Suriye’nin düşürülmesi Rusya için sürpriz miydi?

Değildi. Rusya en başından bu işin içindeydi. İsrail’in saldırıları başladıktan sonra Esad üzerindeki baskılar artmıştı. Türkiye’nin, Rusya’nın çağrılarını hatırlayalım.

Havlu atan diğer bir Suriye müttefiki İran da teşneydi. Süleymani ve bir önceki cbaşkanının, muhtemelen, İran iktidar bloğundaki muhalif güçlerin de dahil oldukları, emperyalist-siyonist operasyonlarla öldürülmeleri, ardından şimdiki liberal cbaşkanının seçilmesi İran’daki yönetimin çözülme sürecinin hızlanacağının işaretleriydi.

Rusya’da hegemonya mücadelesinde geri çekilme eğilimi Trump’ın kazanmasıyla güçlendi. Muhtemelen, Ukrayna sorunu etrafında Rusya’ya, sonradan kepçeyle geri alınmak üzere kaşıkla bir şeyler verilmesi karşılığında, Suriye feda edildi. Rusya’nın bu davranışının kodları, sadece iç koşullarının bastırması bağlamında değil, daha önce sözünü etmiş olduğum, kadim Rus jeopolitik, jeostratejik aklı veya perspektifi içinde de aranmalıdır.

Önce şunu belirteyim: Rusya izin vermeseydi, Suriye düşmezdi.

Rusya’nın Suriye’nin düşürülmesi sürecine dahil olduğu, sürecin başlamasından itibaren takındığı kayıtsız tutum, konunun konuşulmasını istemeyen, Suriye tartışmasını geçiştirmek isteyen tavırlarından anlaşılıyordu. En son, Doha’da bir mülakat veren Lavrov’un Suriye soruları karşısında takındığı açık tavır bu saptamayı destekler niteliktedir. Lavrov, mülakatın bir yerinde, açıkça, “bırakalım şu Suriye konusunu artık, Ukrayna konuşalım” diyerek söz konusu tavrı net olarak ortaya koydu.

Özcesi, Rusya tarafından Suriye bir pazarlık konusu yapılmıştı. İran da, bu Rusya hamlesi kendisinin de “hislerine tercüman olduğundan”, Rusya gibi hareket etti.

Hegemonya mücadelelerinde, bu tür pazarlıklar olabiliyor. Olmaya da devam edecek. Mücadele süreci içinde güç ve etki alanlarının yeniden tanımlanması vakadandır. Ancak, bu son Suriye vakasında, hem Rusya hem de İran, meram, Amerikan hegemonyasını geriletmekse, bir süre sonra epey geriye itildiklerini anlayacaklardır.

Hegemonya mücadelesi hepsi kapitalist (çok az sayıdaki hâlâ sosyalizmde direnen ülke de henüz emperyalist aşamaya evrilmemiş ya da evrilememiş hegemonya karşıtı, Rusya ve Çin gibi, kapitalist ülkelere tutunmak ihtiyacı duyuyorlar) olan devletler arasında cereyan ediyor. Bu da, aralarındaki uzlaşmaz çıkar çatışmalarının görelileştirilmesini olanaklı kılıyor. Gerilimin bu tür pazarlıklarla yer yer boşaltılmasını olanaklı kılıyor.

Yalnız, ABD’nin asıl hedefi, Rusya’yı Çin’den koparmak olacaktır. Trump liderliği bunun temini bakımından biçilmiş kaftandır. Demokratların, İngilizlerden devralıp, Brzezinski ile saplantı halinde getirdikleri, “Rusya’nın her durumda düşmanlaştırılması” stratejisini, amiyane tabirle, Trump pek iplemiyor. Yani Rusya’ya görece daha “sıcak” bakıyor diyelim. Bu bakımdan, Rusya’nın önüne, onu cezbedebilecek, başka şeyler de atılabilir.

Devrimci proletarya siyasetinin bu süreçte en dikkatli davranması gereken konu, yükselen kapitalist güçlerin (özellikle Çin’in) sosyalist siyaset adına sol camiada pazarladıkları politik ve ideolojik teoriler olmalıdır.

Bu açıdan bugünkü koşullarda en önemli tehdit, “Çin karakteristiği taşıyan sosyalizm” veya “pazar sosyalizmi” çarpıtmalarıdır. Bilindiği gibi, bunun farklı bir versiyonu olarak görülebilecek bir iddiayı Rusya bağlamında da öne çıkaranlar var. Bunları kabul edemeyiz.

Unutmayalım, emperyalist hegemonya karşıtı (Çin ve Rusya’nın başını çektikleri) bugünkü mücadelenin karakteri özsel olarak kapitalisttir. Anti-emperyalist hiç değildir.

Bu çerçevede, emperyalistleşme potansiyeli güçlü olan devletlerin de (burada potansiyelden kasıt, sermayenin yoğunlaşma ve dışa doğru -hegemonik siyasal eğilimlerle- hareket yeteneğidir) halihazırda sahip oldukları ekonomik ve politik (askeri) güçlere dayanarak sömürü ya da jeo-ekonomi-politik etki alanlarını, isterseniz dünyayı, yeniden paylaşmak talebini, şimdilik hegemonyacı anlamda değil, savunmacı anlamda, yükselttikleri açıktır. Hegemonya karşıtı mücadelenin bugün böyle siyasal bir içeriği vardır. “Çok-kutuplu” dünya düzeni talebi, hiç kuşkusuz, örtük bir biçimde de olsa, yeni bir paylaşım talebidir.

Bugün için proletarya siyasetinin mevcut ” tek-kutuplu” hegemonya yapısının çözülmesinden politik olarak menfaati vardır. Emperyalistler ve “emperyalist yolcular” arasındaki çatışmalar, kaçınılmaz olarak, emperyalistler arasındaki çatışmanın da derinleşmesini temin edecektir. Kapitalist sistemin bu şekilde siyasal olarak çözülmesi, proletarya siyasetinin mevzi kazanmasında değerli olanaklar sağlayacaktır.

Ancak bunu yaparken, kesinlikle kendi siyasal ve ideolojik kimliğimizi yitirmeyeceğiz. Maoculuğun malum “üçüncü dünyacı” anlayışının farklı bir kılıkta sunulmasından başka bir şey olmayan, “sosyalist Çin” e ve onun ÇKP’ sine öncü rolü bahşeden, “Global Kuzey” ve “Global Güney” tabir edilen dünyalar arasındaki çelişkiyi günümüzün temel veya başlıca çelişkisi olarak sunan anlayışlarla proletarya siyaseti perspektifinden mücadele etmemiz gerekiyor.

Temel çelişki, sömürülen emek ve sömüren sermaye arasında, onun emperyalizm koşullarındaki görünümlerinden birisi olan ezilen, yurtları yağmalanan emekçi halklar ve ezen, yağmalayan emperyalist devletler arasındadır.