BRICS’in Kazan kentindeki toplantısı ne anlama geliyor?

2.Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan dünya düzeni, esas olarak, Tahran (1943), Yalta (Şubat 1945) ve Potsdam (Temmuz 1945) ve BM’nin resmen kurulduğu San Fransisco (Ekim 1945) Konferansları’nda, yeni düzenin değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek, surette şekillendirilmişti (Mesela, Yalta’da alınan kararla, emperyalist ve sosyalist kampta yer alan ülkeler -daha çok Avrupa ülkeleri kast ediliyordu tabii- kamp değiştiremeyeceklerdi). (1)

Yeni emperyalist hegemonya sistemini oluşturan kurum ve kurallar da, daha savaşın fiilen bittiği ama sonunun resmen ilan edilmediği bir sırada, 1944 yılında, ABD’nin New Hampshire eyaletinin Bretton Woods bölgesinde yapılan ve 44 ulusal devletin (sosyalist dünya hariç) katıldığı bir toplantıda ilan edilmişti.

Bretton Woods Konferansı’nda alınan kararlar, ABD’nin emperyalist dünyada, başlıca hegemonik güç olduğunu teyit ediyordu. O sistemin bütün ekonomi-politik çerçevesi ABD’nin merkezinde yer aldığı bir yapıya referans veriyordu. Dolar rezerv para birimiydi. Bütün öteki ulusal para birimlerinin değeri ya da fiyatı dolara göre tanımlanacak veya saptanacaktı. Kur ayarları belli bir altın ölçüsüne göre (1 dolar= 0.88 gr altın) dolanımı mümkün olan dolara göre yapılacaktı (Nixon devrinde 1971’de bu kısıt, bir oldu bitti şeklinde, tek yanlı olarak kaldırıldı).

Finansal kredi ve yatırım görüntüsü altındaki sermaye ihracı da, esas olarak, IMF ve Dünya Bankası olarak adlandırılan iki banka ve onlarla bağlantılı ödeme, sigorta vb araçlarla sağlanabilecekti. Bu kurum ve/veya araçlar üzerinde de ABD’nin tam bir denetimi olacaktı. IMF başkanları Avrupa’dan, Dünya Bankası başkanları Amerika’dan seçilseler de, fillen bu ABD egemenliği anlamına geliyordu.

Kazan’daki toplantıda, emperyalist ABD hegemonyasına başkaldıran, meydan okuyan ülkelerin benzer adımları, bu kez ABD’yi tahtından indirecek biçimde, atmayı planladıkları ilan edildi.

Plana göre, doların rezerv para olarak kullanılması sınırdaş ülkeler arasındaki ticaretten başlayıp, sonra giderek yaygınlaştırılarak kaldırılıyor, böylece önceki dünya düzeninin ekonomi-politik omurgasını oluşturan bir yapının en önemli taşıyıcısı, yapıyı kaçınılmaz olarak çökertecek biçimde devre dışı bırakılıyor.

Yatırım ya da kalkınma ve kredi akışını (yani sermaye hareketlerini ve ihracını) yürütecek iki banka kurulması öngörülüyor. Buna bağlı olarak da, ödeme, sigorta vb işlevleri görecek finansal araçların oluşturulması düşünülüyor.

Bütün bu yapının olası bir “hegemonik” gücün etrafında oluşturulmaması öngörülüyor. Yani hegemonya talebi yok. Tabii kervan düzülüp yola çıkıldıktan sonra sürecin ne yöne evrileceğini şimdiden öngörmek zordur. Ancak, bu tasarı halindeki planın öncekine göre çok daha demokratik bir görünüme sahip olduğu açıktır. Bu haliyle gerçekleştirilmesi, mevcut emperyalist hegemonya sisteminin, en azından, denetim alanının büyük ölçüde daralması anlamına gelecektir. Bu da proletarya siyasetinin çıkarınadır.

Emperyalist küreselleşme stratejisiyle, uluslararası ticaretin serbestleşmesini sağlayacağını iddia eden ABD, direnişler nedeniyle dünya egemenliği beklentilerinin gerçekleşmemesi sonucunda, bu ticareti, kendi dayattığı uluslararası antlaşmalara aykırı olarak, kısıtlamalarla, yaptırımlarla engellemeye başladı (Tıpkı, Erdoğan’ın, bir gece Üsküdar’ı geçirerek, dayattığı anayasaya uymaması gibi. Her iki vakada da, bu hal tükenişin filli ifadesi olarak görülmek gerekir).

