, sonucu belirleyecek, dolaysız bir nihai vuruşmadan kaçınıyorlar. Özellikle de, emperyalistlerin bütün tahriklerine rağmen direniş güçleri henüz, kaçınılmaz olduğu görülen, böyle bir tayin edici karşılaşmadan olanaklı olduğu kadar uzak durmaya çalışıyorlar. Bunu yaparlarken, kendi yaşamsal, varoluşsal coğrafyalarında tahkimatı sürdürüyorlar. Düşmanı kendi coğrafyalarında karşılamayı düşünüyorlar. Bu hesapla, Suriye’yi ciddi bir direniş göstermeden terk ettiler(1).

“Çok-kutuplu dünya düzeni” nin sözcüsü olan rakip güçler, şimdilik, ekonomik, diplomatik, ideolojik mücadeleye ağırlık veriyorlar. Aktif bir savunma konumunda kalmayı tercih ediyorlar. Bu bakımdan, kendi stratejik planlarında Suriye’nin hesabını çok önceden yapmış olabilirler. Suriye direnişi 13 yıl onlara hem mevzi hem de zaman kazandırdı. Burası çok açık. Mevcut koşullarda, artık eski önceliğini taşımadığı düşünülmüş olabilir (2)

ABD barış istemiyor, barışın sönüşünün hızlanması anlamına geldiğini çok iyi biliyor. Tahrik ediyor, saldırıyor. Saldıracak. Anglo-Amerikan hegemonyası ekonomik olarak, siyasal ve ideolojik olarak sürekli geriliyor. Bu gidişi artık tersine çevirmesi olanaklı değil. O halde, rakip olarak yükselenleri engellemek zorundadır. Bunu da olağan araçlarla yapabilecek kapasitesi artık yok.

Nasıl emperyalizm, kapitalizmin ihtiyacından doğuyorsa, savaş da emperyalizmin ihtiyacı. Emperyalistler hazırlıklı, donanımlı. Emperyalizm düzen demektir. Ne olursa olsun, düzen, düzen olduğu için görece avantajlıdır. Bunu hep akılda tutmak ve hesapsız özgüvenden kaçınmak gerekir.

Yıpratma savaşı, diğer savaşlar gibi, taktik ileri atılmalar, taktik geri çekilmeler, denge durumlarıyla kat edilirler. Bu halleri stratejik, tayin edici mücadelelerle karıştırmamak gerekir. Oraya daha var.

Doğrudur, Suriye’de düşman taktik bir başarı elde etti. Ancak taktik başarılar, stratejik zaferlerle taçlandırılmadıkça, biraz sonra anlamlarını yitirirler. Hatta bazen bumeranga dönüşebilirler. Dediğim gibi, bu ekonomi-politik-kültürel boyutlarıyla bir yıpratma savaşıdır. Örneğin, bugün ABD’nin dünya nüfusunun hemen hemen üçte birine sahip olan 40’tan fazla ülkeye karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlar bu yıpratma taktiğinin ekonomik alandaki görünümüdür.

Suriye’nin düşmesi, meydan okuyan rakip güçlerin mücadelede kendilerine avantaj sağlayan jeopolitik bir mevziyi yitirmeleri anlamına geliyor. Feda etmeyi göze almadan yıpratma savaşı verilemez. Savaşın bütününü kazanmak için, son gülen olmak için bu tür kayıpları öngörmek gerekir. Tekrar olsun, Suriye stratejik değil, taktik bir kayıptır.

İkinci Dünya Savaşı’nı, özellikle, Stalingrad’ı ve Kursk’u düşünün. Bu ikisine gelinceye kadar feda edilenleri düşünün. Birincisi, savaşın dönüm noktası; ikincisi, düşman için artık kaçınılmaz hale getirilmiş sonun başlancıydı.

Diyalektik düşüneceğiz. Ukrayna savaşının öncesinde, emperyalistler hem Ukrayna’yı hem Rusya’yı tahrik ettiler. ABD ve İngiltere’nin diğer Avrupalı emperyalistlere göre farklı bir gündemleri vardı. Halen var. Brexit bunun ilk işaretiydi. Önce Avrupa’yı terk ettiler (3) Zaten Almanya’yı ta kuruluşundan beri bir tür koloni olarak dizayn etmişlerdi. Tıpkı, Uzak Asya’daki Japonya ve G.Kore gibi.

