İsrail

Hasan Nasrallah’ın değerli anısına

İsrail söz konusu olduğunda dünyadaki, ülkemizdeki sol çevrelerde, sinik ve oportünist diyebileceğim bir siyasal tavıra tanık oluyoruz. Bunun nedenlerinden birisi, emperyalistlerin ve İsrail’in sıklıkla kullandıkları “anti-semitizm” ideolojisidir.

Nazilerin, tarihsel ve genel olarak hristiyan Avrupa’nın kendi içindeki yahudi nüfusa karşı izlediği ayrımcı, dışlayıcı tavrı, radikal ırkçı bir program haline getirerek bütün Avrupa’da uygulamış olmasının yol açtığı trajik sonuçların etkisi altındaki sosyalist ve küçük-burjuva demokrat kesimlerin tereddütlerinde bu söz konusu imal edilmiş ideoloji etkili olmaktadır.

“Bizi anti-semitist olmakla suçlarlar” psikolojisi siyaseten sinik ve oportünist tavırları teşvik etmektedir. Emperyalist siyonizmin imal etmiş olduğu “anti-semitizm” ideolojisinin böyle bir siyasal işlevi vardır.

Ancak, bu ideolojinin etkisi altında, en azından, pasifize edilmiş bu aynı kesimler, yine emperyalist siyonizmin kendisini meşrulaştırmak için savunduğu “semitist” ideolojiyi (üstelik de İsrail’in varlığıyla siyonist siyasal amaçların hizmetine koşulmuş olduğu bir durumda) görmezden geliyorlar. Veyahut, anti-semitist ideoloji bu gerçeği görmelerini engelliyor diyelim.

Yanlış anlaşılmasın, nasıl ta başından bir “semitizm” varsa, kaçınılmaz olarak, bir “anti-semitizm” de vardır. Burada söz konusu olan, bu ikincisinin emperyalist siyonizm tarafından 2. D.Savaşı sonrasında, emperyalizmin siyasal amaçları açısından yeniden formatlanmış halidir. Daha önceki yazıda da değinmiştim, Sünni siyasal İslam ve siyonizm, siyasal ve ideolojik olarak, adeta eşzamanlı olarak formatlanmıştır.

İsrail karşısındaki yanlış tavrın bir diğer kaynağı da, emperyalist merkezlerde, işçi aristokrasisine benzer biçimde oluşturulmuş, bir “entellektüel aristokrasi” nin yaratılmasına katkı yaptığı, özünde anti-komünist kayguların yol verdiği, bilgi kirliliği ve siyasal çarpıtmadır.

Buna göre, sadece Nazi Almanyası değil, SSCB de “anti-semitist” idi. Filistin ülkesi, orasını çok büyük ölçüde terk etmiş olsalar da, aslında yahudilerin tarihsel coğrafyası olarak en çok onlara aitti. Dolayısıyla, o topraklarda bir İsrail devletinin kurulması meşruydu. Kaldı ki bu devlet, genel olarak arkaik, anti-Batı, anti-demokratik değerlerin egemen olduğu bir coğrafyada “uygar dünya” yı temsil edecek, bölgenin uygarlaşmasına (yani emperyalizmin hizmetine girmesine) katkı yapacaktı.

Elbette, bu iki neden ya da kaynak birçok durumda görüldüğü gibi, birlikte, iç içe bir görünüme sahiptir. Söz konusu aristokrasinin de ana işlevi, malum, emperyalizmin siyasal çıkarları adına üretilmiş bu tür malzemeyi “sol” ambalaj içinde servis etmektir.

Bunun karşısında, devrimci sosyalistlerin öncelikle İsrail’in siyaseten ne olduğunu anlamaları, onu doğru tanımlamaları gerekir.

İsrail nedir? İsrail, emperyalizmin, SSCB’yi de istismar ederek, Filistin halkının ülkesini, ağırlıklı olarak Avrupa coğrafyasından (Avrupalıların çok iyi bildikleri programatik sömürgeci bir anlayışla) taşınmış işgalci yahudi nüfus aracılığıyla sömürgeleştirmek için kurulmuş bir devlettir. (1) Filistin, İsrail adını taşıyan emperyalizmin maşası olan bir devletin sömürgesidir. İsrail, emperyalizm adına bir “vekil” devlettir. Dolayısıyla Filistin, Anglo-Amerikan emperyalizminin fiili işgal altındaki sömürgesidir. Filistin halkı sömürge halkıdır. Direnişi sömürgeciliğe karşı direniştir.

Öyleyse, bir anti-emperyalistin İsrail devletini tanımaması gerekir. Tutarlı siyasal tavır bunu gerektirir. Böyle bir tavrı alabilmek için sosyalist olmak da gerekmiyor. Samimi bir anti-emperyalist olmak, ya da anti-kolonyalist olmak yeterlidir.

Ancak, bugün kendisini sosyalist, komünist olarak tanımlayanların, bu Batı menşeli “entellektüel aristokrasi” nin etkisi altında, hâlâ “iki devletli çözüm” den söz ettiklerine tanık oluyoruz.

Bu iki devletli çözüm FKÖ’ye de kabul ettirildi. Örgütün silah bırakması, teslim olması temin edildi. Militanlarına Filistin coğrafyası terk ettirildi. Antlaşmalar imzalandı. Ne oldu? Hiç birine uyulmadı. İsrail işgal ettiği alanı sürekli genişletti. Genişletmeye de, katliamlar pahasına, devam ediyor.

