İran’ın verdiği mesaj

İran, daha önce ertelemiş olduğu, son karşı-saldırısıyla, , İsrail ve ABD’ye diyor ki, “eğer Ortadoğu’daki savaşı, şiddeti tırmandırmayı sürdürmek istiyorsanız, sonuna kadar direneceğim. Bedel ödeteceğim. Ben kolay lokma değilim.” Mesajı bu kadar nettir.

ABD siyasal aklı, sanılanın aksine, sağlam öngörülere dayanmaz. Kendi gücünü, daha doğrusu, güce dayalı siyasal konumunu çok abarttığı için rakiplerinin kapasitelerini değerlendirmekte yanlışlar yapıyor. Son on yıllarda, özellikle ekonomik hegemonyasının (1) zayıflamasının yol açtığı panik havasıyla, bu siyasal değerlendirme hataları süreğen bir görünüm aldı.

Buna karşılık, ABD ekonomik yaptırımlarla ülkeyi felç edebileceğini, böylece beklediği “renkli devrim”in gerçekleşebileceğini düşündü. Yine bu beklentinin tersine olarak, İran savunma sanayii ülkenin içinde bulunduğu bütün ekonomik olumsuzluklara rağmen kendisini daha da geliştirdi. Daha fazla Rusya ve Çin’e yöneldi.

ABD’ye egemen olan siyasal akıl şunu göremiyor: Avrupa’da Ukrayna’ya; Ortadoğu’da İsrail’e dayanarak şiddeti tırmandırmak, bu sayede Rusya ve İran’ı teslim almak mümkün değil. ABD’nin bu körlüğü, hegemonyasının sönme süreci içinde izlediği siyasal metodolojinin yanlışlığıyla alakalı. Tarihsel, diyalektik bir perspektif yerine, yeni dünya gerçekliğiyle örtüşmeyen, dolayısıyla eski siyasal davranışları tekrar eden bir anlayışı sürdürmekte ısrar ediyor. Böylece kendisini siyaseten sürekli boşa düşürüyor.

ABD, İran’ı ciddiye almıyor. Rusya’yı ciddiye almıyor. Bununla birlikte, bu ikisiyle doğrudan bir çatışmaya giremeyeceğini de görüyor. “Proxy” leriyle bu ikisini zayıflatarak, son vuruşu yapmayı düşünüyor. Olmuyor. Olmayacak.

Bu arada zaman ABD aleyhine işliyor. ABD, İran’ı Irak; Rusya’yı Ukrayna sanıyor. Şaka gibi!Meşhur özdeyiştir, “avını kendisinden iyi tanımayan av olur”.

Daha vahim olanı, şimdiki mevcut iki başkan adayının ABD’nin müzminleşen bu siyasal optik sorununu çözmek konusunda umut verici olmamaları.

Aslında, tablo öyle içinden çıkılamayacak kadar karışık da değil. Tersine, bugün eskisinden çok daha net. Eğer, Çin’i, Rusya’yı, İran’ı tecrit etmeye kalkışırsanız, kendiniz tecrit olursunuz. İnanmıyorsanız, açın önünüze bir siyasal-ekonomik coğrafya atlası, inceleyiniz. ABD bu gerçekliği kabullenemiyor.

Şimdi İsrail ne kadar etkili bir misilleme yaparsa, İran da o ölçüde büyük bir misillemeyle yanıt verecek. İran’ın karşı-saldırısının esas mesajı budur. Diyelim, İsrail İran’ın petrol tesislerini vurdu. İran bu durumda, bölgedeki açık ve örtük ABD ve İsrail müttefiklerinin benzer tesislerini vurmaya kadar işi vardırmak isteyecektir. Bu durumda, petrol ve gaz fiyatları kaçınılmaz olarak hızla artacak, ABD’nin müttefikleri arasında da bu savaşı ve ABD’nin siyasal meşruiyetini sorgulama eğilimleri güçlenecektir.

ABD bir kara savaşını göze alamadığı sürece de bu yangın süreci yayılarak, körüklenerek devam edecektir. Tekrar olsun, bugünkü koşullarda, ABD ne Ortadoğu’da ne de Avrupa’da (2) bir doğrudan savaşı, kara savaşını göze alamaz. Alamayacak.

İran bu son askeri hamlesiyle, öyle öteden füze fırlatmakla bu işlerin olamayacağını anlatmak istiyor: “Sen bana atarsan, ben de sana atarım, e sonra?”

Deniliyor ki, İran’ın ekonomisi kötü. Doğrudur. Pekiy, İsrail’in ki iyi mi? Dün internette baktım, İsrail’in 7 Ekim’den beri ABD’ye günlük maliyeti yaklaşık 18 milyon dolarmış. Sonra, bugün dünyada, ciddi ekonomik sıkıntıları olmayan ülke var mı? Dünya ekonomisi, kırk yıl öncesine göre daha entegre. Amerika’da gök gürlese, başka yerlerde yağmur yağıyor.