Anglo-Amerikanlar bilinçli olarak bugün Avrupa ve onun (en stratejik hammadelerinin önemli bir kısmını temin ettiği) yakın coğrafyası Batı Asya’yı kaosa soktular. Biraz ileride sıra Doğu Asya’ya da gelecek. “Güney Çin Denizi sorunu” sürekli ısıtılıyor.

Ukrayna’ da daha savaşın epey öncesinde, Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar başladı. Bu ülkenin siyasal ve askeri olarak kuşatılması hızlandırıldı. Ukrayna’nın yığınağı arttırıldı. İçeride siyasal tasfiyeler gerçekleştirildi. Avrupa’nın entelektüel ve kültürel olarak hazırlanması sağlandı.

Hiç kuşkusuz, bütün bu emperyalist hamleler emperyalizm adına kazanımlar anlamına geliyordu. Yıpratma savaşının taktik kazanımları.

Savaş başladı. Rusya başlangıçta savaş alanında fahiş yanlışlar yaptı. Kararsızlıklar gösterdi. Bu savaşta ulaşmak istediği hedeflerini tam olarak tanımlayamadı. Ukrayna’yı değil, onun arkasındaki düşmanın kararlılığını ve olanaklarını gerçekçi biçimde ölçüp biçemedi. Dolayısıyla, öngörmediği önemli kayıplar verdi. Medyanın ve enformasyonun önemini, gücünü layıkıyla kavrayamadı. En önemlisi, bütün bunların yaratılmasında etkili olan ahmakça bir özgüvenle işe başladı. (4)

Sonra görece toparlandı. Askeri başarılar elde etti. Diplomatik sahada avantajlar elde etti. Kültürel olarak kendisini görece daha başarılı bir şekilde ifade etmeye başladı.

Bu arada, emperyalistler, özellikle de onun uyduları gibi hareket eden Avrupa’daki müttefikleri için şoke edici olan, Rusya’nın, beklendiği gibi, hızlı bir ekonomik yıkıma uğramayıp, tersine, kendilerinin bu bakımdan giderek derinleşme eğilimi gösteren bir krizin içine batmalarıydı.

Mesela, “Rubleyi çökerteceğiz” dediler Ruble değer kazandı. Kendi ekonomileri daraldı. İktisadi büyüme beklentileri dramatik olarak gerçekleşmedi. Rusya’nın ana gelir kaynağı olan petrol ve gaz fiyatları beklendiği gibi düşmedi. Üstelik, mücadelenin karşı tarafında yer alan S.Arabistan gibi bir çok petrol ve gaz tedarikçisi ülke Rusya ile çıkarlarının uyuştuğunu idrak ettiler. Rusya ve OPEC arasında, hiç olmadığı kadar, bir yakınlaşma gerçekleşti.

Çin, Rusya ve İran arasındaki ekonomi-politik dayanışma güçlendi. Rusya ekonomisini yeniden yapılandırarak güçlendirmek için önemli programları uygulamaya koydu. Özcesi, şu ana kadar Rus ekonomisi, emperyalistlerin beklentisinin tersine, görece daha sağlıklı halde.

Yani Ukrayna krizi, Rusya ekonomisinden çok, Avrupa’nın ekonomisinin krize girmesini temin etti. Emperyalizmin başarılı gibi görünen yıpratma taktiği döndü kendisini vurdu. O kadar öyle ki, bu sorun etrafında, emperyalistler arasında halen anlamlı bir çatışma doğurmamış olan çelişkilerin, çatışma yaratacak kıvama ulaştığı görülüyor. Trump’ın izleyeceği Ukrayna politikasının bunu netleştirmesi beklenmelidir.(5)

Marksist-leninist yöntemle, tabloyu genel olarak görmek ve değerlendirmek gerekir.

Şimdi, Batı Asya’da da, daha önce de bize söylenmiş olduğu gibi, “bir koyup üç almak” mümkün olamayacak. ABD ve İsrail, buradaki kazanımlarını tahkim etmek için İran’a yönelecekler. Beklenti bu. İran, Suriye değil. İran, öyle uzaktan fırlatılan füzelerle de alt edilebilecek bir ülke değil. İran’la doğrudan savaşmak gerekecek. ABD ve İsrail bunu göze alabilirler mi? Çok daha geniş bir ittifakla direnmeyen Saddam’ın Irak’ını fethetmek ABD’ye neye mal olmuştu?

