ABD, İsrail ve Türkiye’nin hazırladıkları Suriye’yi işgal ve rejim düşürme planı halen sahada aksamadan işliyor. Cihatçı lider hedeflerinin Şam olduğunu ilan etti. Şu ana kadar Suriye ordusu da ortalıkta görünmüyor. Rusya ve İran adeta hareketsiz, izliyorlar (Rusya ve İran’ın bu sakin halleri cihatçıların arkasındaki güçlerle varmış oldukları ve şimdi Esad’a da onaylatmak istedikleri bir antlaşmandan kaynaklanıyor olabilir. Yani Esad’ın direnişini kırma beklentileriyle alakalı olabilir).
2014’te başkan yardımcısı Biden, Suriye’deki emperyalist saldırının en hararetli zamanında, Harvard Üniversitesi’nda yaptığı bir konuşmada, mealen, “bizim Suriye’deki savaşla doğrudan bir ilişkimiz yok, oradaki cihatçıları biz desteklemiyoruz, değerli müttefiklerimiz Türkiye, S.Arabistan ve Katar destekliyorlar, Esad rejiminin kendilerine zarar verdiğini düşünüyorlar, onun yıkılması için cihatçıları destekliyorlar, biz bu müttefiklerimizi rahatsız edecek bir şey yapamayız, Suriye’ye karışmıyoruz, doğrudan ilgili değiliz, ama karışan müttefiklerimizi de destekliyoruz” diyordu. Biden açıkça yalan söylüyordu.
Bugün de Amerika’nın siyonist dış bakanı Blinken, yine mealen, “Suriye’deki gelişmeler, herhalde Rusya ve İran’ın kendi sorunlarına odaklanmaktan kaynaklanan dalgınlıklarından istifade etmeyi düşünmüş isyancıların hamlesi” derken yalan söylüyor. Yalansız kapitalizm ve emperyalizm olmaz.
Cihatçılara bu kez Pentagon tarzı eğitim verilmiş olduğu anlaşılıyor. Halkla ilişkiler eğitimi de almış olmalılar. Silahlandırılmışlar, muhtemelen “TIR’lar dolusu Amerikan silahı” nın bir bölümü Türkiye’nin denetimine bırakılmış alandaki cihatçılara götürülmüş. Tabii Türkiye’nin bilgisi ve desteğiyle.
Emperyalizm, Ukrayna’da neo-Nazileri; Suriye ve Irak’ta cihatçıları vekil olarak kullanıyor.
2011’de Suriye’ye karşı başlatılan emperyalist vekalet savaşı, o zaman bana Afganistan’a devrim sonrasında yapılmış emperyalist müdahaleyi hatırlatmıştı. Afganistan’daki devrim güçlerine yardıma giden SSCB ordusu, 1956’dan itibaren derinleşen iç sorunlarının, iç mücadelelerinin de etkisiyle, sahada yanlışlar yapmış ve yenilmişti. Nitekim, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Afganistan Devrimi de kaybetti. Emperyalizm ve onunla müttefik olan Çin ve İran gibi önemli bölge güçlerinin himayesindeki karşı-devrim güçleri kazandı.
Bu yenilgi sonrasındaki gelişmeler, SSCB de restorasyoncu güçlerin palazlanmasına katkı yaptı, neticede Sovyet düzeni çökertildi. Yani Afganistan’da havlu atması, SSCB’nin sonunu hızlandırdı. Sovyet coğrafyası “şok terapi” lerle darmadağın edildi. Sovyetler’in Asya coğrafyasında emperyalistlerin himayesindeki karşı-devrimci İslamcı güçler etkilerini hızla arttırdılar.
Bu arada, Afganistan’la sınır olan ABD müttefiki Pakistan, Afganistan karşı-devriminin en önemli lojistik destek kaynağıydı. Bu desteğin temini için ülkede, Amerikancı-İslami siyasal usullere göre hareket edecek bir rejim oluşturmak gerekiyordu.
Bir bilindik NATO darbesi gerçekleştirildi. İyi, kötü işlemekte olan demokrasi ortadan kaldırıldı. İslamcılık takviye edildi. Pakistan halen süren derin bir ekonomi-politik istikrarsızlık içine sokuldu. Afganistan’a müdahale sırasında ülkenin Afganistan sınırı adeta ortadan kalkmış, ülkeye milyonlarca Afgan mülteci akın etmişti. Bu arada, Pakistan yönetimi havaya girmiş, Afganistan coğrafyasından pay kapma hesapları yapmaya başlamıştı. Pay kapmak için ABD’den rol kapmak istedi. Kendi başına oyun kurma planları elinde patladı. Amerika’ya hizmet için seçilmiş Cunta’nın lideri Ziya Ül Hak da, ABD tarafından cezalandırıldı. Havada patlatıldı.
