Kimin eli kimin cebinde

Bugün, önceki dünya düzeninin çöktüğü, yeni bir dünya düzeninin kurulması adına Atlantik bloku( ya da “global kuzey”) ve Avrasya bloku (ya da “global güney”) arasındaki mücadelelerin ivmelendiği koşullarda, ülkemizde popülist AKP-MHP rejiminin iktidarda kalması, hem emperyalistler hem de içerideki işbirlikçileri için öncelikli konudur.

Bu sorun, koridorlara, subaplara ihtiyaç duyulduğu ölçüde, Avrasya bloku açısından da önem taşımaktadır. Şu an itibarıyla o tarafın da, en azından, Türkiye’deki rejimden kurtulmak gibi bir derdi yoktur.

Türkiye’de, Kürt sorunu etrafında “barış” tartışmaları bu koşullarda cereyan ediyor. İktidarda, emperyalizmin çıkarlarına karşı hareket etmemeye özen gösteren, ülkenin kaynaklarını fütursuzca yağmalamayı, emekçilerini açlığa mahkum eder şekilde sömürmeyi başlıca amacı haline getirmiş işbirlikçi finans-kapitalin en gerici, en şoven, en gözükara kadroları var.

Liberal tabir edilen burjuva devletinin bilindik kurumlarını ve kurallarını fiziken ve hukuken ortadan kaldırmayan, ama onların içini tamamen boşaltarak işlevsizleştiren, salt bir görüntüye indirgeyen, yerine getirdiği siyasal işlevi itibariyle değil, sadece bu bakımdan klasik faşizmden farklılık arz eden, bir popülist rejim var.

Bu rejimle barış yapılamaz.

Daha öncesine gitmeyelim, düne kadar, torbacılarına siyasal amaçları için cinayet işlettiren, halen genel merkezlerinde el ele kol kola mafyatik katillerini ağırlayan bir partinin “barış” çağrısını ciddiye almak, ahmakça oltaya takılmak anlamına gelir.

Bu rejim ne pahasına olursa olsun yoluna devam etmek istiyor. Toplumsal meşruiyeti sona ermiş, sürekli erozyon koşulları içinde ayakta kalmaya çalışıyor. En öncelikli sorunu, iktidarını devam ettirmektir. Dün de benzer gerekçelerle, “masa” kurmuş, yine iktidarını sürdürme kaygusuyla o masayı devirmişti.

Peki, ne değişti? AKP, MHP, rejim değişti mi? Tersine, en olumsuz özellikleriyle takviye edildi.

Artık bir kez daha bunlara el uzatmak sadece ahmaklık değil, ihanettir. Kürt ulusal sorunu sosyalizmin sorunudur. Popülist rejimin iç hesaplarına ve emperyalist “satranç oyunu” na feda etmemek gerekir.

Bugünkü egemen Kürt siyaseti elbette bu durumu kavrayabilecek siyasal melekelere sahip değildir. Yani onunla da bu sorun çözülemez. Hem Öcalan’a “esir” diyeceksiniz, hem de “barış” ın adresi olarak onu işaret edeceksiniz. Esirle barış yapıldığı nerede görülmüş?

Kürt siyaseti bugün, anlaşılır nedenlerle, bölünmüş haldedir. Sadece, Öcalan-Kandil-DEM Parti ekseninde değil, son ikisi kendi içlerinde de bölünmüş, ya da fikri birlik içinde olduklarına dair bir görüntü vermemektedirler. Bu farklılıklar elbette, her şeyden önce, farklı sınıfsal çıkarlara referans vermektedir.

Şimdi bakınız, ABD, 1990 yılından itibaren BOP planını şekillendiriyor. Bu çerçevede, Kürt siyaseti askeri olarak “çekiç güç”, siyasi olarak Kopenghag Kriterleri şemsiyesi altında himaye ediliyor. Bir yandan da Kürt bölgesinde teröre ivme kazandırılıyor.

O arada, NATO emir-komuta zincirine tabi Türk genelkurmayının kara kuvvetleri komutanı, Suriye devletine yönelik o malum açıklamayı yapması için Suriye sınırına gönderiliyor. Öcalan on küsur yıldır bulunduğu Suriye’den apar-topar çıkarılıyor.

Soru şudur: Madem onu Suriye’den çıkaracak kudrete sahiptiniz, neden yıllarca beklediniz?

Çünkü ABD, BOP stratejisini hazırlıyor. Öcalan’ı Suriye’den çıkarıp, Türkiye’ye belli koşullar ve kayıtlarla teslim eden ABD ve bölgedeki en işlevsel maşası İsrail’dir.

