Dövüşmezsen kaybedersin

Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi dövüşmedikleri için kaybettiler. Esad bugüne kadar dövüştüğü için kazanmıştı. Şimdi dövüşmekten vazgeçti veya dövüşebilecek halde değil. Esad 2011’de dövüşmeyi göze aldığı için İran ve Rusya ona destek vermişlerdi.

Elbette, ülkelerin belli olanakları var, olanaklarının sınırları var. Bir de, halklarını dövüşe ikna etmeleri, onları bir toplumsal-siyasal ideal etrafında harekete geçirebilme arzu ve kapasitelerinin olması gerekiyor.

Suriye, şu an, bunu yapabilecek halde görünmüyor. Suriye, aradan geçen görece çatışmasız 4-5 yılı iyi geçirmemiş. Müttefiklerine fazla güvenmiş, onların içinde bulundukları zorlukları, onların olanaklarını dikkate almamış. Rehavete kapılmış diyelim.

Herkes kendi kavgasını kendi yapmak zorundadır. Suriye bu gerçeği ihmal etmiş görünüyor.

Elbette uzun süren kavgaların etapları vardır. Geri çekilmeler, ileri atılmalar olacaktır. Ancak, teslim olmaya hazırlanmak farklı bir şeydir. Bugün Suriye kavgayı bırakmış izlenimi veriyor.

Öte yandan, Rusya ve İran artık resmen de müttefik oldular. Dikkat edilirse, ikisinin Suriye’deki son gelişmelere karşı ayrı ayrı tepkileri yok, birlikte almış oldukları bir kararı uyguluyorlar. Birlikte hareket ediyorlar. Şu ana kadar ki tavırlarıyla, sanki Suriye’yi feda etmeyi kabullenmişler. Belki zevahiri kurtarmak için -eğer ABD-İsrail-Türkiye ittifakıyla başka türlü bir antlaşmaları yoksa- bir süre direniyor gibi davranacaklar.

Saldırılar başlar başlamaz, Esad Moskova’ya gitti. Putin’le görüştü. Putin’den aldığı yanıttan memnun kalmadığını tahmin etmek zor olmadı. Nitekim, Putin medyası Suriye’deki gelişmeler karşısında görülmedik derecede kayıtsızdı.

ABD karşısındaki anti-hegemonyacı güçlerin sorunu, henüz bir siyasal blok halinde gelememiş, bir ortak strateji geliştirememiş olmalarıdır. Bunu yapmadıkları veya yapamadıkları için her biri kendi içinde siyasal bütünlüğünü sağlayamıyor. Rusya ve İran böyle bir stratejik ortaklık için bir adım attılar. Nasıl evrileceğini görmek gerekiyor. Suriye’deki tavırları hattı daha geriden kurmak eğiliminde olduklarını gösteriyor. Yanlış bir tavır.

Çin siyasal-stratejik bağlaşma konusunda pek istekli görünmüyor. Ekonomik hedeflerine ulaşarak, ABD hegemonyasının üzerinde durduğu ekonomik zemini erozyona uğratma stratejisini uyguluyor. Bunda da hayli yol aldı. Ancak, ekonomiyi siyasetten ayırmanın bedelinin ağır olabileceğini hesaba katması beklenirdi.

İran ve S.Arabistan arasında yakınlaşma sağlamak, Filistin’de mücadele veren örgütleri bir araya getirmek için belli belirsiz hamleleri oldu, bunların genel ve ortak, kararlı bir stratejik planının adımları olduğuna dair bir izlenim edinmedik.

Özcesi, hegemonya-karşıtı güçler arasında siyasal olarak bir dağınıklık var. Stratejik programları yok. ABD hegemonyasıyla böyle mücadele edilemez. ABD ekonomik olarak zayıflıyor, doğru, ama siyasal ve özellikle askeri olarak hâlâ çok güçlü. Ekonomik kazanımlarınızı yok edebilecek kadar güçlü.

Amerika, İspanya, Venedik, Hollanda, Britanya emperyal geleneğini sürdüren bir ülke. Yani halen “old money” tabir edilen bu kadim gelenekten kaynaklanan sermayenin yön verdiği bir emperyal güç. Bu gücün jeo-politik manada en ayırdedici özelliği bir deniz gücü olmasıdır.

Çin ve Rusya ise tarihsel olarak denizden uzak durmaya çalışan, karanın kendileri için güvenli olduğunu düşünen, kısacası “kara” yı savunma stratejisini benimsemiş güçlerdir. Kaybetmelerinin önemli bir nedeni budur.

Bugün bu davranışlarını Suriye’de de sürdürdüklerini görüyoruz. Rusya ve Çin tarihsel olarak, her zaman, kara sınırları etrafında bir “cordon sanitaire” (“güvenlik kuşağı” diyelim) oluşturmak istemişlerdir. Rusya’nın şimdi Ukrayna’daki kavgası da bu çerçevede değerlendirilmelidir. En son, ayakta kalmış son Sovyet cumhuriyeti olan Belorusya ile yaptığı antlaşma da tamamen bu amaca yöneliktir.

Geçerken şunu da söyliyeyim, şahsen, hâlâ Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflerini anlayabilmiş değilim. Meram, NATO’yu biraz daha geriye itmekse, böyle olmaz. Ukrayna’ya girdi. Doğru bir kararla, Kiev’e yani ülkenin beynine yürüdü. Fakat bir anda vazgeçti. Yönünü değiştirdi. Şimdi ABD ve NATO’nun Kiev’e yerleşmiş beyniyle uğraşıyor. Ukrayna coğrafyası üzerindeki taleplerinin de ne olduğunu bilemiyoruz. Kendisinin bildiğinden de kuşkuluyum.

Rusya, şimdiye kadar, SSCB’nin kredisini kullandı. Kullanmaya da devam ediyor. Onun zamanında yaptığı ekonomi-politik yatırımları hoyratça harcadı. Harcıyor. Yani kredisini yediği o geçmişiyle barışık da değil. Barışık olmadığı için SSCB’nin yanlışlarını, doğrularını soğukkanlılıkla yeniden bir değerlendirmeye tabi tutamıyor. Yanlışlarını tekrar ediyor.

SSCB, Suriye’deki üssüyle, Doğu Akdeniz’de (aklı hep Sovyet karasında olduğu için) pek etkin olamasa da, bir mevzi elde etmişti. Muhtemelen o mevzi şimdi elden gidecek. “Yeni Suriye” de , Rusya’nın o iki üssünü orada tutmazlar. Kuralları galipler koyar.

Yani Rusya, Suriye’nin kendisi için Ukrayna’dan daha az önemli olmadığını kavramamış. Kendisini pek yakında NATO gölü haline dönüşecek Karadeniz iç denizine hapsedecek. Bu halde, Montrö de NATO talebiyle devre dışı bırakılacaktır. Yani Rusya neyi feda ettiğinin farkındaymış gibi görünmüyor.

Bütün bunlar bu anti-hegemonyacı güçlerin bir türlü siyasal bir birlik haline gelememeleri, dolayısıyla, ortak jeo-ekonomi-politik hedefler etrafında, ortak bir strateji oluşturamamalarının sonuçları olarak da görülebilir.

Oysa, meydan okudukları ABD hegemonyası gayet stratejik. Jeo-politik hedefleri var. Dahası, Rusya ve Çin’in içinde yer aldığı coğrafyayı da, en az 1904’den beri resmen “pivot” ilan etmiş.