Ha, öyleyse, İran’ı içerden fethetmeyi düşünecekler. Belki dışarıdan fırlatılacak gerginlik füzeleriyle, suikast ve sabotajlarla bu hedeflerine ulaşmayı planlıyorlar. Henüz bilmiyoruz. Ama İran gibi kritik bir ülkenin, emperyalistlerin saplantıları, günü kurtarma hesapları yüzünden, meydan okuyan rakip Çin ve Rusya’nın yanına sürüklendiğini biliyoruz.

Eğer İran, Rusya ve Çin ile ittifakını somut adımlarla güçlendirmeyi sürdürürse, içeride ve dışarda, İran’ı yenmek çok zor olur. Bu bakımdan, İran yönetici sınıfının siyasal davranışı önem kazanıyor.

Yalnız, şunu da hatırlatayım, İsrail ne Gazze ne de Güney Lübnan savaşlarını kazanabildi. O kadar ki, Suriye’yi onlardan daha kolay lokma olarak gördü. Göreceğiz, ABD bu saldırgan hali giderek daha da kötüleşecek olan İsrail’i daha fazla taşımak istemeyecektir.

Öte yandan, bölgede siyonizmle işbirliği yapan gerici Arap devletleri şu an orada oluşmuş durumdan memnun değiller. İsrail’in, Türkiye’nin, yanı sıra ABD’nin yarattığı ve finanse ettiği Kürt hareketinin bölgede mevzi kazanmalarının, şimdilik sessiz kalan, Arap devletlerini çok rahatsız ettiğini görmek gerekir. Özellikle de bölge Arap halklarını. Emperyalizmin bu” yeni fetih” hamlesi Arap milliyetçiliğini harekete geçirecektir. Arap direnişinin yükseldiğine de tanık olacağız.

Artık Sykes-Picot, Balfour Deklarasyonu konjonktüründe değiliz. Köprülerin altından çok sular aktı. Panik halinde gözlerini karartmış emperyalistler bunu görecek halde değiller.

NOTLAR

1) Mücadele eden rakip devletlerin jeopolitik, jeo-stratejik anlayışları tarihsel olarak oluşmuştur. Bugünkü Anglo-Amerikan emperyalizmi hegemonya için açık denizlerin kontrolünü olmazsa olmaz olarak görür. Karalar denizlere göre anlamlandırılır. Rusya ve Çin ise tarihsel olarak dünya çapında hegemonik eğilimlere sahip olmadıklarından, denizlerin uzağında, karalardaki konumlarını tahkim etmek isterler.

Halen bu iki ülke, ama özellikle Çin, bu kadim anlayıştan kurtulmaya çalışıyor. İkisi de bu kadim anlayışın yenilgilerinde oynadıkları önemli rolün farkında görünüyorlar. Çin’in giderek genişleyen deniz ticaret filosu, onun bu yolda epey bir mesafe kat ettiğini gösteriyor. Yalnız, tabii, askeri filolar olmaksızın ticari filoların güven içinde seyri seferini temin etmek olanaklı değildir.

Söz konusu bu iki farklı anlayış, onların mücadeledeki öncelik ve tercihlerini de belirliyor. Rusya için Ukrayna (batısını dahil etmiyorum) feda edilemez, varoluşsal bir yaşam alanıdır. Dolaysız coğrafyası olarak tanımladığı bir yerdir. Suriye için aynı şey söylenemezdi. Hatta daha ileri giderek, “Suriye’nin Rusya için Ukrayna yanında zerre kadar kıymeti yoktur” dersem, abartmış olmam. Bu bağlamda, Kırım, Sivastopol üssü, Tartus Üssü’nden daha önemlidir.

Amerika içinse, Washinton’un, New York’un, kısacası, Wall Street’in güvenliği Japonya’dan, G.Kore’den, Türkiye’den, Almanya’dan, Polonya’dan, İsrail’den başlar. Amerikan jeopolitik aklı, eğer elinde hem Kırım hem de Tartus varsa, bu ikisini birlikte düşünür. Birini öbürüne feda edilecek üs olarak düşünmez. İkisini aralarındaki (kopartılmaması gereken) bağlantılarıyla tasavvur eder. Anlamlandırır.

