Trump neden kazandı?

Trump’ın 5 milyon oy farkıyla kazanmasının en önemli nedeni ekonomiydi. Yani “öfke” oyları belirleyici oldu. ABD nüfusunun halen yaklaşık 43 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyor. Zaten seçmenlerin yüzde 67’si de kendileri için en öncelikli sorunun ekonomi veya yoksulluk olduğunu anketlere verdikleri yanıtlarla belirtmişlerdi.

Doğal olarak FED, sürekli olarak ABD ekonomisinin iyiye gittiğini açıklıyor. Harcamaların arttığını, ekonominin canlandığını, enflasyonun ve faizlerin düştüğünü ve daha düşeceğini iddia ediyor.

Financial Times’da geçen gün bir yazı okudum. Yazarı (Ruchir Sharma) hayli önemli istatistiklerle iddiasını destekliyor, ve ABD ekonomisin, hanehalkının refahı açısından bakıldığında, bir ilerleme değil, gerileme kaydettiğini belirtiyor.

Buna göre, mesela, ABD nüfusu içindeki en alt gelir grubunu oluşturan yüzde 40’lık kesimin, toplam harcamalar içindeki payı yüzde 20; en zengin yüzde yirmilik kesimin harcamalar içindeki payı ise yüzde 40. Bu arada, bu yüzde 40’lık nüfusu oluşturan yoksul veya dar gelirli kesimin harcamaları içinde gıda ilk sırayı alıyor. Bu kesimin gelirinin gıda harcamaları için ayırdığı kısmı son beş yılda sürekli artmış. Artmaya da devam ediyor.

Yine makaleden anladığımıza göre, bu kesimin borçları da sürekli artıyor. Mesela, kredi kartı borçlarında tehlikeli bir artış gözlemleniyor.

FED tarafından yayınlanmış bir istatistiğe göre (FED’in sitesinde bulunabilir), 1989-2023 yılları arasında hanehalkı gelirleri esas alındığında, Amerika’da yoksullaşma sürekli artmış. Nüfusun yüzde 10’unu ülkedeki zenginliğin yüzde 67’sini kontrol ederken (bunun içinde yer alan yüzde 0.1’lik kesim zenginliğin yüzde 14’ünü; yüzde 5’lik kesim yüzde 30’unu elinde tutuyor) , nüfusun yüzde 50’siyse, zenginliğin sadece yüzde 2.6’sını elinde tutuyor.

Büyüme rakamları da reel değil, yani nitekli bir büyümeye işaret etmiyor. En zengin kesimlerin sürekli artan kârları, lüks harcamaları ve yanı sıra elbette kamu harcamaları, hisse senedi ve tahvil piyasalarındaki spekülatif işlemler de büyümede motor işlevi görüyor. Yani bu büyümenin kalkınma anlamına gelecek boyutundan söz edilemiyor.

Dikkat ediniz, Amerikan toplumundaki yoksullaşmanın geçici bir süre için ve nispi olarak düştüğü bir dönem var: 2019-2021 dönemi. Bunun nedeni, kamunun Pandemi sırasında hanelere yapttığı gelir desteğiydi. Yani Amerikan halk sınıfları ancak kamudan gelir desteği alabildiklerinde geçim koşullarını nispeten iyileştirmişler. Kaldı ki, o gelir desteğinin de çok büyük kısmı gıda ve sağlık harcamaları için kullanılmış.

Şimdi Trump ekonomide ne vaat ediyor? İnanırsanız, “cennet” vaat ediyor. Demokratların kaybetmesinin en önemli nedeni de Trump’ın bu palavra vaatleri karşısında, onların palavra olduklarını söylemekle yetinmesiydi. Halbuki, ekonomik baskılar altında sıkışmış kitleler, yalan da olsa, gerçekten inanmasalar da, vaat duymak isterler. Umuda gereksinirler. Popülizm de, tıpkı klasik faşizmler gibi, kitlelerin iyice daraldığı koşullarda, öncelikle umutsuz bir tablo çizer, sonra onun üzerinden “umut tacirliği” yapar.

Demokrat Parti son 15 yıldaki neo-conlaşmasının verdiği coşkuyla, şahince tavır ve nutuklarla, ve “Trump kazanırsa, yaşam tarzlarımız tehlike altında olacak” teranesiyle işleri idare edebileceğini sandı. Filistin ve Lübnan’da her gün herkesin gözü önünde yüzlerce, binlerce Arap emperyalist-siyonizm tarafından katledilirken, utanmadan, hiç saklama gereği dahi duymadan, vahşice bir özgüvenle, sömürgeci İsrail devletine katliamlarını sürdürmesi için silah yardımı yapmaya devam edeceklerini ilan ettiler.

Muhalif Trump’ın iktidardaki Demokratlarla bu konuda benzer şeyleri söylemesi, Trump’a değil, iktidara oy kaybettirdi. Michigan eyaletinde mesela, yoğun bir Arap nüfus yaşıyor. Bunlar her zaman Demokratları desteklerler. Ancak bu kez Trump’a oy verdiler. Çok düşük profilli Harris, Filistin’de barışı telaffuz etmediği için bu sonuç ortaya çıktı.