Öcalan’ın, Suriye’den çıkarılıp Türkiye’ye teslim edilmesi, Türkiye halkının çıkarları veya iyiliği için değildi. Emperyalizmin çıkarları ve iyiliği içindi. TSK ve Türk devletinin esas işlevi NATO’nun, emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmek olduğu için o general Suriye sınırına gönderilerek söz konusu süreç başlatıldı.

ABD, aşağı yukarı son yirmi beş yılda dünyanın her yanında, ilerici, devrimci hareketleri büyük ölçüde tasfiye etti. Ulusal egemen yapıları, rejimleri yıktı veya altlarını oydu. Ama PKK’ye dokunmadı. Tersine, himayesine alarak yönlendirdi.

Bugün hareketin Kandil Dağı kanadından söz ediliyor mesela. Bu siyasal kanat kendi iktidarına ne kadar sahiptir? ABD isterse onları bir günde tasfiye eder. Bunu herkes biliyor. Kandil’in kendi yakın çevresi üzerinde bile ne kadar kontrolünün olduğu tartışma götürür. Kandil’ deki PKK, ABD istediği için orada faaliyetlerine devam ediyor. Bunu akıldan çıkarmayalım. Böyle bir siyasal oyuncudan söz ediyoruz.

Barış, özellikle bu bölgede çetin bir iştir. Siyaseten güçlü, yani kişilikli, tutarlı ve kararlı olmayı öngerektirir. Kürt siyaseti hiç bir kanadıyla kendi erkine sahip değildir. Ne istediğini kendisi dahi bilmemektedir. Tutarlı bir siyasal programı yoktur. Arkasında tutarlı bir siyasetin olmadığı gerillacılık çok geçmeden bir bumerang haline döner. PKK’nin başına gelen budur.

PKK liderliği Sovyet Bloğu’nun çözülme sürecine girmesiyle başlayan yeni dönemi iyi okuyamadı. Sosyalist siyasetten vazgeçerek, ABD ve Avrupa’daki müttefikleriyle işbirliği yapabilmek için liberal siyaseti benimsedi. Tarihsel olarak zaten hayli zayıf olan anti-emperyalist eğilimini de bastırdı. Kaçınılmaz olarak emperyalistlerin kontrolüne girdi.

PKK liderliği ABD’nin “Körfez sorunu” etrafındaki hamleleri karşısında, silahlı mücadeleyi anti-emperyalist siyasal mücadele lehine bırakabilseydi, muhtemelen bugün daha güçlü ve etkili bir konumda bulunacaktı. Bunu yapamadı. Geç kaldı.

Ankara’daki TUSAŞ saldırısını kim yaptı?

Olayı yorumlayanların ağırlıklı bir kısmı, saldırıyı, kendisinin devre dışı bırakılacağını gören PKK’ye, veya Kandil’e mal ediyor. PKK’nin doğrudan iki siyasal temsilcisi var: Öcalan ve Kandil Dağı. Dolayısıyla, Kandil’in Öcalan’ın ön almasını engellemek için bu eylemi gerçekleştirdiği iddia ediliyor.

Şahsen katılamadığım bir iddia. Öcalan, Kandil’siz bir anlamının, gücünün olamayacağının; Kandil de Öcalan’sız etkisinin olamayacağının gayet iyi farkındadırlar. Öcalan eliyle yürütülecek bir müzakerede Kandil kaçınılmaz olarak her zaman devrede olacaktır. Öcalan, Kandil’in en önemli siyasal temsilcisi, Kandil de Öcalan’ ı önemli kılan askeri dayanaktır. Yani ikisi birlikte bir siyasal güce, anlama sahiptir. Öcalan, hem DEM’in hem Kandil’in siyasal temsilcisidir. Ama bugün için “esir” konumundadır.

Bu sözde başlamış olan süreç yürümeyecektir. AKP-MHP’nin iktidarlarını sağlama alarak sürdürmek için bu oyuna bir süreliğine ihtiyaçları vardır. TUSAŞ saldırısı bu sözde barış sürecinin önünü Türkiye’deki rejimin lehine, onun istediği yere kadar açmak, kamuoyunu hazırlamak veya ikna etmek için gerekli görülmüş olabilir. Belki arkası da, bu sahte sürecin farklı evrelerinde, gelebilir.

Şahsen bu son gelişmelerle, 7 Haziran 2015 sonrası arasında koşutluk kuranların görece sağlıklı düşündükleri kanaatindeyim. Üstelik, Ankara Garı Patlaması ile bu TUSAŞ olayının yapılış biçimi arasında da yer yer benzerlikler var. Eylemcilerin birisinin HDP’de siyaset yapmış bir PKK’li olması da manidardır. Özellikle seçilmiş olmalıdır.

