İhale Türkiye’ye kalacak

Trump’ın Suriye’deki son gelişmelerle ilgili olarak, olup bitenin sorumluluğunu Erdoğan’a yükleyen açıklaması, Suriye’de yakın gelecekte gerçekleşmesi kaçınılmaz olumsuz gelişmelerle ilgili olarak ABD yönetiminin, faturayı Türkiye’ye çıkaracağının daha şimdiden ilanı olarak görülmelidir. Erdoğan’ın “kurnaz” olduğunu ima eden bu açıklama, aslında Trump’ın erken, zekice bir hamlesidir bence (Bu yazı yazıldığı sırada, Trump, bir gazetecinin sorusu üzerine, Suriye’deki durumun belirsiz olduğunu, bu belirsizliği gidermekte Türkiye’ye anahtar bir rol verilebileceğini söylüyor)

İşin doğrusu, bu Suriye işi ABD ve İsrail tarafından (İsrail, Gazze ve Güney Lübnan savaşlarını kazanamayınca) zorunlu olarak planlanmış olmalıdır. Türk devleti, muhtemelen gerçekleştirilmesi reel olarak olanaklı olmayan, bir takım vaatlerle İdlip’te kontrolünden sorumlu olduğu cihatçıları sahada yönlendirmesi, daha doğrusu, onların önünü açması için kullanılmıştır.

Cihatçı savaşçıların gereksindikleri lojistik desteğin çok büyük bir bölümünü, ayrıca bu güçlerin sahadaki eşgüdümünü de Türkiye sağlamıştır. Tabii, ABD ve İsrail’in hedef ve beklentilerine uygun olacak bir şekilde.

Türk devleti bir takım vaatlerle kullanılmıştır. Bu vaatlerin bir bölümü Kürt sorunuyla ilgilidir. Zaten NATO aparatı Bahçeli’nin bu operasyon öncesindeki girişimlerinden yapılan pazarlıkların içeriğini tahmin etmek zor değil.

Daha önce de yazmıştım. MHP, 2015’deki neo-con destekli İslamcı darbe girişiminden sonra yönetimin dolaylı bir ortağı olmaktan çıkıp, doğrudan ortak haline gelmişti. MHP, darbe esnasında Erdoğan’ın yanında yer alan, Kürt sorunu etrafında “milli” duyarlılıkları görece yüksek NATOcu Türk subayları ve güvenlik bürokrasisinin parlamentodaki temsilcisi rolünü oynamaktadır.

Hiç kuşkusuz, koalisyonun her iki ortağı da NATO’cudur. MHP kanadı, ABD’nin bölgesel Kürt grupları yerine Türk devletini muhatap almasını, Kürt çıkarları yerine Türk devletinin çıkarlarını gözetmesini talep etmektedir.

Belli ki, ABD ile bunun pazarlığı yapılmış, muhtemelen ABD, Türkiye’nin de Kürt sorunun “demokratik çözümü”nde gayretli olmasında ısrar etmiştir. Öcalan hamlesi hem böyle bir görüntü vermek adına; hem de, veya daha çok, Türk devletinin, ABD’nin verdiği sözlere güvenilmeyeceğini öngörüp, “ne olur ne olmaz” diyerek, Öcalan’la bölgesel Kürt güçleri üzerinde etkili olma, olmadı, onları bölme hesabıyla yapılmıştır.

Hem bu NATOcu Türk devletinin hem de ABD’nin Kürt ulusal sorununu çözmesi olanaklı değildir. Tıpkı, Suriye’nin yeniden işgali gibi, bu konu da, işgalcilerin taktik hedeflerine ulaşmak için kullandıkları bir araçtır.

Daha önce bir çok kez yineledim. Bu uzun bir mücadeledir. SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra ivmelenerek, zaman zaman dengelenerek olgunlaşan bir süreçtir. Mücadele emperyalist, anti-emperyalist ve emperyalizmle değil ama onun mevcut hegemonik siyasetiyle çıkarları uyuşmayan kapitalist güçler arasındadır. Birinci ve sonuncu kategoride yer alan güçler, bu mücadelenin esas cephe güçleridir. İkinciler, bu sonunculara tutunarak mücadelelerini sürdürmek eğilimindeler.

Kimi solcu arkadaşların duygusallığını, karamsarlığını anlıyorum ve fakat kabul etmiyorum. Bu reel bir kavga sürecidir. Başka türlü yapılamaz. ABD de, “demokrasi”, “demokratik ulus inşası” vaatleriyle işgal ettiği Afganistan’ı savaştığı cihatçılara bırakarak kaçtı.