Ekonomiye dönelim. Trump diyor ki, “sanayii canlandıracağım, kapanmış fabrikalar yeniden faaliyete geçirilecek, işini kaybedenler işlerine geri dönecek, o eski güzel günler geri gelecek”. İlave ediyor: ” Sanayii canlandırmak için dışarıdan emek-gücü ithal edeceğiz, rakiplerimizin emek-güçlerini transfer edeceğiz. Onlar bu sayede gerilerken, bir ilerleyeceğiz.” Devamında şunu da söylüyor: “Bakın, bunu daha önce başkasından duymuş muydunuz, ilk kez ben dile getiriyorum”. Yani yaptığı bu “buluş” un patentinin tamamen kendisine ait olduğunu övünerek ilan ediyor.

Bilindiği gibi, aynı Trump, sıklıkla ülkesine yönelik göçe karşı olduğunu, hatta işlerin kötü gitmesinin başlıca nedeninin bu göçmenler olduğunu söyleyip duruyor. Onları “günah keçisi” haline sokuyor. Popülist söylem böyledir. Mantıksal bir tutarlık yoktur. Kaygan bir dili vardır. Salt belagattir. Bu da anlaşılırdır; çünkü akla değil, duygulara seslenir.

Geçerken belirteyim, göreceksiniz, Trump devrinde, Meksika sınırına duvar örmeye devam etse de, ülkeye daha çok göçmen emek-gücü girişi olacaktır. Kabul edelim, göçmen emek-gücü, bırakınız en gelişmiş kapitalist ülkeleri, Türkiye gibi orta düzeyde gelişmiş bir kapitalizmi olan ülke için bile bir ihtiyaçtır (Göç ile ilgili olarak yazdığım yazılarda nedenlerine değinmiştim. Kapitalizm kitlesel göçler olmadan yapamaz. ). (1)

Bundan böyle, en gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi “düşük ücret kapitalizmi” konsolide olacaktır. Muhtemelen, “işçi aristokrasisi” olgusunu da yeniden tartışacağız.

Trump ilk döneminde, ülkedeki en zengin yüzde beşlik kesimin vergilerini düşürüp, emekçilerin, ücretlilerin vergilerini arttırmıştı. 2018’de, Trump’ın “vergi reformu” ndan sonra en zengin 400 ailenin toplanan vergiler içindeki payı yüzde 23 idi. En yoksul yüzde yirmilik kesimin payıysa, yüzde 24. Yani kahir ekseriyetini ücretlilerin oluşturduğu kesimler, devasa sermayeleri kontrol eden kesimden daha fazla vergi ödüyordu.

Trump şimdi yine vergi indiriminden söz ediyor. Aksi halde, Musk, ve özellikle Silikon vadisinin diğer “tekno-faşistleri” ve benzerleri neden ondan yana olsunlar ki? Seçim sonuçları belli olduktan sonra Wall Street’in verdiği tepkiden Trump’ın ne denli “arzu Öznesi” haline getirilmiş olduğunu görmedik mi?

Seçimler sırasında, sanıyorum CNBC’deydi, iki adayın izleyecekleri ekonomik politikalarla bütçe açığını arttırmayı sürdürecekleri belirtiliyordu. Trump’ın vaat ettiği ekonomi politikalarıyla, borçların, bütçe açığının 7,5 trilyon doları aşacağı (bunun sadece 5,8 trilyon dolarının zenginlere yönelik vergi indirimlerinden kaynaklanacağı öngörülüyor) ; Harris’in politikasıyla da bu açığın 4 trilyon dolar civarında olacağı kaydediliyordu.

Pekiy, bu durumda yoksullaşmanın en önemli motoru olarak sunulan enflasyonla nasıl mücadele edilecek? Bu açıklar nasıl kapatılacak? Dolar matbaasını daha fazla çalıştırarak. Yani enflasyon ve tabii onun ayrılmaz parçası olan yüksek faizle.

Bir de tabii, Çin’e yapılan ve yapılmaya devam edilecek yaptırımlar çerçevesinde, gümrük tarifelerinin yükseltilmesi söz konusu olacaktır. Bu ne demek? Özellikle bütün perakende sektörünün raflarının doluluğunu sağlayan Çin mallarının fiyatlarının yükselmesi demektir. Al sana bir başka enflasyonist politika!

Zaten korumacılık her zaman enflasyonist bir önlemdir. Bunu bilelim. Yani ABD ekonomisi enflasyon ve faiz sarmalından çıkamaz (Bu koşullarda, Türkiye nasıl çıkabilir?)

Anlayacağınız, ABD halk sınıfları, ekonomi alanında da, yağmurdan kaçarlarken doluya tutulacaklar. Öyle görünüyor. Trump ekonomide ilk döneminde ne yapmışsa, bu kez aynısını “fars”ça okunabilecek şekilde yapacak.

NOTLAR:

(1) Trump, bu dışarıdan işgücü ithali konusunu bilinçli olarak dile getirmiş de olabilir tabii. Çünkü sanayiye dönüş, kaçınılmaz olarak, uluslararası rekabet sorununu da gündeme taşır. Bunun içinse, en önemli faktör “ucuz işgücü” dür. Yine, enflasyola mücadele bakımından da ucuz işgücü ithalinin katkısı olacaktır. Bunları da aklımızda tutalım.