Kürt siyasetinin bu haliyle “Kürt sorunu” üzerindeki bir egemenliğinden, denetiminden ancak kısmen söz edilebilir. Ankara’daki bu son eylem, Kandil’in kontrol ettiğini sandığı ve onun adına hareket ettiğini sanan eylemcilere yaptırılmış olabilir. Muhtemelen, Kandil Dağı üst yönetiminin inisiyatifinde gerçekleştirilmemiştir.

Bu planlı saldırı, bu sözde süreç biraz daha ilerlese de, hemen sona erdirilse de, yani her iki durumda da, siyaseten kendi hanesine yazılacağını düşünen gücün eseridir diye düşünmek meşrudur. Buna göre bu güç Ankara’daki popülist rejimdir. Bunu ihmal etmeyelim.

Burada önemli olan, MHP liderinin samimiyetsiz önerilerinin gerisine düşüp düşmemek değil, MHP lideri eliyle sunulan, rejimin sürdürülebilmesi için oynanan tehlikeli bir oyunu deşifre etmektir.

Bu arada, hep AKP-MHP diyoruz, CHP’ye haksızlık ediyoruz. CHP bu rejimin “muhalif” görünümlü payandasıdır. Lideri, tıpkı selefi gibi, bir tür “tuzluk” işlevi görmektedir. Tekrar olsun, rejimin halkla ilişkileriyle görevlendirilmiştir.

Bu siyasal yapı iktidarıyla muhalefetiyle alt edilmeden, emperyalizm ve siyonizm, en azından bölgemizde, geriletilmeden Kürt sorunu gerçekçi bir şekilde tanımlanamaz. Dolayısıyla çözüme kavuşturulamaz. Kürt sorunu iç ve dış gerici güçlerle müzakere edilemez. Böyle bir olası müzakerede kaçınılmaz olarak gericilerle aynı çizgide yer alırsınız.

Son olarak, ABD ve İsrail’in böyle bir barışı istemeyecekleri iddiası doğru değildir. Türkiye’deki rejimin Kürtlerle bağlaşması, özellikle şu sıralarda onları memnun eder. Bölgesel planlarını gerçekleştirmek bakımından işlerine gelir. Üstelik Suriye devletine karşı ellerini güçlendirir.

Sonra, Türkiye BRICS’e üye olmak istediği için bu eylemin yapılmış olabileceği iddiası da zorlama bir iddiadır.

ABD ve NATO Türkiye’nin BRICS üyeliğinin kendilerini rahatsız etmeyeceğini söylerlerken elbette yalan söylemektedirler. Çok rahatsız edeceğini hepimiz biliyoruz. Muhtemelen, BRICS’in en zayıf halkası görüntüsü veren kurucu Hindistan’ın resti için zemin hazırlanmış olmalıdır. Ayrıca, BRICS konusu daha çok su kaldrır.

Hindistan ayrı bir yazının konusu olabilir. Şimdilik şu kadarını ifade edeyim, Modi yönetimi Amerikancı, siyonist, neo-liberal, dinci-etnik milliyetçi (“Hindutva”) bir anlayışa sahip. Ülkede büyük bir müslüman nüfus var. Hindutva ideolojisi bunları yok sayar. Dahası, “nefret objesi” haline getirir.

Hindistan BRICS’e jeo-ekonomi-politik zorunluluklar dolayısıyla, özellikle Çin’le olan tarihsel sorunları nedeniyle kurucu olarak katılmak ihtiyacı duymuştur.

Halen Modi yönetiminin BRICS’i emperyalistler lehine içeriden zayıflatmak ya da işlevsizleştirmek için çaba harcadığını saptamak gerekiyor.

Bitirirken, genel olarak Hindistan’daki egemen sermaye çevrelerinin, BRICS’in belli kayıtlarla ve sınırlamalarla, çıkarlarına olduğunu düşündüklerini de belirtmek isterim. Çünkü bu sermaye, emperyalist sistemin kendisi için biçtiği ekonomik rolü daha fazla sürdürmek istememekte, ekonomik rollerin, yeni bir dünya düzeni içinde, kendisini gözetir şekilde, yeniden tanımlanmasını talep etmektedir.

Hindistan’ın Çin’le rekabet ederken, Rusya’yı da karşısına alması ülkenin istikrarsızlaştırılmasına davetiye çıkarır. Buna karşılık, ABD, Çin ve Rusya ile çıkar birliği içinde, barışık bir Hindistan’ı istikrarsızlaştıramaz.