Devrimci sosyalistlerin (tabii artık kaldığı kadarıyla) Filistin konusundaki lakaytlığı bırakıp, akıllarını başlarına almaları gerekiyor. Küçük burjuva kemalist ideolojinin belli, egemen bir versiyonun yaydığı anti-Arap (“Bizi arkamızdan vuran Araplar” hikayesi- bu arada “biz” dedikleri de Osmanlı İmparatorluğu oluyor), pro-İsrail (“İsrail laik, demokratik, ilimde fende ileri, modern bir devlet” hikayesi- iyi ama emperyalist ülkeler de öyle değil mi?) mesnetsiz söylemlerin etkisinden kurtulmak lazım.

Tekrar olsun, İsrail bir “proxy” devlet olarak kuruldu. Amerikan establishmentının çekirdekten yetiştirdiği Biden’ın bir kaç kez açıkça veciz biçimde ifade ettiği gibi, “eğer İsrail olmasaydı, ABD yine bir İsrail yaratırdı”. Vaktiyle, bir ABD’li general de, “biz İsrail’i Ortadoğu’daki uçak gemimiz gibi görüyoruz” demişti.

Hasan Nasrallah sosyalist değildi. Anti-komünistti. Ancak, bugünkü birçok “sosyalist” i utandıracak kadar kararlı, inanmış bir anti-emperyalistti. Yine, değme solculardan daha cevval bir siyasal akla sahipti. Dolayısıyla, devrimci sosyalistlerin “doğal” müttefikiydi. Nasrallah, Şii islamcılarda örneklerine sık rastladığımız, emekçi sınıf içinden çıkmış, kendi kendisini yetiştirmiş, siyasal analiz kapasitesi yüksek, yiğit bir dava adamıydı. Militandı. Kaliteli bir taktisyendi. Anti-emperyalizmi, din adamı olmasına rağmen, ülkesiyle, coğrafyasıyla, diniyle, mezhebiyle sınırlı değil, tutarlı olarak, enternasyonal ve dünya çapındaydı.

Mülakatlarında sıklıkla, İsrail’in ABD’yi değil, Anglo-Amerikan emperyalizmin İsrail’i kullandığını ısrarla belirtiyordu. “İsrail görünürdeki, sahaya sürülmüş düşmandır, asıl düşman onu sahaya sürüp, arkasında duran ABD ve İngiltere’dir. İsrail’in arkasında İngiliz jeo-politik öğretisi ve Amerikan askeri-sanayi kompleksi, finans sermayesiyle iç içe geçmiş petrol tekelleri var” diyordu. İnternette halen bu mülakatlarının çoğu izlenebiliyor. Hatta son görüşmelerinden birinde, “Arapların çoğu İsrail’in ve Yahudi sermayesinin Amerika’yı yönettiğine inanıyor. Tekrar tekrar söylüyoruz, anlatamıyoruz, bunun tersi doğrudur” diyordu.

Nasrallah’ın ölümü anti-emperyalist direnişin saflarını daha da genişletecek, takviye edecektir.

Emperyalistler, Ortadoğu’daki “proxy”si olan İsrail aracılığıya bölgedeki kaosu yayıp, derinleştirmek, başta İran olmak üzere bölgedeki ülkeleri istikrarsızlaştırmak istiyorlar. Anlaşılıyor ki, şimdiki halde doğrudan bir savaşa girmeyi gözleri kesmiyor. İsrail, kendisini bu saldırganlığıyla siyasal olarak tüketene kadar onu ittirecekler. ABD, İran’la doğrudan bir savaşa girmeyecektir. Dolaylı olarak bunu İsrail üzerinden yapmayı planlıyor.

Benzer bir şeyi, Avrupa’daki yeni “proxy” si olan Ukrayna etrafında da söylemek mümkündür. ABD, Rusya ile doğrudan bir savaşa girmeyi, en azından şu sıralarda, düşünmüyor. Ukrayna’yı, yetmediği yerde de, Avrupa’daki diğer uydularını devreye sokmayı planlıyor. Bununla birlikte ABD, Ukrayna’da, Ortadoğu’ya göre, çok daha kontrollü davranacaktır.

Elbette, Rusyanın son açıklamalarından sonra beyinsel kontrolü ABD ve NATO merkezlerinde olan uzun menzilli füzelerini Ukrayna’ya kullandırtmayacaktır (Zaten Ukrayna bunları kendi başına kullanabilecek olanaklara sahip değil). “Proxy” Ukrayna’ya, “proxy” İsrail’e tanınan hareket özgürlüğü tanınmayacaktır.

Seçimleri Trump kazanırsa, operasyonun Avrupa kısmı aksar ya da zayıflar diyelim. Ancak Ortadoğu kısmı daha da şiddetlenebilir. Harris kazanırsa, tersinin olma olasılığı görece daha yüksek görünüyor.

NOTLAR:

(1) Sömürgeleştirmenin değişik yöntem ve araçları olduğunu tarihsel bilgilerimiz dolayısıyla biliyoruz. Bunların biri de işgalci-yerleşimciler aracılığıya sömürgeleştirmektir.