ABD-İsrail ve Türkiye tarafından himaye edilip, yönlendirilen cihatçı teröristlerin ellerini kollarını sallayarak, İdlip’ten çıkıp, Halep’i almaları karşısında ilk yazdığım yazıda, Rusya ve İran’ın verdikleri tepkiye bakarak Suriye’ ye “başının çaresine bak” mesajının verilmiş olabileceğini iddia etmiştim. Yani, bu tavırlarıyla, en azından, Esad’ı Türkiye ile masaya oturmaya ikna etmek istediklerini düşünmüştüm.
Suriye Ordusu’nun cihatçı teröristleri Hama’da durdurduğu, cihatçıların Hama’dan çıkmak zorunda kaldıkları haberini okuyunca, bu kez, Suriye’nin güçlü bir direnişle cihatçıları geri püskürteceğine, İran ve Rusya’nın -eskisi kadar olmasa da- Suriye’nin direnişine destek vereceklerini, Suriye’nin feda edilmeyeceğini ileri sürmüştüm.
Ancak, Suriye ordusunun Hama’dan da direnmeden çekilmesi sonrasında, bu son iddiamın doğrulanamayacağını anladım.
En başından, Rusya ve İran yöneticilerinin, medyasının Suriye’de yeniden başlatılan bu saldırlara pek ilgi göstermediklerini fark etmiştim. Halen bu iki ülkenin en üst yöneticileri ve medyası Suriye’de olup biten karşısında kendilerinden beklenen tepkiyi göstermediler.
O arada, Rusya, İran ve Türkiye arasında en başından beri bir diplomatik temasın sürdürüldüğünü gördük. Gelgelelim, bu temasların da, göründüğü kadarıyla, bu üç ülke tarafından pek de önemsenmediği ya da temaslara gereken önemin verilmediği anlaşılıyor. Sanki Suriye yönetimi cezalandırılmak isteniyor. Böyle bir izlenimin meşru olmadığını iddia edebilir miyiz?
Hepsinden önemlisi, Suriye ordusunun savaşmak istemediği, ya da direniş kapasitesini yitirdiği izlenimi ediniliyor. Hiç çatışmadan Halep’ten, Humus’a çekilmenin başka türlü izahı zor.
Aşağı yukarı 2016 yılından beri Suriye savaş alanının genelinde başarılar elde etmiş, yönetim ülkenin genişçe bir kısmını kontrolü altına almıştı. Ancak o günden bugüne Suriye yönetiminin ülke yönetimini, silahlı kuvvetlerini daha güçlü hale getirmek için çaba sarf etmemiş olduğu gözlemleniyor.
Suriye 2011’de, yani emperyalist saldırganların çok daha güçlü oldukları koşullarda, direnişi kendisi başlatmış, önce Hizbullah ve İran, ardından da 2015’te Rusya Suriye’nin direnişine omuz vermişlerdi. O günden bugüne, Suriye ordusunun kendisini geliştirmiş olması, eksikliklerini önemli ölçüde gidermiş olması beklenirdi.
Anlaşılan, Suriye yönetimi güvenliğini neredeyse tamamen müttefiklerine bırakmış. Belli ki, sorun sadece ordu da değil, Suriye’de de, müttefiklerinde olduğu gibi yönetici sınıfları içinde bölünmeler oluşmuş, devletin halkıyla arasındaki mesafe açılmıştır. Tabii, Suriye daha zayıf olduğu için bu ayrışmayı daha ağır yaşıyor.
Eğer cihatçılar Hama’da durup, daha fazla ilerlemezlerse, Suriye yönetimine Şam, Humus, Lazkiye ile sınırlı bir alanın kontrolü verilecek demektir. O zaman bu saldırının, bir anlamda, danışıklı olduğu iddiası doğrulanmış olur.
Binlerce cihatçı İdlip’ten Halep’e doğru ağır silahlarıyla hareketleniyor, ne Suriye askeri istihbaratı, ne Rusya ne de İran istihbaratları bunu fark ediyorlar. İzahı zor.