Pakistan, “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan da olma” haline düşmüştü.
Afganistan, çok geçmeden, ordan burdan derlenmiş cihatçı maşaların ülkeyi gerçek patronlarına teslim etmeleriyle, ABD’nin işgali altına girmişti. Ancak bir süre sonra kendisinin yarattığı ve kullandığı cihatçı çeteler, ona karşı ayaklanmış, Amerika da Afganistan’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Geride en ilkel türden bir ortaçağ kabile veya aşiret düzeni bırakmıştı.
Bugün Suriye’nin düşme olasılığı güçlenirken, Afganistan’ın başına getirilenleri, o emperyalist saldırıya çeşitli biçimlerde payanda olmuş ülkelerin, devrim için mücadeleden vazgeçmiş ülkelerin başlarına gelenleri bir kez daha hatırlatmak istedim.
Tekrar edeyim. Şam düşerse, Filistin’in tamamı İsrail sömürgesi haline gelir. Lübnan’daki istikrarsızlık derinleşir. Şii islamcı siyaset etkisizleştirilir. Irak’ın içinde bulunduğu kaos içinden çıkılmaz hale gelir. İran’daki yönetim, rejim çöker, İran istikrarsızlaşır.
Bu arada Rusya, Akdeniz’i kaybeder. Bu Rusya’yı orada, “yeni Suriye” de tutmazlar. Pılını pırtını toplayarak ayrılmak zorunda kalır. Emperyalistlerin Suriye’deki bu başarısı, Rusya’nın genel olarak tekrar bir kara devleti olarak, bir iç deniz olan Karadeniz’e hapsedilmesi hesaplarında esin kaynağı olur. Karadeniz, Rusya dışında, Gürcistan da dahil olunca, tamamen bir NATO gölü haline getirilir. Kuzeydeki Arktik denizinin de Rusya dışındaki bütün kıyı ülkeleri NATO üyesi, bunu da hatırlatayım.
Türkiye zaten giderek Pakistanlaşıyor. İstikrarsızlığı, bölgede kurulacak emperyalist-siyonist yeni Kürt vasal devletçikleriyle ve tabii yeniden “Hatay sorunu” ile derinleşir.
Emperyalistler, Batı Asya’yı bu şekilde denetimleri altına alınca, Çin’in Doğu Asya’da hemen hemen oluşturduğu bölgesel hegemonyasına (Daha önce bir çok kez söylemiştim, Çin’in tarihsel olarak dünya hegemonyası vizyonu hiçbir döneminde olmamıştır. Ancak, her döneminde kendi bölgesinde hegemonya talebi olmuştur. Hatta geçmişte, aynı bölgede yer aldığı SSCB ile “ideolojik” çekişmesinin altında bu kaygusunun da bulunduğu söylenebilir) odaklanacaklardır. O coğrafya, ABD hegemonyasının sürdürülebilirliği açısından, Batı Asya’dan çok daha büyük bir öneme sahiptir.
Bir kez Çin’in enerjisinin ana kaynağı olan Batı Asya ve onunla bağlantılı ulaşım hatları kontrol altına alınınca, emperyalistlerin elleri güçlenecektir tabii.
Bu yukarıda deminden beri yazdığım senaryo gerçekleşse bile ABD ve payandaları bakımından sürdürülebilir olmayacaktır. Bu “zafer” Amerika’nın çatışmalarını, tükenişini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacak.
Hatırlayalım, SSCB çöktükten sonra “tarihin sonu” nun geldiğini ilan etmişlerdi. Ancak, kendi sonlarının gelmekte olduğunu fark edip, panik içinde her tarafa saldırmaya başladılar. Fethettikleri, cihatçı maşalarını kullanarak ele geçirdikleri yerleri terk etmek zorunda kaldılar.
Özcesi, sürekli kaos yaratan, kaosla beslenen, kaçınılmaz olarak o kaosun içinde kaybolur. Bu da yukarıda yazdığım senaryoya derkenar olsun.