ABD’nin çevreleme veya izolasyon siyaseti, dönüp kendisini vuruyor. Kendisini izole ediyor. İzole etmek istediklerinin bağlaşmasını takviye ediyor. Bu da, ABD’nin siyasal meşruiyetinin giderek daha geniş bir çevrede sorgulanmasına yol açıyor.

Bugün kimse aldanmasın, bütün enformatik kampanyalara rağmen, Amerikan halkının kahir ekseriyeti İsrail’in saldırganlığını tasvip etmiyor. İsrail’e sempati duymuyor.

Bir de, Rusya’nın İran’la birlikte savaşacağını belirten Amerika kaynaklı iddialar var. Zaten birlikte savaşıyorlar. Savaşmak zorundalar. Emperyalizm karşısında ortak siyasal çıkaralara sahipler. Ancak, Rus askerlerinin sahaya inip İran ya da Filistin için savaşmalarını beklememek gerekir. Böyle bir girişim yanlış olur zaten.

Ama İran’a Rusya’nın maddi, askeri, diplomatik yardımlarının, katkılarının olmamasını da beklememek gerekir. Olmaması da, Rusya adına, siyaseten yanlış olur. İkisi zaten son on küsür yıldan beri Suriye’de müttefik güçler olarak birlikte emperyalizme karşı savaşıyorlar.

Gazze’yi yenemeyen İsrail (Öyle Gazze sokaklarında İsrail tanklarının dolaşması-kaldı ki ilk kez de dolaşmıyor- İsrail’in kazandığı anlamına gelmez. İsrail daha Gazze halkının elindeki esirlerini kurtaramadı), Lübnan’ı, Yemen’i, Suriye’yi, İran’ı mı yenecek? Ülkemizdeki “liberal”, “İslamcı”, “Kürtçü”, “Kemalist” vs elemenalardan oluşan ortak “İsrail muhipleri korosu” nun nakarat haline getirip yineledikleri temennilerine rağmen İsrail’in kazanması olanaklı değil.

Son olarak, ülkemizdeki devrimcilerin, sol camianın Filistin sorunu konusunda kendilerini siyasal olarak netleştirmeleri gerekiyor. Filistin sorununu nasıl görüyorlar? İsrail’e karşıyız demek yetmiyor. Şimdi çıkıp, “İsrail’le ticaret en aza indirilsin” demek bir siyasal tutumsa, “İsrail tanınmasın, onunla her türü ilişki tamamen kesilsin” demek farklı bir siyasal tutumdur.

Bir kere, İsrail’in, Filistin halkına rağmen, 1948’deki BM kararıyla kurulmasını ve en son “iki devletli çözüm” anlaşmasını (Bu talep etrafında Filistin halkına bir anlaşmayı baskıyla kabul ettirenler imzalarının gereğini yerine getirmediler) destekliyorlar mı?

Onlara göre İsrail devleti nedir? Siyasal meşruiyeti var mıdır? Netleşmek gerekiyor.

NOTLAR:

(1) Daha önce bir çok kez belirtmiştim. Ekonomik hegemonyanın sönme sürecinin ivme kazanması ABD’yi daha fazla korumacı davranmaya ve askeri önlemler almaya sevk ediyor. Ekonomik hegemonyanın düşüşü, meta ve finans pazarı daralması veya açlığı şeklinde tezahür eder.

Hegemonik güç varlığını sürdürebilmek için en geniş alana ve her yerde önceliğe sahip olmak ihtiyacı duyar. Bu ihtiyacını karşılamasının önündeki engelleri artık “laissez-faire” anlayışıyla aşması söz konusu değildir. Kendi söyleminin, telkinlerinin aksine korumacı reflekslerle hareket eder.

Görüyoruz, ABD, bir yandan “serbest piyasa” diyor. Diğer yandan, rakiplerine yaptırımlar, kısıtlamalar dayatıyor. Bu eğilim, yine görüyoruz, giderek askeri önlemlerle takviye ediliyor. ABD’nin bu hareket tarzı uluslar arasındaki eşitsizliği sürdürülemeyecek aşamaya doğru itiyor. Rakiplerini de, kaçınılmaz olarak, askeri önlemler almaya sevk ediyor.

(2) Yine daha önce bir çok kez belirttiğim gibi, ABD ve İngiltere, Ukrayna’yı Almanya ve Rusya arasında sorunsallaştırmak istiyorlar. Almanya ve Rusya’nın yakınlaşmasını önlemek için Ukrayna’yı ikisi arasında çiban başı işlevi de görecek surette tampon ülke haline getirmeye çalşıyorlar.