Kazan toplantısının en ironik tarafı, bence, 13 BRICS ülkesinin (bu 13 ülkenin toplam nüfusu dünya nüfusunun yüzde kırkına tekabül ediyor) ABD’ye, kendisinin olmazsa olmaz ilan etmiş olduğu ama şimdi kendisinin ihlal ettiği, uluslararası ticari antlaşmalara uyması yönünde yapmış oldukları çağrıdır.

Tabii planın bir de uluslararası ilişkiler bölümü var. Buna göre, mevcut BM anlayışı, onun dayandığı hukukun üstünlüğü ilkesi birtakım radikal değişiklerle benimseniyor. BM’de, güvenlik konseyi gibi, en etkili platformların üye kompozisyonu ve işleyiş biçiminin, veto haklarının coğrafya ve nüfus esas alınarak görece daha eşitlikçi bir temelde yeniden yapılandırılması talep ediliyor. Böylece, BM’nin ABD’yi merkez alan görüntüsüne son verilmek isteniyor.

Bu noktada, bu toplantının Bretton Woods’un perspektifini ve işlevini aşan bir öneminin olduğunu belirtmek gerekiyor. Yani Kazan’daki toplantıya adeta, 1945’te San Fransisco’daki konferansın gördüğü işleve benzer bir rol de yüklenmek istenmiş. Nitekim, mevcut BM genel sekreteri de bu toplantıya katılarak desteğini ifade etmiş oldu.

Şimdi çıkıp, “BRICS bizi rahatsız etmez” veya “BRICS’in amacı ABD sistemine bir alternatif yaratmak değildir” demenin inandırıcılığı yoktur.

ABD’nin sönüşü ivme kazandıkça BRICS’e yönelik ilginin artacağından kuşku duymamak gerekir. Bu BRİCS tasarısının gerçekleşmesi, “pax-Amerikana” nın sonu demektir. Yanlış anlaşılmasın, kapitalizmin, emperyalizmin sonundan söz etmiyorum, başını ABD’nin çektiği mevcut hegemonik sistemden söz ediyorum.

Bu koşullarda, ABD üç biçimde hareket edebilir: Şiddete başvurur, özellikle (renkli devrimler dahil) her yolla böl-yönet yöntemine abanarak mücadele eder, veya kabullenir. ABD’nin hangi yolu tercih edeceğinin netleşmesi bakımından 5 Kasımda yapılacak başkanlık seçimi önem taşıyor.

Görüyoruz, iki çapsız aday yarışıyor. Şunu da kolayca tahmin edebiliyoruz: Önümüzdeki dört yılda bu dünya koşulları bugünkü bilindik haliyle devam edemeyecek (2)

NOTLAR:

1) Sovyet Bloku’nun çökmesiyle, 2. Savaş sonrası kurulan dünya düzeninde, iki dünya arasındaki dengeyi kuran kolonlar da yıkılmış oldu. O düzenin kapitalist bileşini artık mutlak egemen olduğunu ilan etti. Ancak , düzenin iki ayak üzerinde duracak şekilde inşa edilmiş olduğunu, Bretton Wood’un da o çerçevede bir anlamının olduğunu ihmal etti.

Sovyet dünyasının göçüp gitmesi, Bretton Woods’un yani ABD hegemonya sisteminin de altını boşalttı. Bretton Woods ve San Fransisco , Tahran’la, Yalta’yla, Potsdam’la mümkün olabilmişti. Onlar Sovyet- sonrası bugünkü dünyada anlamlarını yitirince, Bretton Woods’u savunmak da zorlaşacaktı tabii.

2) Amerika’da, yönetici tekelci sermaye sınıfının Elon Musk’tan sonra bir diğer ağır topu Jeff Bezos da Trump tarafına geçti. Bu sonucu, sahibi olduğu Washington Post’un, kendi yayın yönetiminin aksi yöndeki düşüncesine rağmen iki aday için de destek açıklaması yapmama kararı almasından çıkartıyorum. Yayın kurulunun Harris’i desteklediği herkesin malumu. Bezos, bu desteğin açıklanmasını istemedi. Bezos ve Musk arasında sermaye ortaklığı da var tabii.

Avrupa’daki devlet aklının mevcut hegemonya yapısının göçmekte olduğunun farkında olmadığını iddia edemeyiz. Oradaki devlet aklı tamamen kendisini NATO’ya hapsetmez diye düşünmek istiyorum. Yani onların BRICS’deki gelişmeleri ilgiyle, hatta heyecanla izlediklerini tahmin ediyorum. BRİCS’i içine girdikleri girdaptan kurtulmakta bir araç olarak görüyor olabilirler. İlk tökezlediği yerde, ABD’yi ve onun köhnemiş sistemini önce onlar terk edecektir. Hiç şüpheniz olmasın.