Siyasal İslam da, özellikle de Sünni siyasal İslam, tıpkı siyonizm gibi emperyalizmin ihtiyaçlarına yanıt verecek biçimde oluşturulmuştur. Her ikisi de emperyalizmin arabasına koşulmuşlar, ona hizmette yarış halindeler. Bunu yaparken, birbirlerini de sürdürülebilir kılarlar. Bu bakımdan, nerede siyonizm varsa, orada siyasal İslam; nerede siyasal İslam varsa, orada siyonizm hazır ve nazırdır. İşbirliği halinde tabii. İkisi müttefiktir. Dahası, birbirlerine siyasal ve ideolojik olarak muhtaçlar. Suriye ile ilgili erken yazılarda bu konuya daha ayrıntılı olarak değinmiştim.
Hem bizim için hem yabancı devletler için siyaseten yapılacak en büyük yanlış, Erdoğan’ı ve onun resmi muhalefetini ciddiye almaktır.
Zaten onun “sosyolojisi” üzerindeki etkisi (ki, aslında vaka “sosyolojik” olmaktan “psiko-sosyolojik” veya “sosyal-psikolojik”tir. ) , ezik, itilmiş-kakılmış kasaba, varoş ahalisinin kendi kendisini tatmin etmesine aracılık etme yeteneğiyle çok alakalıdır. Kendisi de bunun farkındadır.
Her fırsatta “van minüt” çekmesi, böylece bir an için de olsa, malum “sosyolojisi” ni hazza ulaştırması gerektiğini bilmektedir. Kendisi de zaten o sosyolojiden çıkmıştır. Bu tür hazların ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir.
Komik olan, Erdoğan’ın, “Libya ve Karabağ’a nasıl girdiysek” diye başlayan tiradıdır. Ben söyliyeyim, Libya’ya, NATO şemsiyesi altında; Karabağ’a da ABD, İsrail ve Rusya’nın izin vermeleri, teşvik etmeleriyle girdiniz. Bu arada, Azerbaycan da İsrail’in gayet sıkı bir müttefiki.
En ironik olanı, halen “girmiş bulunduğu” Suriye’ye nasıl girdiysek demiyor, daha doğrusu, diyemiyor olmasıdır.
Erdoğan, İsrail’e karşı bir siyasal tavır almak istiyorsa, önce onu devlet olarak tanımaktan vazgeçsin. Onunla askeri olan da dahil, her türlü ilişkiyi, bu arada, üçüncü ülkeler üzerinden yapılan yağlı-ballı ilişkileri de, kessin. Onun işgalci, sömürgeci bir ülke olduğunu ilan etsin. İki devletli çözüm de dahil, emperyalistlerin dayattıkları, dayatacakları her türlü planı reddetsin. Sadece işgalcilerden arındırılmış, ülkelerinden sürülmüş Arapların geri dönmeleriyle kurulacak bağımsız Filistin devletini tanıyabileceğini duyursun. Türk devletinin resmi politikası haline getirsin.
Yapabilir mi? Yapamaz. Çünkü öncelikle bu bölgedeki AKP rejimi de dahil, bütün gerici rejimler emperyalist-siyonizm sayesinde var olduklarını, ona tutunmaya devam ederek varlıklarını sürdürebileceklerini gayet iyi bilmektedirler.
Türk ordusu şöylemiş de, böyleymiş de, laf olsun torba dolsun! Hangi Türk ordusu? O artık fiilen ve ruhen “ÖSO” ya dönüştü. ÖSO’yu “Kuvvay-ı Milliye” ilan etmediler mi? Böylece, “kuvvay-ı milliye ruhu” nun bugünün Türkiyesinde tuz ruhu kadar kıymeti harbiyesinin bulunmadığını da gösterdiler. Vahideddin’in ordusuna da karşı kurulmuş, ona başkaldırmış Kuvvay-ı Milliye, Vahideddin Köşkü’nü ve Vahideddin taslaklarını selamlar mıydı?
O ordu vaktiyle NATO ordusuna dönüşmüştü. Artık yine NATO hizmetinde, TC tabelası altında, “ÖSO”dur. İsrail’e girecekmiş, haydi gir elini tutan mı var?
Bakınız, TC 1946’dan itibaren artık 1923’teki TC değildir. Hatta AKP devrinden itibaren 1946’daki TC de değildir. Çünkü 1946’da kurulan dünya artık ortada yoktur.
Öte yandan, bu rejimin resmi muhalefeti de elbette, “Saray”ın muhalefeti” gibi davranacaktır. Tıpkı Kılıçdaroğlu gibi, Özel de, İmamoğlu da gayri ciddi, halkı salak yerine koyan (“tıpış tıpış oy vermeye gideceksiniz”) , kendilerine bu rejim tarafından verilmiş görevleri hakkını vererek yerine getirmiş, getirmekte olan siyasal figürlerdir. Erdoğan’ın sözlerine ne kadar güvenilebilirse, Kılıçdaroğlu’nun, Özel’in, İmamoğlu’nun sözlerine de o kadar güvenilebilir. Ne fazla, ne eksik!
Bu çerçevede, geçerken, CHP’nin sonuna kadar halkın erken seçim istemine direneceğini de belirtmek isterim. CHP, AKP rejimi için “paratoner parti” işlevini sürdürmeye devam edecektir.
Son olarak, bazı solcular AKP rejiminin Nijer gibi ülkelerde arayışlar içinde olmasını yine mesnetsiz, anti-diyalektik “alt-emperyalizm” iddialarıyla izah etmek çabasındalar. Türk bakan ve bürokratlar Nijer’e, Erdoğan ailesi ve onun etrafında örgütlenmiş AKP oligarşisi adına akçalı fırsatları değerlendirmek için gitmişlerdir. Tıpkı, Libya’da, başka Afrika ülkelerinde yapmaya çalışmış oldukları gibi.
Emperyalizm ne tek başına ekonomik, ne de tek başına politik bir olgudur. Jeo-ekonomi-politik bir gerçekliktir. O sahada, öyle alan açmak, ya da amiyane bir tabirle, racon kesmek Türkiye’nin haddi değildir.