Ayşenur arkadaşı tanımıyorum, kim olduğunu bilmiyorum. Bütün bildiğim, ABD yurttaşı bir aktivist olarak toprakları işgal edilerek sömürgeleştirilmiş Filistin halkının şanlı direnişine destek vermek için gittiği Filistin’de, terörist İsrail devletin terör ordusuna mensup bir asker tarafından hedef alınarak, Batı Şeria’da, katledilmiş olduğudur.
Ayşenurlar insanlığın onurunun ayaklar altına alınamayacağını, adil, eşitlikçi, özgür bir dünya umudununun yok edilemeyeceğini hayatlarını ortaya koyarak kanıtlayan, bu yolda bayraklaşan, bizatihi onurumuz olan insanlardan.
Ayşenurlarımız olduğu sürece umutsuzluk yok! Ayşenurlarımız olduğu sürece bizi yenmeleri mümkün olmayacak.
Ayşenur’la Narin’i öldürenler müttefik güçler : Siyonistler, İslamcılar. Müttefikler, çünkü ikisi de aynı emperyalizmin maşasıdır. İkisinin de varlık nedeni, emperyalizmin siyasal amaçlarına hizmet etmektir.
Emperyalizmin uşakları olarak onların gücü savunmasız, zayıf insanlara, kız çocuklarına yetiyor. İlk defa olmuyor. Emperyalistler var oldukça, bu hizmetkârları böyle kolayca at koşturdukça, bu sonuncusu olmayacak.
“Namuscular” ın diyarında, küçük Narin’in öldürülmüş olmasından daha da vahim olan ölümünden sonra tanık olduklarımızdır. Narin kız ölümüne nasıl dirensin, ölümü için devlet ferman çıkarmış! Tıpkı, terörist İsrail devletinin Ezgi için yapmış olduğu gibi.
Şimdi hâlâ İsrail muhipleri çıkıp, Gazze’deki direnişi sürdürenlerden “Hamas ümmetçi ama İsrail ve ABD işbirlikçisi FKÖ veya “Filistin Ulusal Otoritesi” laik; biz laik kemalistler olarak ancak ikincileri savunuruz” demekte ısrarcılar.
Laiklik de, Aydınlanmacılık da tek başlarına bir anlam ifade etmiyorlar. Hangi siyasetlerde içerildikleri, hangi siyasal amaçlar için kullanıldıkları önemli. Her ikisine de hem burjuvazi hem proletarya siyasetleri (farklı yüklemlerle) referans verir.
Rousseau’muzun aydınlanmacılığı, Voltaire’in, D’Alembert’in, Condorcet’nin aydınlanmacılığıyla aynı şey mi?
Emperyalist-siyonist işgalcilere karşı direnen ama laikliği telaffuz etmeyen ya da siyasal bilinç düzeyleri itibarıyla edemeyenleri desteklemeyeceğiz. Sırf “laik” olmadıkları ve belki de bu kavramı hiç duymamış oldukları için. Bu işgale karşı sessiz kalan, böylece onunla suç ortaklığı yapan laiklerle birlikte olacağız. Sırf “laik” oldukları için (1)
Tam “Atatürkçü siyaset ya da siyasal bilinç” diyerek parlatılan da budur zaten. Onun için bugün ülkeyi bu hale getirdiler. İslamcı müttefikleriyle birlikte. Kendileri işin içinden çıkamayınca, bir süreliğine, tahterevallinin öteki ucunda oturan oyun arkadaşlarını yükselttiler.
Şimdi nöbet ya da rol değişimi zamanı deniliyor. Bu kez İslamcıların bastırması, onların ağırlığıyla Atatürkçülerin yükselmesi bekleniyor : “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”
Bunların ikisi de (ama “son tahlilde” değil) aynı tezeğin suyudur. Biz devrimci komünistleriz. Kimseye diyet borcumuz yok.
Nasıl, devlet aydınlatılmasını uygun bulmadığı için Narin cinayeti örtülmek isteniyorsa, yine o devleti kontrol eden işbirliği halindeki iç ve dış siyasal güçler bu rejimin İsrail’e “çaktırmadan” destek olmasını istiyorlar. Yine mesela, bir erken seçimle rejimin toplumsal temellerinin zayıflatılmasını arzu etmediklerinden artık hizipleştirerek kontrol edebildikleri “muhalefet” e, kendi yarı sahasında, top çevirtiyorlar.
Konuyla doğrudan bağlantısı olmasa da, Kürt siyasetine göre, ülkede 40 yıldan beri ivmelendirilmeye çalışılan bir ulusal kurtuluş savaşı var. Bu mücadeleler istisnasız onun içinde yer alan özneleri aydınlatır. Yani “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” ilerici, yeni bireylerin ortaya çıkmasına vesile olurlar. Dönüp Kürt coğrafyalarına bakınız, sokaklarında böyle bir mücadelenin parçası olduğu izlenimi edinebileceğiz kaç kişiye rastlarsınız?
Kırk yıl “gerilla mücadelesi”, bunun aşağı yukarı son otuz yılı, açık ya da örtük, NATO himayesinde. Siyasal çürümenin ilk işareti, bizde son 20 yılda kullanıldığı bağlamda, “liberalleşmek” tir. Kürt siyaseti liberalleşti.
Yukarıda sözünü ettiğim ideal devrimci tip, ancak sosyalist, komünist siyasal-kültürel derinliğe ulaşıldığında gerçekleştirilebilir.
NOTLAR:
(1) Öyle koşullar olur ki, bütün emperyalist güçleri aynı kefeye koymanız taktik olarak yanlış olabilir Mesela, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında Alman emperyalizmini düşmanlaştırarak, Britanya, Fransa gibi işgalci emperyalist devletlerle aynı kefeye koymak yanlış olurdu. Öyle durumlar olur ki, bütün karşı-devrimci güçlere “aynı düşman” muamelesi yapmanız taktik bir hata olabilir. Mesela yine aynı savaş esnasında, saltanatla ve işgalcilerle işbirliği yapan feodaller veya eşrafla, aynı zümrenin böyle bir işbirliğinden kaçınan üyelerini aynı kefeye koymak hata olurdu. Aynı biçimde, size fikren ya da siyaseten yakın görünen güçlere, mücadelenin bir uğrağında, “öncelikli düşman” işlemi yapmanız gerekebilir. Mesela, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ordunun komuta kademesindeki hiziplere ya da Çerkez Ethem güçlerine karşı yapılan siyasal muamele buna örnek olabilir.
Somut durumun somut analizi, sadece nesnel koşulların analizi demek değildir. Aynı zamanda, öznel durumun, belli bir durum içindeki siyasal güçlerin hem kendi aralarındaki hem de devrimci proletarya siyasetiyle olan çelişkilerinin devrimci işçi sınıfı hareketinin siyasal çıkarları açısından değerlendirilmesi anlamına gelir.
Ancak, alınan taktik kararlar ne olursa olsun, bu söz konusu güçlerin siyasal nitelikleri, gerçek sınıfsal-siyasal kimlikleri her durumda ilan edilmelidir. Gerçekçi olacağız, kendimizi aldatmayacağız.