2) Rusya, Tartus ve Hmeimim üslerini kaybedeceğini öngörüyor. Zaten ABD’nin Suriye’ye saldırısının temel nedenlerinden birisi, onu bu üslerden çıkarmaktı. ABD hem Rusya’yı hem de Çin’i karaya itmek istiyor. Bunun Rusya’nın bilmemesi olanaklı değil. Rusya medyasında bu iki üssün Libya’ya taşınması için temasların sürdüğüne dair haberler, yorumlar okudum.

3) Değerli marksist-leninist iktisatçı Prof. Prabhat Patnaik bu yakınlardaki bir konuşmasında, Lenin’in emperyalizm kuramında yer alan “emperyalistlerarası çatışmanın kaçınılmazlığı” na dair saptamanın neoliberal devirde anlamının kalmadığını, artık uluslararası (globalist) sermayenin akışkanlığı içinde her engeli aştığını, çatışma halini gereksiz kıldığını söylüyor. Kesin olarak yanlış. Hayat tam tersini doğruluyor. Geçmişi bırakalım, en son Suriye’ye karşı yapılan saldırıya bakalım.

Tersine, neoliberal geç döneminde emperyalizm arkaik kolonyal eğilimlerini yeniden canlandırdı. Fiili askeri işgallere girişti. Benzer bir anlayış, bu kadar bariz olmasa da, Samir Amin’de de vardı. Asıl söylemek istediklerini anlıyorum ama kavramsallaştırma biçimleri, veyahut ifade biçimleri yanlış. Emperyalizm kavramını hegemonya kavramıyla birlikte düşünmüyorlar. Emperyalizm salt ekonomik bir olgu değil. Ekonomi-politik bir gerçeklik. Kabaca şöyle söyleyeceğim, uluslararası finans-kapitali, korporasyonları Amerikan’ın dünyaya yayılmış, denizaşırı askeri üslerinden, “Soros vakıfları” ndan ayrı düşünemezsiniz. Hepsini birlikte görmek lazım.

ABD hegemonik güç, ittifakı içindeki çelişkileri gerektiğinde domine edebiliyor. Amiyane tabirle, “racon kesici” konumunda.

4) Bu Ukrayna sorunu yeni bir sorun değil. SSCB’nin çözülmesinden sonra buraya geleceği belliydi. Lenin, taktik hamlesiyle, Ukrayna’yı Almanya’nın elinden kopartıp almıştı. Yoksa, Almanlar Ukraynalı esir subaylara kendilerine bağlı, Rusya’ya tampon olacak bir “bağımsız” devlet kurduracaklardı. Putin’in, Lenin’i bu yüzden eleştirmesi, tarih bilgisinin yetersizliğiyle değil, SSCB’ye düşmanlığıyla izah edilmelidir.

Geçerken, Trotski ve Trotskizm (malum Trotski Ukraynalıdır) Ukrayna’nın SSCB’den bağımsız bir devlet olarak var olmasını savunmuşlardı. Aklımda yanlış kalmamışsa, Trotski’nin Ukrayna üzerine üç makalesi vardı. Onlara bakılabilir. Bu arada, önde gelen Trotskistlerden (yine köken olarak Polonya-Ukrayna coğrafyasına ait) E.Mandel de bu görüşü benimsemiş, hatta 80’lerin sonlarında veya 90’ların başındaydı, Ukrayna’nın bağımsızlığını talep etmişti.

Ukrayna üzerine ayrı bir yazı gerekiyor.

5) Şimdi, Trump’ın hemen Ukrayna’ya barış getireceği söyleniyor. Sanıyorum, “ateşkes” ve “barış” birbirine karıştırılıyor. Geçici ateşkes veya ateşkesler elde edilebilir. Ancak, bir barış olanaklı görünmüyor. Rusya, Ukrayna’da şu ana kadar (ülkenin yaklaşık yüzde 20’si) elde ettiği yerlerden kolay kolay çekilmez. Yani önem atfettiği coğrafyalardan çekilmez. Ukrayna da buna razı olmaz. Ancak Ukrayna, ABD ve Avrupa’nın askeri ve ekonomik desteği olmadan bu savaşı sürdüremez. En çok bir kaç ay dayanabilir.

Yani, Ukrayna sorunu Trump’ı aşar. “İktidarın gerçekleri” onun Ukrayna’nın arkasında durmasını gerektirecektir.