Rusya ve İran, hangi sözlerle ya da antlaşmalarla ikna edilirse edilsin, bir süre sonra Suriye yönetimi, kendisinin kontrolüne verilen yerlerden de çıkartılacaktır. ABD, İsrail ve Türkiye Suriye’de kontrolü ele geçirecekler, Rusya, sonuçta, Doğu Akdeniz’i terk etmek zorunda kalacaktır.
Suriye’nin “Iraklaşması”, İran yönetiminin konumunu iyice zayıflatacaktır. Daha önce bir kaç kez söylemiştim, İran yönetici sınıfı içinde derin bölünmeler var. İsrail ve ABD ile uzlaşmak arzusunda olan grupların son seçimden sonra yönetimdeki ağırlığı artmıştı. Zaten İsrail ve ABD’nin Kasım Süleymani suikastleri, önceki cumhurbaşkanının helikopterini düşürmeleri, en son, Hamas liderini İran’da öldürmeleri, İran yönetici sınıfı içinden gelen destek(ler) olmadan olanaklı olamazdı.
Suriye’deki son gelişmelerin Suriye’nin iki müttefikinin tavırları bakımından farklı bir açıklaması da, gerek İran ve gerekse Rusya’nın gelmekte olduklarını gördükleri büyük savaşı kendi topraklarında karşılamayı hesapladıklarıdır.
Suriye’nin varsayılan hava üstünlüğünün etkisi şu ana kadar görülmedi. Rusya’nın isteksizliği en başından beri saptanabiliyor. Elbette, hava üstünlüğü yetmez, karadan harekat gerekir. Bu da kara askerleriyle mümkün olabilir. Suriye’de bunun olmadığı ya da çok daha dar bir alanı savunacak çapta olacağı izlenimi ediniliyor.
Öte yandan, Rusya’nın kara askerleri sevk edeceği iddiası doğru olamaz. Rusya, Kursk’a olası bir kara harekatını önlemek için bile KDHC’den kara askerleri getirdi.
Suriye’de 2011’de başlayıp, 2016’ya kadar devam eden güçler pozisyonuna, eğer cihatçılar Hama’dan daha öteye doğru yürümezlerse, geri dönüleceği, ama bu kez görece çatışmasız bir durumun egemen olacağı, belki bu sayede, Esad yönetiminin de kaybetmiş taraf olarak masaya oturtulması hesaplanıyor.
Ancak, Suriye direnişinin yenilmesi, reel olarak, Rusya ve İran’ın da, Hamas ve Hizbullah’ın, Husilerin de yenilmesi demektir. Malum, Suriye en başından beri Hamas ve Hizbullah’ın direnişlerini desteklemiş, İran desteğinin bu güçlere ulaşmasına da aracılık etmişti.
Evet, bu pilav daha çok su kaldıracağa benziyor.
ABD, rakiplerini ekonomisiyle alt edemeyeceğini görüyor. Vekilleri aracılığıyla planlı olarak büyük bir savaşın kışkırtıcılığını yapıyor.
Öte yandan, Ukrayna sorunu etrafında, Avrupa’daki siyasal krizin, istikrarsızlığın yayılarak derinleşme olasılığı güçleniyor.
Geçerken, Asya’nın batısı kaynarken, Doğu Asya’da, Çin’in, bir tür Amerikan kolonisi olan ve epeydir bir yönetim krizi yaşayan G.Kore’yi saymazsak, bölgesel ekonomi-politik hegemonyasının belirgin hale geldiğine de dikkat çekmek isterim.
Dünya halklarının barış ve eşitlik özlemlerine yanıt verecek öznel güçlerin bugün için hayli dağınık ve zayıf oldukları açıktır. Ancak, yine de moralimizi yüksek tutalım ve unutmayalım,söz konusu güçler, Zimmerwald’da da ancak bir “kağnı arabası” nı dolduracak kadardılar.