Öncelikle şunu tekrar söyleyeyim, Haniyeh suikastini duyunca, Reisi’nin bir kaza sonucu ölmemiş olduğuna, Haniyeh’i de öldüren İran’daki iç güçler ve şu ya da bu biçimde, şu ya da bu derecede bağlantılı oldukları dış güçler tarafından öldürülmüş olduğuna ikna oldum. He iki suikast de, nedenleri ve sonuçları itibariyle, jeo-ekonomi-politik olaydır..
Şimdi, Haniyeh suikasti öncesinde gerçekleşmiş bir gelişme, Çin’in liderliğinde, Filistinli rakip siyasal grupların bir araya gelip, uzlaştıkları görülmüyor. Çin’in Sünni dünyanın lideri olarak S.Arabistan ve Şii dünyanın önderi olan İran’ın arasını bulması, ardından da Filistinli grupları uzlaştırması çok önemli jeo-ekonomi-politik hamlelerdi.
Bu iki suikast, ve İsrail’in süren provokasyonları, giderek şekillenmeye başlayan Çin ve Rusya kutbunun söz konusu hamlelerine de yanıt olarak okunmak gerekir.
Pekiy, İran şimdi ne yapacak? Bence, İran ve bölgesel müttefikleri, İsrail’in arzuladığı gibi, büyük emperyalist güçlerin sahaya inerek dahil olacakları bir savaştan kaçınmak adına bir “büyük eylem” le yanıt vermek istemeyeceklerdir. Soğukkanlı davranıp, daha önce de yapmış oldukları gibi bir miktar füze fırlatmakla yetinip, belki bu kez İsrail için nispeten daha can yakıcı sonuçları olacak girişimlerde bulunacaklardır.
Hem İsrail hem de emperyalist hamileri zaten o kadarı için hazırlık yapmışlardır.
Şu aşamada, ne İran ne de ABD (özellikle de başkanlık seçimi öncesi) böyle bir savaş seferberliği içinde olmayı isteyecektir.
İran’ın asıl sorunu kendi içinde, asıl odaklanması gereken yer orası. Sadece İsrail ve ABD kontrolünde, İran’da at oynatabilen terör gruplarından, maşalardan söz etmiyorum. Esas olarak, İran yönetici sınıfı içindeki mücadeleyi kastediyorum.
İran’ daki popüler teokratik rejimin önünde, daha önce de bir çok kez değinmiş olduğum gibi, iki yol olduğunu görüyorum : Ya Çin ve Rusya’nın giderek daha güçlü fırça darbeleriyle şekillendirdikleri kutba, öyle “misafir oyuncu” olarak değil, tam anlamıyla dahil olacak. Ya da, yeni cumhurbaşkanının (şimdilik) örtülü olarak belirttiği gibi, Batı’yla, bu arada İsrail’le de zaman içinde yumuşama sürecini başlatacak. Bunun da ilk adımı, muhtemelen, nükleer antlaşma olacaktır.
Görünen o ki, bu suikast Pezeşkiyan’ın işini biraz zorlaştıracak.
Yine de Trump kazanırsa, İran’ın bu ikinci yolu seçme olasılığının yükselebileceğini düşünüyorum. Kamala Harris’in, Hilary Clinton gibi, şahini oynayacağına inanıyorum. Şunu da ilave edeyim, ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi, büyük bir savaşın gerçekleşme olasılığı bakımından büyük önem taşımaktadır. Harris’in “savaş partisi” ni temsil ettiğinden kuşku duymamak gerekir (1)
Bitirirken, iç politikayla ilgili de bir kaç şey söylemek isterim. İktidar ve muhalefet arasında ta başından beri bir tiyatro oynanıyor, öyle izliyoruz. En son hatırlarsanız, Erdoğan tarafından ısmarlama hazırlatılmış anayasanın ısmarlama atanmış mahkemesi, Tayyip Erdoğan’ın aldığı bir çok kararın anayasada belirtilmiş yetki ve görevleriyle bağdaşmadığını, yani gayri meşru olduğunu açıklamış, yani uzunca bir zamandan beri almış olduğu bir çok kararın, yapmış olduğu bir çok uygulamanın anayasa aykırı olarak “yok hükmünde” olduğunu ilan etmişti.
Muhalefet ne yaptı o zaman? İşte, “günün anlam ve önemine binaen verilmiş nutuklar” mesabesinde açıklamalar yapmış, sonra konu unutulup gitmişti. Yani, Anayasa Mahkemesi, netice olarak, Erdoğan meşru değil diyor. Şimdi de, Can Atalay kararı var. Serbest bırakılmayacağını rejimin dayandığı koalisyonunun hukuksal işler sözcüsü bir refleksle duyuruyor. Muhalefet ne yapacak? Hep yaptığını, yani paratoner rolünü yerine getirmeye devam edecek.
CHP’nin içinde üç ayrı parti olduğu görülüyor. İmamoğlu Partisi, Kılıçdaroğlu-Yavaş Partisi ve geriye kalanlarla yetinecek gibi görünen Özel Partisi. Özel bu tabloyu, ani bir erken seçim istemini kararlılıkla dile getirir, o doğrultuda, bir çok örgütünün, çoğu milletvekilinin direnişlerine rağmen sahaya inerse, seçmenleriyle doğrudan temas kurarsa, kendi lehine değiştirebilir.
Yoksa, dağılma riski büyür.
Onu bırakın da, CHP gibi laikliğin sözcüsü rolü oynamış partinin lider kadrolarının, Tayyip Erdoğan gibi, “Cuma çıkışları” nda cami önü konuşmaları yapmalarını, herhalde, çoğumuz daha önce aklımıza bile getiremezdik. Ya, buna Demirel, Erbakan gibi sağcı müteveffa veteranlar dahi kalkışmamışlardı.
Şimdi buradayız!
NOTLAR:
(1) Bu yazıyı yazdıktan sonra Harris’in Demokratlar’ın adayı olacağı kesinleşti. Harris, Hilary Clinton çevresinden bir şahin figürdür. Biden onu başkan yardımcısı yapmak istememişti. Hatta belki de Biden’ın kendi başkan adaylığında çok ısrarcı olması, yerine Harris’in aday gösterileceğini biliyor olmasındandır. Yani muhtemelen onun aday gösterilme olasılığının yüksek olduğunu bildiği için de direnmiş olmalıdır. Tabii Biden derken, sadece onun şahsından değil, onun Demokrat Parti içinde temsil ettiği anlayıştan söz ediyorum. Biden, Obama türünden bir başkandı.
Benim ömrü hayatımda gördüğüm en karanlık, en tehlikeli ABD başkan adayı Hilary Clinton idi. Dışişleri bakanlığı sırasında Arap Baharı tezgahıyla, Libya, Suriye, Afganistan, sonra, Ukrayna gibi coğrafyalarda yaptığı, yapmaya çalıştığı işleri biliyoruz. Obama, başkanlık dönemleri sonrasında verdiği bir mülakatta, Hilary Clinton’ın çevirdiği bir çok işten sonradan haberdar olduğunu ya da kendisine Clinton tarafından doğru bilgi verilmediğini ima eden sözler sarf etmişti. Şimdi bu Harris de Hilary Clinton ekolünden bir siyasetçi. Özellikle bugünkü dünya koşullarında, H.Clinton kadar tehlikeli olabileceğini öngörmek gerekiyor.