Evet, Suriye’de gerilememiz önemli bir olaydır. Emperyalistler şimdilik taktik bir başarı elde ettiler. Ancak, Suriye’yi kaybettiğimizi düşünmüyorum. Elbette, Suriye’de Suriye halkları kaybettiler. Sıkıntıları, acıları katmerlenerek devam edecek. Bunu öngörmek lazım.

Şimdi bakınız, Rusya, İran ve Çin, Suriye’de laik-demokratik Esad yönetimine, anti-emperyalist ve anti-siyonist Hizbullah’a ve dolaylı olarak onunla bağlantılı Hamas, Husiler gibi varoluş mücadelesi veren güçlere dayanıyorlardı. Bunu Şii ekseni olarak değerlendirmek, emperyalist propagandanın aleti olmak anlamına gelir. Suriye nüfusunun yarısından biraz fazlası Sünni, Hamas ve Filistin halkının kahir ekseriyeti Sünni.

Şimdi bir de, emperyalist-siyonist güçlerin dayanaklarına bakalım: Oradan buradan toplanmış Selefi cihatçılar.

Yani “demokratik Suriye”yi bunlar mı kuracaklar? Halep’te, Şam’da, Hama’da hapishaneleri boşaltıllar. Peki, kimse bu cihatçılar yıllarca yönettikleri İdlip ne yaptılar diye sormuyor. Hapishaneleri tıka basa doldurdular. Kadınları “zina” yaptıkları için taşlattılar. İdlip en fazla beyin göçü veren kent oldu. İstanbul’da karşılaştığım sıkı İhvan sempatizanı iki mühendis cihatçıların yönetimindeki İdlip’ten kaçmışlar, Almanya’ya gitmeye çalışıyorlardı.

Cihatçılar İdlip’de ne yaptılarsa, daha fazlasını şimdi Suriye’nin her yerinde yapmak isteyeceklerdir. Onların kontrol edilmesi olanaklı değildir. Onun için “ihale Türkiye’ye kalacak” dedim. Trump olacakları gördüğü için şimdiden gerekçeyi hazırlamış.

NATO, ABD ve İsrail bugün için Suriye, Filistin ve Güney Lübnan’da taktik bir başarı kazanıp, mevziler elde ettiler. Doğru. Ama önemli olan bu mevzileri tutabilmektir. Tutabilecekler mi? Kesinlikle olanaklı değil. Ne Suriye halkını, ne Hamas’ı, ne Hizbullah’ı yenemeyecekler.

Her şeyi bir yana bırakınız, şu emperyalistlerin düştükleri sefil hale bakınız. Üstelik de ilk kez bu duruma düşmüyorlar. İşte Afganistan, işte Irak, işte Libya! Başlarına ödül koydukları “katil” ilan ettikleri, terörist ilan ettikleri paralı savaşçılara bel bağlamış, onların demokrasi getirecekleri yalanına herkesi inandırmak istiyorlar (Hatırlayalım, WikiLeaks belgeleri arasında Hilary Clinton ile halen Biden’ın Ulusal Güvenlik danışmanı olan John Sullivan arasındaki elektronik postalar yayınlanmıştı. Sullivan, daha o zaman, Clinton’a, “EQ” (yani El Kaide) Suriye’de bizim tarafımızda” diye yazmıştı).

Şimdi aynı Taliban gibi, dönüp bir süre sonra kendilerini vuracak güçlerin sırtlarını sıvazlıyorlar. Bunu yaparken Türk devletini bir maşa gibi kullanıyorlar.

Önceki yazılarda, hatta Suriye’ye ilk saldırıldığı sırada, 2011’de, Pakistan’ın ve darbeci İslamcı Ziya Ül Hakk’ın öyküsüne değinmiştim. Kabul ediyorum, tarihte olaylar arasında benzerlikler saptanabilir, ama buradan hareketle, her zaman aynı şekilde sonuçlanacakları iddia edilemez.

Yine de tekrar etmekte bir sakınca görmüyorum.

Aklıma gelmişken, emperyalistler Suriye’ye 2011’de saldıracakları vakit, 80’lerde Afganistan için Pakistan’da yaptıklarının hemen hemen aynısını, bu kez, Suriye için Türkiye’de de yaptılar. Hatta oradaki “deneyimli” kadrolarını da ülkemize taşıdılar.